7 Temmuz 2008 Pazartesi

Bomba Davası

TARİH, 6 Mayıs 1972.

Bombalı bir eylem sırasında elleri ve ayakları kopan İbrahim Çenet adlı öğrencinin ifadesiyle başlayan soruşturma bir anda bambaşka gelişmelere neden oldu.

Türkiye gündeminden aylarca düşmeyen ve adına "Bomba Davası" adı verilen soruşturma kapsamında eski polis müdürlerinden doktorlara, avukatlardan üniversite öğrencilerine, bürokratlardan emekli askerlere kadar 57 kişi gözaltına alınıp anayasal düzeni yıkmak iddiasıyla tutuklandı.

Bomba Davası sanıkları, yapılacak bir askeri ihtilal amacıyla, soygun ve bombalı saldırılar düzenlemek ve Boğaz Köprüsü'nü havaya uçurmak gibi uyduruk iddialarla İstanbul'daki Ziverbey Köşkü'nde işkenceli sorgulamalardan geçirildiler. "Kontgerilla" adı ilk kez bu köşkte dile getirildi. Sorgulamayı yapanlar kendilerini "Kontrgerilla" diye tanımlıyordu.

Ziverbey Köşkü'nden çıkan ifadeler doğruymuş gibi gazete manşetlerine taşındı. Bu yalan haberlerle kamuoyu oluşturulmaya çalışıldı. Örneğin, güya sanıklardan Orhan Kabibay, gemi batırmak için Bülent Ecevit'ten 4500 lira almıştı!

Peki, soruşturma neden birdenbire büyümüş ve başka kanallara doğru gitmişti? Talat Turhan mahkemede şöyle diyordu:

"Yapılmak istenen Atatürkçülerin ve 27 Mayısçıların tasfiyesidir. Huzurunuzdaki sanıkların çoğu ve ben, o tarihte kuvvet komutanı olan Orgeneral Gürler, Orgeneral Muhsin Batur ve Oramiral Kemal Kayacan'ı suçlanmaya zorlandık. Bunu yapanlar, bazı hallerde bu en değerli komutanların kendilerine ve ailelerine açıkça küfrediyorlardı. Çünkü bizi bir iktidar kavgasında kullanmak isteyen gayri meşru bir örgüt esir almıştı; tabir benim değil onlarındır."

Bomba Davası büyük gürültülerle sürdü ama sessizce bitti. Yargısal süreç, beraat ya da mahkumiyetle son bulmadı. 1974 yılında çıkarılan afla dava düştü. Sanıklar davanın düşmesine itiraz ettiler; suçsuzluklarının mahkeme tarafından kabul edilmesini istediler. Dosya Askeri Yargıtay'a gitti ama karar değişmedi.

Peki, "Bomba Davası" siyasal amacı gerçekleştirdi mi? Evet, en önemlisi suçlanan Faruk Gürler cumhurbaşkanı seçilemedi.

Bomba Davası üzerine araştırmalar yapan rahmetli Uğur Mumcu şöyle diyordu. "Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Faik Türün üçlüsünde simgelenen emperyalistlerle bütünleşmiş işbirlikçi iç güçler, ulusalcı Faruk Gürler-Muhsin Batur-Kemal Kayacan üçlüsünü buna engel görüyorlar ve onları bertaraf etmek istiyorlardı."

Bugünü anlamak için fazla söze gerek var mı?

Emekli Tümgeneral Celil Gürkan, gözaltına alınışını ve sorguda yaşadıklarını anlatıyor:

"Gözlerim bantlı, ellerim ve ayaklarım zincirli ve pijamalı halde sorgucunun karşısındayım. Sivil olmalarına rağmen herkes birbirine 'Albayım, Yarbayım' diyor, gerçek kimliklerini saklamak istiyorlar. Beni son derece şaşırtan bir soruyla başladık. 'Paşam siz son derece değerli bir subay idiniz, komutan idiniz, seviliyordunuz. Neden o ... Gürler'e, o ... Batur'a (burada yinelemek istemediğim bazı kaba sözcükler kullanarak) alet oldunuz, onların oyunlarına geldiniz?

Sorgucunun bu sözleri söylediği tarihte, (Faruk) Gürler Genelkurmay Başkanlığı'ndan yeni ayrılmış olmakla beraber Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koymuş fakat kazanamamıştı. (Muhsin) Batur ise fiilen Hava Kuvvetleri Komutanı bulunuyordu.

Sorgulama çok ilginç bir önsöz ile başlamıştı. Sözde 'Albay', benden Adapazarı'nda 2'nci Tümen komutanlığım dönemimden başlayarak son güne kadar geçen olayları anlatmamı istedi. Başladım anlatmaya. Araya giriyordu. 'Yoo Paşam öyle değil, gerçeği söyleyiniz. Biz her şeyi biliyoruz. Sonra külahları değiştiririz!' Ben anlatıyor, o araya girip, 'Cuntaları anlatın cuntaları' diyordu.

Cunta falan yoktu. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetleri'ndeki silah arkadaşlarımız, kendi aralarında olsun, komutanları ile beraber olsun, olağan görevleri gereği zaman zaman bir araya gelerek, 12 Mart öncesi tehlikeli gidiş üzerinde durmuşlar, ordunun uyarıcı görev yapması üzerinde görüş alışverişinde bulunmuşlar, ne gibi önlemlerin alınabileceğinin değerlendirmesini yapmışlardır.

'Albay' (kimliği daha sonra ortaya çıktı: MİT görevlisi Eyüp Özalkuş idi. SY) sanırım elindeki yazılı bir metinden okuduğu izlenimi veren bir ton ile sordu: 'Paşam, siz emekli olduktan sonra, 16 Mart 1972 tarihinde emekliye sevk edilen 5 general/amiral ve 8 albay eşlerinizle birlikte Ankara Kent Oteli'nin meyhanesinde, daha doğrusu gece kulübünde toplanmışsınız. Aranızda bir de üniformalı kurmay albay varmış. Bu toplantıda sizi emekli ettikleri için Silahlı Kuvvetler'den intikam almaya yemin etmişsiniz. Bunu anlatın.'

Bu suçlama karşısında sarsıldığımı hissettim. Aklıma, vaktiyle bir yerde okuduğum ve beğendiğim şu söz geldi: Ben size insanım diyorum, oysa siz benden eşek olmadığımı ispatlamamı istiyorsunuz!

Emekli olmuş, ellerinde hiçbir güç, kuvvet bulunmayan, sadece içinde yaşadıkları memleketin refahını isteyen 13 emekli subay adına benden, niçin Türk Silahlı Kuvvetleri'nden intikam alma andı içtiğimizi açıklamamı istiyorlardı?

'Albayım' dedim, size bu bilgileri veren kaynağın kim, neresi olduğunu bilmiyorum. Öğrenmek de istemiyorum. Şayet resmi bir kaynak ise, ülkemin güvenliği açısından üzülerek karşılarım. Her birini çok yakından tanıdığım arkadaşlarımın, içinden yetiştiğimiz ve her türlü nimetlerini gördüğümüz aziz Silahlı Kuvvetleri'mizden sırf emekli edildik diye intikam andı içecek derecede serseri, sağduyudan yoksun kişiler olmadıklarını biliyorum. Elhamdülillah sağduyumuzu, aklımızı yitirmiş değiliz. Bu suçlamayı nefretle reddederim. Kent Oteli'nin gece kulübü ya da meyhanesi, yerli yabancı, dost düşman, casus, istihbaratçı, hırlı hırsız her türlü insanın bulunduğu bir yer. Eğer cahilce bir ant içme söz konusu olsaydı bunu herkesin gözü önünde yapmazdık.

Sorgumun ikinci günü ifademi yazılı olarak vermem istendi. Beyaz káğıtlar verdiler. 12 Mart (1971 askeri darbesi) öncesi, Silahlı Kuvvetler içindeki örgütlenme çalışmalarını yazacaktım! Ne ilginçti. Eğer benim de içinde bulunduğum örgütlenme çalışmaları 'cuntacılık' sayılıyorsa, bu 'cuntaya' liderlik etmiş iki kişiden biri Silahlı Kuvvetler'in hava gücünün başında idi. Öteki de daha düne kadar Silahlı Kuvvetler'in tümünün başındaydı. Eski Genelkurmay Başkanı ile fiilen hava gücüne komuta etmekte olan bir Hava Kuvvetleri Komutanı'nı suçlayacak bir dosya hazırlanıyordu demek.

Sürekli soruyorlardı: Başınızda kimler var? Sizi kullananların içyüzünü açıklayın da bitsin bu iş.

Yazdıklarım beğenilmedi. Vaki olmayan bir cuntadan, ihtilal ya da darbe girişiminden ve cunta üyeliğinden söz etmemi istiyorlardı. 'Albay' sürekli tehdit ediyordu, 'Yoksa külahları değiştiririz...'

Yazdım beğenmediler, yazdım beğenmediler. İstediklerini alamadılar. 'Konforlu Köşk'teki konukluğumun altıncı günü saat 10.00 sıralarında gözlüklü bir yüzbaşı geldi. 'Paşam bugün öğle yemeğinden sonra sizi serbest bırakacağız. Şimdi elbiselerinizi gönderiyorum, hazırlanın' dedi. Sevinmedim dersem yalan olur."

Yazının tamamı için: Soner Yalçın
***
Babam bu olaydan bahsederek "Biz bu saçma Ergenekon muhabbetini daha önce de yaşamıştık" der. Yaşamayanlar ve yaşayıp da unutanlara(!) hatırlatayım istedim bu yazıyla..

Hiç yorum yok: