30 Eylül 2009 Çarşamba

Football Factory

what else are you gonna do on a saturday? sit in your fuckin' armchair wankin' off to pop idols? then try and avoid your wife's gaze as you struggle to come to terms with your sexless marriage? then go and spunk your wages on kebabs fruit machines and brasses? fuck that for a laugh! i know what i'd rather do. tottenham away. love it!

9 Eylül 2009 Çarşamba

Hacivat-Karagöz

Çevreci(!) Başkan

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş yaşanan sel felaketini, "Gezegenimizi kötü kullanıyoruz, yaşanan teknolojik gelişmenin karşılığı olarak doğayı tahrip ediyoruz" açıklamasıyla doğayı tahrip etmemize bağlamış. Açıklamayı yaptığı gün bindiği araç ise yukarıdaki resimde: çevre düşmanı bir SUV..

4 Eylül 2009 Cuma

Cami Yeşili Renkli Liberal Taraf Gazetesi

Kafalarına göre bikinili resme sansür yapabiliyorlar.

Öndere gel

Resimdeki şahıs 1970li yıllardan beri "Kürtçülük" hareketinde olup 70li yılların sonunda ayrılıkçı Kürt terör örgütü PKK'yı kurup 1984ten itibaren bu amaç uğruna kan akıttı, ardından 1999da yakalanarak cezaevine kondu. Yıl 2009; 40yıldır bu işin içinde olan adam gözler kendisine çevrilince nedense uğruna baş koyduğu, taş üstünde taş bırakmadığı yolun bir haritasını bir türlü kamuoyuna sunamıyor! Ne fikir sahibi lidermiş be!

p.s: "Hayatımda elime silah almadım" lafına ithafen silahlı resmini koymayı seçtim.

31 Ağustos 2009 Pazartesi

AKP’nin ‘Açılım’ Hikayeleri ve Gerçekler

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ulusa Sesleniş” konuşmasında gözümüzün içine baka baka okudu: “Yaşadığımız onca acının, ödediğimiz onca bedelin ardından hiç değilse bugün bu gidişata artık ‘dur’ demeliyiz. 7 yıldır bunun hazırlığı içinde olduk...”
Vay canına! Öğreniyoruz ki Başbakan Erdoğan’ın daha dün, hallerinden şikâyet eden Kürtlere “Beğenmeyen çekip gitsin” diye çıkışması, DTP’lilerin ellerini sıkmayışı falan, meğer tam 7 yıldır herkesten gizli olarak sürdürdüğü “açılım arayışları”nı gizlemek içinmiş!

Demek ki “Ya sev ya terk et” mealindeki o sözler takiyye imiş! “Açılım” hazırlıklarını “statükocu güçler”in dikkatinden kaçırmakmış Erdoğan’ın amacı!
Peki, açılım için artık zamanın geldiği hükmüne nasıl varmış Başbakan Erdoğan?
“7 yıldır süren hazırlıklar” nihayete mi ermiş?!
...
İnandırıcı bulmadınız mı?
Peki, ne değişmiş? Ne olmuş?
Sır değil neyin değiştiği...
ABD Irak’tan çekiliyor... Türkiye’nin hem yumuşak gücü, hem de dengeleyici, fiili garantörlüğü Irak’taki istikrarın devamı için önemli...
Bu arada sanmayın ki bu rol, ABD tarafından, Türkiye’ye empoze ediliyor; Ankara da iradesi hilafına, gönülsüzce kabul ediyor... Türkiye’nin kendisi zaten bu rolü oynamak istiyor; müdahil ve etkili olma arzusunda Irak’ta... Malum, 2003’te “tezkere”nin reddedilmesine neden olan AKP hükümeti yüzünden Irak denkleminden dışlanmanın acısını çok çekti Türkiye... Ekonomik çıkarlar, PKK terörizmiyle mücadele, Türkmenlerin hakları, Irak’ın geleceği... Türkiye bütün bu alanlarda zemin kaybetti.
Şartlar Türkiye’nin Irak denklemine girmesini gerektirdiği için, PKK’nın Kürt bölgesinde Türkiye’nin Irak Kürtleriyle arasını açmaya namzet bir istikrarsızlık unsuru olarak kalmasına artık tahammül edilmeyecektir.
Evet, ama nereye kadar?
Ne Irak Kürtleri, ne de ABD, PKK’yı Kandil’den indirmek için kanlarını dökerler. Ne de Türkiye o civarda büyük çaplı harekâtlar düzenlerken Irak’ta arzuladığı rolü oynayabilir.
O halde mantıklı çözüm Türkiye’nin kendi Kürtleriyle barışmasıdır. Bunun adı da “siyasi çözüm”dür.
Türkiye, Kürt sorunundan önce PKK sorununu çözme mükellefiyeti ile yüz yüzedir.
Kendi Kürtleriyle çatışma halindeki bir Türkiye, Irak Kürtleriyle de kalıcı ve istikrarlı ilişkiler kuramaz; dolayısıyla Irak’ta arzuladığı rolü oynayamaz.

Askeri yöntemlerle bugüne kadar çözülemeyen PKK sorunu, siyaset yoluyla da çözülemez ise ki işaretler şimdilik bu yöndedir, bu yine de PKK’nın Irak’ın kuzeyinde eskisi gibi at oynatabileceği anlamına gelmez. Taraflar arasında varılan mutabakat gereği PKK’nın bu bölgedeki hayatının azami ölçüde zorlaştırılacağı anlaşılmaktadır.
Yalnız bu arada Türkiye de üzerine düşenin asgarisini yapacaktır...
Kürtlere bazı kültürel hakların verilmesi ve geçmişteki ağır hak ihlallerinin elden geldiğince telafisi gibi güven adımlarını atacaktır Türkiye... Barışı ve Kürt sorununa çözümü beraberinde getirmese bile... Bu adımlar sayesinde Kürt sorunu en azından yumuşayacak, Türkiye’nin Irak’a giriş yolundaki engeller kaldırılmış olacaktır.
Velhasıl, AKP iktidarı, sonunda PKK da zayıflatılacağı için ABD tarafından dışarıdan açılmış bir fırsat penceresinden yararlanmak istemektedir ve bunda utanılacak bir şey yoktur.
Türkiye, ABD, Irak Kürtleri ve hatta Irak Araplarının çıkarları bu çerçevede ortaktır. Uluslararası ilişkiler ortak çıkarlar zemininde yürür.
Türkiye’deki marazi Amerikan aleyhtarlığının kompleksine tutsak düştüğü anlaşılan AKP liderliğinin, “açılımın onurunu kurtarmak” adına, “Biz zaten 7 yıldır hazırlanıyorduk” demiş olması acı bir tebessümü hak etmektedir.

Bir de “Risk aldık; bedeli neyse öderiz; süreçten dönüş yok” demiyorlar mı?
Açılımınızın ne olduğu belli değil ki, hangi süreçten dönmeyeceğiniz ya da neye devam edeceğiniz belli olsun... Ucuz kahramanlık yapmayın.
AKP Kürt sorunu için bedel ödemez.
Ya ipe un serip suçu askere atar, ya da kâr-zarar muhasebesini yapıp erken seçime gider...

Yazı: Kadri Gürsel

p.s: Yazıyla Taraf gazetesinin manşetinin ters olduğunun farkındayım, çok güldüğüm için koymak istedim :)

Büyük Altay!

Neden mi? İşte size iki neden olacak hikaye:

1923 yılında cumhuriyet kurulduktan sonra Altay takımı, sporcuları ve yöneticileriyle beraber Ankara'ya ziyaret düzenliyorlar. Takımla beraber hatıra fotoğrafı çekilecekken kravatsız futbolcular olduğunu gören yöneticimiz, onları uyarıyor ve Altay adabından bahsediyor. Bu futbolculardan biri de kaptan Hamit ve kaptan bu uyarıya çok alınıyor. Daha sonra yönetimden başka kişilerle yaptığı konuşmalarda kendisine arka çıkılmadığını gören Hamit, takımdan bazı arkadaşlarını da yanına alıp İzmir'e dönüşte Altınordu Spor Klübü'nün kuruluşuna önayak oluyor.

Sene 1925 aylardan Haziran. Osmanlı Bankası sponsorluğunda İzmir mahalli ligi oynanıyor. Altaylı taraftarlar da takımlarını desteklemek için Gül Sokak'ta toplaşıp 4 otobüsü doldurmuşlar, artık deplasman Aydın mıdır yoksa Bornova mıdır bilemiyorum yola çıkıyorlar ve yolda öndeki iki otobüsle arkadaki iki otobüs arasında kavga çıkıyor. Bu kavga sonucunda arkadaki iki otobüsteki taraftarlar kafileden ve camiadan ayrılıp Güzelyalı'ya dönüyorlar ve takımdan bazı futbolcuları da yanlarına alarak Göztepe'yi kuruyorlar.

Açılım

Mevcut iktidar gelecekte ünlü açılımlarıyla anılacak kuşkusuz...
2004 yılında bir AB açılımı yaptılar... Onuruna Ankara’da havai fişekler atıldı... Bugün AB üyeliği ihtimali sıfır (rakamla 0)... Türkiye’nin eşit koşullarda AB’ye alınmasını öngören 1999 Helsinki Anlaşması’nın da gerisindeyiz.
Yunanistan’la dostluk açılımı yaptılar. Onlar bir adım atarsa biz iki adım atacaktık. Birkaç yıl içinde papaz olduk. Atina’dan gelen giden kalmadı...
Kıbrıs açılımı yapıldı... AB’den müzakere tarihi alalım derken boş bulunup Kıbrıs’ı teslim eden katma protokole imza attılar. Kıbrıs topun ağzında. AB limanları açın, Rum Cumhuriyeti’ni tanıyın deyip duruyor...
Geçenlerde Ermenistan açılımı patlattılar. Baktılar şov yapalım derken Azerbaycan petrolü kesiyor. Bakü’de özür dileyerek açılımı kapattılar. Bir de yapmayı deneyip anında kapattıkları Alevi açılımı var..
Şimdi de Kürt açılımı fiyaskosu yaşanıyor...
TBMM’de CHP ile görüşerek bir demokratikleşme paketi yapmak varken...
Düne kadar terörist dedikleri DTP ile iş tuttular
Ucu açık ve içi boş bir açılım başlattılar.
Toplumda endişe ve kutuplaşma
DTP ve PKK’da aşırı umut ve beklenti yarattılar...
Apo ile görüşmeye davet edilince sıkıştılar...
Geri dönüp TSK ve CHP ile aynı kırmızı çizgilerde buluştular...

Syriana


some trust fund prosecutor, got off-message at yale, thinks he's gonna run this up the flagpole, make a name for himself, maybe get elected some two-bit, congressman from nowhere, with the result that russia or china can suddenly start having, at our expense, all the advantages we enjoy here. no, i tell you. no, sir. Corruption charges! corruption? corruption is government intrusion into market efficiencies in the form of regulations. that's Milton friedman. he got a goddamn nobel prize. we have laws against it precisely so we can get away with it. corruption is our protection. corruption keeps us safe and warm. corruption is why you and i are prancing around in here instead of fighting over scraps of meat out in the streets. corruption is why we win.

28 Ağustos 2009 Cuma

27 Ağustos 2009 Perşembe

SeyRANTepe

Roma'daki Colloseum'u kim inşa etti acaba? Zamanın Roma valisi mi, yoksa belediye başkanı mı? Muhtelemelen inşaatı döneminin imparatorları Vespasian'la Titus bizzat finanse etmişlerdir. Sonuçta belli bir "Gladyatör Kulübü"nün malı değildi mekan.

Sosyalist ve/veya totaliter ülkelerde halka yönelik sorumlulukların tamamına yakını devlette olduğundan tesis ve altyapıları tamamlayıp hizmete sunmak onun görevi. Bizdeki gibi serbest piyasa ekonomisinin yürürlükte olduğu ülkelerde bunu beklemek doğru gözükmüyor ama alışkanlıklar bu şekilde. Devlet statların sahibi. Bildiğim kadarıyla stadının sahibi bir kulübümüz yok, herkes kiracı. Kulüplerimizin halka açılmaları, şirketleşmeleri gibi hareketler olsa da yönetim şekilleri hepsi (yine bildiğim kadarıyla) dernek statüsünde. Şirketleşen kısımlar ticari kısımlar, yönetsel mekanizma halen dernek yapısı üzerinde.

Çaykur Rizespor'un stadı yeni açıldı. Adıyla ilgili spekülasyonlar yüzünden "Butik" tabir edebileceğimiz konumda, şıklıkta ve sevimlilikte stadın tadını çıkartamadık bile. 16 bin kapasiteli, 22 milyon Lira'ya mal olmuş stat ince işçilikteki kusurları ve iyi düşünülmemiş bazı incelikleri nedeniyle Rizeliler'in eleştirilerilerine maruz kalsa da Anadolu kulüplerimizin nerdeyse tamamı için ideal örnek; kompakt, tamamının üzeri kapalı, atmosfer olarak (çok yağmur alması da dahil!) İngiliz stadyumlarını andıran bir hali var. Bulabildiğim kadarıyla yüklenicisi "Rizeli iş adamlarının oluşturmuş olduğu Rize Yatırım A.Ş.".

Bir diğer yeni stadımız ise Kayseri'de inşa edilen Kadir Has Stadyumu. 68 milyon Lira'ya ihale edilmiş, kapasitesi 33 bin. Tüccarlığıyla bilinen Kayseri'den beklenmeyecek bir hata yapılarak UEFA'nın final maçı verme kriteri olan kapasite kriteri atlanmış, bitmiş stadın kapasitesini 41 bine çıkartmak için yollar aramaya başlamışlar. Şehrin iklimi göz önüne alınarak yapılmış, yine tamamının üstü kapalı. Büyüklerin Kayseri'ye gittiği maçlar haricinde dolmayacak olsa da şık bir tesis.

Bir de Seyrantepe var, 52 bin kapasiteli öngörülen. Galatasaraylılar'ın Aslantepe, diğer takım taraftarlarının başka şekilde (seyRANTepe, peşkeştepe vb) hitap ettiği. Yılan hikayesine dönen proje geçenlerde, bir kez daha ihaleye çıktı. Daha önceki işlerinin emsal döküldüğü firmalar, her seferinde yeni farklılıklar olduğunu satır aralarından okuyabildiğimiz ihaleye katıldılar. Aralık 2007'de temeli atılıp iki sene içerisinde bitirileceği söylenen stadda yeni ihalede belirlenen süre 365 güne inerken, açılır kapanır çatının teslimden bir yıl sonra teslimine imkan sağlandı. Yani kabaca, stat 2010 Ekim ayı gibi bittiğinde Ekim 2011'e kadar vakti olacak yüklenici firmanın çatıyı da bitirmek için. Asgari bir senelik sarkma demek, çatı hariç.

Yeni ihalede ilk ihaleye göre fiyatlardaki değişiklikler dikkat çekiyor. Eren Talu – ALKE ortaklığının ilk ihalede teklif ettiği rakamlardan toplam tutarda ciddi düşüşler var. Sami Yen arazisine yapılacak proje için belirlenen fiyatlar görece benzer ama artan satış geliri paylarında yine azalma var. Yani yeni firmalar girişte az para verip Sami Yen arazisini değerlendirip TOKİ'yi daha az kâra ortak etme derdinde. Eren Talu – ALKE ortaklığının bonkörlüğü de neticede kendini imha etmiş durumda. Belli bir miktarı tamamlanmış olmasına rağmen geri kalan işler için söz konusu bedeller Kayseri'nin ve Rize'nin statlarında telaffuz edilen rakamlara yaklaşmış durumda, kapasitesi ve teknolojisi onların ötesinde olmasına rağmen. Bu durum stadın kimi lükslerinde kesinti olacak izlenimi de uyandırıyor.

Bu stadın inşaatıyla ilgili polemikler yeni başlamadı. İlk Seyrantepe projesi kamuoyunun da oluşturduğu baskıyla iptal edilmişti. O zamanki proje Galatasaray'ın kiracı konumunda olduğu araziye konut yapıp satmasına izin verdiği için usulsüz bulunup iptal edilmişti. Devletin Galatasaray'a tesis kazandırma azmini kırmadı bu durum. Proje değiştirildi, sadece stat içeren hale dönüştürüldü. Şu anki haliyle TOKİ araziyi veriyor, ihaleyi kazanan yüklenici firma bedeli karşılığı stadı inşa ediyor ve karşılığında Ali Sami Yen Stadı'nın arazisini alıyor. Kamuoyunda çok parasız ve borçlu bilinen, buna rağmen "...Tüm kulüplerin mal varlıkları yanyana geldiğinde bile, 10 ile çarpın, yine de Galatasaray`ın yarısı kadar etmez..." (Adnan Polat, 29.12.2007) diyebilen Galatasaray Spor Kulübü'ne stat kazandırmak için devletin bu derece gayretkar olması diğer şehirlerin ve takımların başı kel mi dedirtiyorken. Mevcut ihale tekliflerinden hiçbirini kabul etmemesi halinde TOKİ stat inşaatını kendisi üstleneceğini belirtti ki asıl korkunç olan da bu. Devletin para harcaması gereken daha hayati ve acil gereksinimler yok mu hiç?

Bütün bu kafa karıştırıcığılığa rağmen kimi "diğer takım taraftarları" haricinde kimsenin sesinin çıkmaması işin bir diğer ilginç yönü. Fenerbahçe ve Beşiktaş yönetimlerinin azami suskunluğu akıllarda soru işaretleri uyandırıyor. Fenerbahçe'nin kiracısı olduğu Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nu bir kaç sene içerisinde UEFA'nın elit stadyumları listesine sokmak için kaynaklarını kendi içinden ve sponsorlardan sağladığı, Beşiktaş'ın ise ancak bir açık tribünü revize edebildiği, daha ileri inşaatlar için izin almakta zorlandığı bir ortamda, iki kulübün yönetimlerinin sessiz kalmaları dikkat çekici. Benzer şekilde ilindeki liman işletmesiyle ilgili planları olan Trabzonspor da bu denkleme katılabilir.

Fenerbahçe'nin Ataşehir'de inşa etmeye başladığı ancak bir türlü temel atma töreni yapamadığı bir spor salonu var. Ülker sponsorluğunda yapılmaya çalışılan bu salonun inşaat alanını çeviren demir perdelerde sprey boyayla yazılmış şekilde "Peşkeş değil alınteri" ifadesi yer alıyor. Ancak bu salon inşaatı da projenin içerdiği kimi ticari yapılar nedeniyle bir süre önce durduruldu. Sonra, ne olduysa devam ettirildi.

Beşiktaş ise İnönü'ye kazma vurmak istiyor ancak stadın tarihi eser statüsüne yakın olması işlerini zorlaştırıyor. Onların da birilerinden bekledikleri bir şeyler var.

İki takımın başkanlarının suskunluğunun bu projelerle ilgili alınmış sözlerden kaynaklandığını düşünmek son derece doğal, rekabet ortamı adına tavizler alınıp veriliyor belli ki kapalı kapılar ardında. Trabzon için de durumun farklı olduğunu düşünmek zor. Diğer Anadolu kulüplerine gelince, çoğunun başkanlarının ikinci takımları bu üç dört takımdan biri. E bu işin onlardan oyuncu kiralaması var, transfer etmesi var. Menfaatler devrede.

Arsenal geliyor aklıma yine. Stadını genişletemediği için taşınmak zorunda kalan Londra temsilcisi çeşitli maddi zorluklar yaşamış, hisselerinden bir kısmını elden çıkartmış, hala da borçlu ama Emirates sponsorluğuyla birlikte gişe gelirlerini de katarak dengelemeyi başarıyor. Bizdeki örnekler ise rekabetin bozulduğu anlarda bile "Elbet bir gün bizim de işimiz düşer" denerek sessizliğin korunduğu, belki çoktan bizim bilmediğimiz sözlerin bile alındığı bir rant düzeni.

Pazar akşamı Manisaspor - Trabzonspor maçında köşe gönderleri kapkaranlıktı. Denizli'deki Fenerbahçe maçı elektrik kesintisi nedeniyle ertesi güne taşalı 15 gün geçti. Kış aylarında bütün Avrupa'nın kamp yapmak için güneye göçlerinin parçası olan Antalyaspor'un stadının tribünlerinin bir kısmı portatif. Başkentteki takımlarımız aynı stadda oynuyorlar ekseriyetle.

Kulüplere stat veya tesis kazandırmak bir devlet politikası ise bu genele yayılmalı. Yok değil ise, adalet sağlanamayacaksa da herkes başının çaresine bakmalı.

Yazı: Barış Gerçeker

Bakkalda Şampiyonlar Ligi

26 Ağustos 2009 Çarşamba

25 Ağustos 2009 Salı

Milletvekilleri Özel Plaka Peşinde..

Milletvekillerine özel plaka verilmesi için çalışma başlatıldı ve gerekçesi şöyle açıklandı: "Araçlarını park edemiyorlar, askeri alana girişte belediye başkanına selam verilip geçiriliyor, vekil ise durduruluyor, vekilin saygınlığı zedeleniyor.. Vah canlarım..

Devrim Durduğunda En Azından Halk Onu Sırtlar Demiştim..


TÜRK HALKI SIRTLAMAZ!!..

Açılımı Kim Yapmalı?

Bu gece oynanan Diyarbakırspor - Fenerbahçe maçında bir kez daha açılım yapması, ilerlemesi gereken toplumun hangisi olduğunu gördük..




8 Ağustos 2009 Cumartesi

Sharon Stone


Yaş: 50 (bence de oha)

7 Ağustos 2009 Cuma

Taraftar Grupları Bildirisi

Başta futbolu yönetenler olmak üzere kulüpler‚ emniyet güçleri‚ basın ve futbolun tüm unsurları tarafından sadece "gelir elde edilecek tüketiciler" olarak görülen; zaman zaman da bazı olumsuz sahneler öne çıkarılarak neredeyse "terörist" muamelesine maruz bırakılan taraftarlar‚ diğer tüm unsurlar Federasyonlarda temsil edilirken‚ kendilerine bir yer bulamamışlardır.

Bunun doğal sonucu olarak‚ taraftarların yaşadığı sorunlar Federasyonlar bünyesinde tartışılamamış‚ gerçek öznenin kendisini ilgilendiren konular hakkındaki görüşleri ve sorunlara yönelik çözüm önerileri gündeme getirilememiştir. Bu nedenle‚ çözümü mümkün pek çok konu kangren halini almış ve tarafları farklı kutuplara itmiştir.

Deplasman biletleri konusu da -bilhassa bazı "Anadolu kulüpleri" tarafından- istismar edilen önemli bir konudur.

Anayasa ve yasalarla güvence altına alınan‚ eşitlik ve adalet kavramlarıyla korunan bir hak suistimal edilerek‚ rakip takım taraftarından haksız kazanç elde edilmek istenmektedir.

Son olarak Denizlispor yonetiminin Denizlispor-Fenerbahçe karşılaşmasının rakip taraftara ayrılan bölüm için bilet fiyatlarını 100TL olarak belirlemesi‚ taraftarlarımız arasında infial yaratmıştır.

Kendi taraftarlarına sezonluk kombine bileti için belirledikleri bedeli bir maç için istemektedirler.

Söz konusu yöneticiler yasa ve yönetmeliklerle sınırlı bir alanda faaliyet gösterdiklerini unutmuş‚ her istediklerini‚ istedikleri biçimde yapabileceklerini düşünmektedirler.

Türkiye Futbol Federasyonu´nun buna seyirci kalması bir ilgisizliğin göstergesidir.

Taraftarlara yönelik türlü sınırlandırmaları yetkileri gereği kurallaştıranların‚ sıra taraftar haklarına gelince bilgisizlik‚ çaresizlik ve vurdumduymazlık içinde olmaları düşündürücüdür.

Bu çerçevede biz Fenerbahçe Taraftarları‚ başta Fenerbahçeliler olmak üzere futbolseverleri; taraftarı yolunacak kaz gibi gören bu ve benzeri uygulamaları kınamaya ve protestoya davet etmekteyiz.

Çok sayıda taraftarımızın takımının yanında olamamasına neden olacak‚ bu fahiş fiyat uygulaması nedeniyle ilgililer hakkında yasal yollara başvuracağımızın da bilinmesini istiyoruz.

Türkiye Futbol Federasyonu´nu ise‚ önce bu tarz uygulamaları gerekli tedbirleri alarak derhal durdurmaya‚ sonrasında ise futbolun en temel unsurlarından biri olan taraftar temsilcilerinin Türkiye Futbol Federasyonu´nda temsili için olması beklenen çalışmaları yapmaya davet ediyoruz.

Spor kamuoyuna saygıyla arz ederiz.

FENERBAHÇE TARAFTARLARI

GFB

KFY

GRUP CK

1907 UNİFEB

GRUP LACİVERT

Vamos Bien

Grup İzmir

Sarı Lacivert Derneği

FeDeR (Fenerbahçeliler Derneği)

Albay Dursun Çiçek'ten RTÜK Hakkında Suç Duyurusu

Albay Dursun Çiçek'in avukatı Mustafa Çevik tarafından sunulan suç duyurusu dilekçesinde, ''Taraf gazetesinde 12 Haziran tarihinde yayımlanan haberle gündeme gelen 'kağıt parçasının' kimler tarafından üretildiği ve bahse konu gazeteye servis edildiğine yönelik araştırma ve soruşturmaların devam ettiği'' belirtilerek, aynı konuda Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından aynı gün geniş kapsamlı bir soruşturma başlatıldığı ve yayın yasağı konulduğu kaydedildi.

''Bahse konu yasal yayın yasağına rağmen kağıt parçası hakkındaki yayınların sürdürülmesi ve bu konuda başta RTÜK olmak üzere ilgili kamu kurumlarının gerekli tedbirleri almaması, anayasal hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü ilkesinin açıkça ihlal edilmesidir'' görüşü savunulan dilekçede, ''Taraf gazetesinin yasa dışı yayınları üzerine, RTÜK'ün denetim sorumluluğunda olan bazı televizyon kanallarının yayınlarında, Çiçek'in adı, unvanı, imzası ve en önemlisi resmi deşifre edilerek, bazı fanatik kişi ve örgütlere hedef gösterilmesi ile RTÜK'ün yasal sorumluluğuna verilen yayın ilkelerinin maksatlı ve sistemli olarak ihlal edilmesine neden olunmuş ve açıkça suç işlenmiştir'' iddiasında bulunuldu.

Söz konusu yayınlarla Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun'un da ihlal edildiği öne sürülen dilekçede, ''Bir aydan fazla süren ve tek merkezden emir almışcasına, askerlerin sivil mahkemede yargılanmasına yönelik yasa değişikliğinin onaylanmasını müteakip birden sona eren bahse konu televizyon yayınları, Çiçek'e yönelik iftira ve karalama kampanyasına dönüştürülmüştür'' denildi.

Dilekçede, şunlar kaydedildi: ''Çiçek'e yönelik maksatlı ve gerçek dışı bilgileri içerecek şekilde, başta Samanyolu Haber ve Samanyolu TV, Kanal 7, Kanal 24, ATV ve TRT 2 olmak üzere bazı televizyon kanalları tarafından karalama ve iftira kampanyasına dönüştürülen televizyon yayınlarının önlenmesine yönelik gerekli tedbirlerin alınması konusunda yasal yetkili ve sorumlu olan RTÜK, bahse konu yasal sorumluluklarını yerine getirmemiştir. RTÜK'ün görevini ihmal etmesini fırsat bilen bazı televizyon kanallarının iftira ve karalama kampanyaları ile yargısız infazı hedef alan maksatlı ve sistemli yayınlarını sürdürmesi, Çiçek'in başta mesleki kariyeri olmak üzere, maddi ve manevi yıpratılması ve zarar görmesine neden olmuştur.''


O kadar büyütülen olayın sonuç olarak özeti budur.

Prof. Dr. Haberal'ın Günlüğünden

14 NİSAN 2007
Rektörler konseyinde yaptığım konuşmada herkesi Tandoğan Meydanı'na 14 Nisan'da davet etmiştim. O gün 1 miyona yakın insan topluluğu katıldı. Ben bir vatandaş olarak katıldım. Başkent Üniversitesi olarak pankartla ve gururla yürüdük. Bu bir başlangıçtı.
19 MAYIS 2007
Bugün Samsun'da yine cumhuriyeti koruma mitingi vardı. Binler katıldı. Kanal B canlı verdi. Bugün ayrıca diyalog gurubu ile Türkiye Muhtarlar Derneği ile cumhuriyeti koruma yolunda müşterek hareket etme kararı aldık. Protokol imzaladık yine Kanal B den haber olarak anında saat 13.30'da yayınlandı.
27 NİSAN 2007

Saat 23.15'te TSK adeta bir muhtıra verdi. İlk kez bu denli bir TSK bildirisi oluyordu. Maalesef Başbakan, Meclis Başkanı ve Dışişleri Bakanı ülkemizi bu noktaya getirdiler...
15 ŞUBAT 2007

İstanbul Hastanesinin davetiyesini Süleyman Bey'e götürdüm. bu arada yine ülkemizi konuştuk. durumu Süleyman Bey'e anlattık. 'Mesut Yılmaz gelsin görüşelim' dedi. Artık herkesin bizim söylediğimiz noktaya geldiğini belirttim."

Bu yazılardan darbe çıkaranlar bana haber versin.

6 Ağustos 2009 Perşembe

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Çaktırmadan Yapılan Zamlar

Benzine arka arkaya yapılan ufak zamlar neticesinde litresi 2.92 TL'den 3.29 TL'ye çıkmış oldu. Böylece 50 litrelik bir depo 146 TL'ye dolarken artık 164.5 TL'ye doluyor.

Ama öyle demeyin, bu ülkede gerçekten enflasyon düşüyor, zam falan olmuyor!

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Alkole Sansür

Malumunuz, demokratik ve en çağdaş iktidarımız alkollü içeceklerin reklamlarında yemek ve benzeri içmeyi özendirici(?) yiyeceklerin kullanımını yasakladı.

Bu da Yeni Rakı'nın cevabı!

TRT Nereye?

TRT1'in haftalar öncesinden izleyicilerine ‘tarihte ilk’ diyerek duyurduğu Mescid-i Aksa’dan Miraç Kandili canlı yayınının aynı mekandaki Kubbet’üs Sahra’dan yapıldığı ortaya çıktı. 2002'den beri her yıl daha beter skandallarla karşımıza çıkan TRT'nin yerel televizyonlarla aynı seviyeye düşmesi bana göre yakındır!

Özledik!


22 Temmuz 2009 Çarşamba

5 Temmuz 2009 Pazar

Kriz Teğet (Girdi) Geçti

Türkiye ekonomisi 2009 yılı ilk çeyreğinde %13.8 daraldı. Bu orana 1945(2. Dünya Savaşı son yılı)'ten beri ilk kez ulaşıldı. OECD ülkeleri arasında en fazla küçülen üçüncü ülke olduk. Ne teğet ama be..

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Bu Kadarına Pes

Göztepe taraftarıdır, ne yapsa yeridir.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Top 10 İğrenç EMO Klişesi

1-Acıların Kadını Bergen Modu: "Hani ışığın etrafına kümeleşen ve ampüle çarparak yalpalanan kelebekler ve ateş böcekleri olur ya, öyle yalpalanmıştım ben de ışığınla, ama kapattın ışığımı, karanlığa gömdün beni, nerden bulacağım ben şimdi senin elektrik düğmeni, Edison nefret ediyorum nerden elektriği buldun"... İnternette hangi blogu açsam, hangi "emo" imzalı yazıyı okusam aha bu mod var hepsinde. Simsiyah bir sayfa. 4 paragraflık bir yazı. Her paragrafa mümkünse aynı harf veya kelimeyle başlama, sonunu hüzünle bitirme...Sanırsın yazıyı bitirmiş ondan sonra da kafasına sıkmış revolver'la. Ertesi gün bakıyorum, devam ediyor yazmaya. Yahu Küçük Emrah'ın hadi her filmde anasına bacısına tecavüz ediliyordu, Bergen'in suratına kezzap atmıştı kocası, sana ne oldu? Saint Joseph'ten mezun olup Galatasaray Üniversitesi'nde okuyorsun, oturduğun yer Levent, haftada bir Mojo'ya gidiyorsun, yazları Bodrum'daki yazlıktasın...Be zirzop nedir bu havalar o zaman? Neymiş sevgilisi terketmiş, kimse bunu anlamıyormuş, hayat ne kadar karamsarmış, insanoğlu neden böyleymiş. Bunu alıp Etiyopya'daki kabilenin çadırına koyacaksın, 2 gün sonra o siyah göz kalemini yemezse adam değilim.

2-Beko-Hitachi Sevenler Derneği: Eskiden, rahat uyusun yerinde, dedemin bir Beko-Hitachi televizyonu vardı, üzerindeki 8 tane tuşla kanalı değiştirirdin, siyah-beyazdı. Önüne oturup "ajansı izliycem susun" derdi. Ajans dediği de haber bülteni işte. Yıllar geçti, dedem vefat etti, sonra "emo" denen bu yaratıklar çıktığında gözümde kar tanesi iriliğinde yaşlar birikti. Beko-hitachi ruhu geri dönmüştü. Her genç siyah-beyaz giyiniyor, her birisi, sokakta gördüğü kedinin, mendil satan çocuğun, eski binanın siyah beyaz resmini çekiyor, bunları siyah beyaz temalı blog sayfasına koyup, bir Ara Güler olmak için can atıyordu. Şimdi ben bu ekibe sormak istiyorum. Afedersin Cumhuriyet Meyhanesi'nin önündeki kedinin balık bekleyen halini çekip, resmi siyah-beyaz yapıp, altına da "herkesin bir yalnızlığı vardır, en fazla da kalabalıklar içinde" yazınca ne oluyor? August Comte'un mezarından çıkıp "yıllarca götümü yırttım sosyoloji uğruna böyle tespit görmedim" demesini mi? O kedi 2 dakika sonra balığını yiyip yalanmaya başlayacak. Bir de bunların kendi siyah-beyaz resimlerini çıkarıp profillerine koymaları meşhur. Resim mutlaka havadan çekilecek ve yukarı bakılacak ama. Yoksa Milli Eğitim Bakanlığı kabul etmiyor.

3-Notaların Katilleri: Herhangi bir Placebo, Rasmus ya da Tokio Hotel konserine gidin, kalabalığı yararak en ön sıraya ilerleyin. En öne geldiğinizde siyah ojeli tırnakları takip edin, işte dünya müziğinin önünde Ferhat Güzel ve Nihat Doğan'la beraber duran en büyük tehditi görmüş bulunuyorsunuz. Emo gençliği asla neşeli müzik dinlemez. Katrina and The Waves'den Walking On Sunshine dinlemek onlar için davaya ihanettir. We Are The World'u dinleyen bir emo görülürse arkadaş çevresi tarafından dışlanır, çene piercingi tahrip edilir. İyi bir emo olmak için Placebo'dan Without You I am Nothing, Radiohead'den Creep, Nick Cave'den As I Sadly Sat By Her Side şarkılarını ezbere bilmek gerekmektedir. Ayrıca ismini sadece sizin bildiğiniz bazı grupları dinlemeniz lazımdır. Reservoir Death, Endless Pain and Misery, Bütün Köyü Eşekle Gezen Bendim gibi....Emo gençliği arasında enstrüman çalanlar ayrıca üst mertebelere yükselirler. Genelde çaldıkları alet keman, klasik gitar gibi melankolik aletlerdir. Kanun çalan bir emoya rastlamanız imkansızdır, bir de kendi şarkınızı yazarsanız of ki ne of....Ona da izleyen maddede geleceğiz.

4-Emo'dan Bütün Şiirleri: Voodoo Girl'den geliyor aşağıdaki mısralar. Kendisi 10 saniyede yarattı bu eseri.

Dün hayatımın üzerini kaplayan simsiyah bulutları
Dağıtamadım üzerimden, ellerim küçücüktü
Yüreğimi sıkan ellerin gibi, üzerimize yağan yağmur gibi
Yeni doğmuş bir kedi yavrusu gibi
Ama sen yoktun elimden tutmuyordun ki

Dikkat ettiyseniz her emo gencinin günlüğünde, bilgisayarında, kendi sayfasında, kitabının bir köşesinde, okul defterinde böyle bir şiir bulunur. Anlamsız, karamsar, ne idüğü belirsiz dörtlükler. Dikkat ederseniz bir çoğunda bazı kelimeler 2-3 kez yinelenmektedir, ama benim asıl dikkatimi çeken "küçüklüğe" yapılan vurgudur. Küçük eller, küçük kalp, küçük beden, küçük ayaklar....Okuyan da bunların hepsini Kylie Minogue boyutlarında sanar. Halbuki bir bakıyorsun ki orkların dişisi gibi bir dolu tip. Kilo 90, şiir yazıyor, "küçücüktü ellerim tutmuyordun ki". Ulan ayı kadar eli adam nasıl tutsun, ne küçüğü. Sonra da çok yalnızım, hayat beni yoruyorsun, zayıfla yahu. Erkek olanlarda da bir yüreğini avucuna almak, yüreğini sıkmak, yüreğini ısıtmak gibi bir metafor var. Dana yürek: kilosu 3.75 TL. Yürekle başka işim de olmaz. Kalp deyin lan şuna....

5-Emo ile Moda Günleri: Saç rengi: Turuncu, fosforlu mavi, jet siyah, neon....Saç stili: Tek göz mutlaka saçla kapanmalı ki bu kokuşmuş dünyayı görmek istemediğiniz ve onların da sizi görmesiniz istemediğinizi belli edin. T-shirt: Anlamsız logolu veya grup isminin bulunduğu, hırpani, rengi solmuş bir parça, mümkünse, enine çizgili. Pantolon: En az 2 beden küçük, mümkünse küçük kızkardeşin giydiği, kıçınızı zar zor soktuğunuz, bacaklarınızı saracak, sizi daha da zirzop gösterecek şekil. Ayakkabı: Koleksiyonda bağları çizgili bir Converse mutlaka bulunmalı ve kemer takılmalı. Makyaj: Göz kalemi siyah olmalı ve bir sıra da göz kapağının içine çekilmeli, yüz beyazlaştırılmalı, mümkünse kırmızı, mavi veya siyah ruj kullanılmalı, saçlar spreylenmeli. Tasma türü bileklik, ilginç sembollü küpeler ve acaip yerlere piercing ile seriyi tamamladık. İşte mükemmel bir emo oldunuz. İstiklal Caddesi'nin arka sokaklarındaki "küçük ve sıcacık" ortamlarda hayatın karamsarlığını yaşayabilirsiniz. Sonuç... Pazartesi giy kareli eteği, giy gri pantolonu git okula. Hadi orda da giysene çizgili gömlek. Verirler eline disiplinde....

6-Ben büyüdüm anne modu: -"Devedikeni gibi hayatım, büyüttün beni anne, ama bak o büyüttüğün kuş çamura battı bak, üstüne bastılar, her erkeği baba kucağı gibi şefkatli bildim bak, meğer onlar bizim üstümüzde tepinen fillermiş meğer....ne yapayım şimdi...hangi dikenle yüzümü kanatayım..........what the hell am I doing here, I don't belong here". Bu arkadaşların yaşları daha 20-21 iken tüm dünyadaki kadın erkek ilişkilerini çözmüş havaları yok mu öldürüyor beni. Yahu takıldığın adam "you taught me to break hearts" yazılı t-shirt giyiyor. Ne bekliyorsun bu dangozdan. Emo'dan emo'ya hayır gelmez zaten. Bunun bir de erkek versiyonu var, bakın 6 madde yazdım, bu türün kadını mı erkeği mi daha sakıncalı çözemedim. Hepsinde var olan o "ben artık büyüdüm, yuvadan uçmaya hazır kuşum" havasından tiksinmiş durumdayım ama. Bazısı işi azıtıp "eeeöööee aşk aslında bizim yarattığımız bir kavram, aslında biz kendimize aşık oluyoruz" diye Dr. Phil moduna da giriyor. Oprah'ın emo versiyonu. Zaten seni beğenen çıkarsa, buyurun gelsin, seni beğenen bunu da beğendi, in aşağıya.

7-Barların yalnız adamı: Hani Top 10 İğrenç Türk Clubber Klişesi yazısı vardı ya. İşte oradaki Bunalım Adam gençliğinde bir emo'dur arkadaşlar. Büyüyünce bu adam emoluktan arkadaş çevresinin yağcılık derecesine göre ya "cool" ya "kereste" statüsüne terfi eder. Hani barlarda (ki genelde alternatif rock çalan barlarda) kalabalıktan uzak, elinde şişeyle (asla bardakla değil) sütunlardan birine dayanmış, sigarasından periyodik nefesler çekerek, gözlerini kısıp sahneye bakan, sırt çantalı, "hayat çok acımasız değil mi, hepimiz birer ölüyüz aslında değil mi, donnie darko güzel filmdi... evet...bakıyo musunuz lan" adamları var ya işte onlar. Yalnız bunların bir talihsiz durumu vardır ki ışıklar altında yiyişmek istemeyen çiftler de karanlığa kaçarlar ve emo ordusunun yanında mercimeği fırına verirler. Tabi bizimki de % 99 ihtimalle sap olduğundan tüm gece bu erotik filmi izler ve hayata daha da nefretle bakar. Eve gelir, açar interneti ve yazar, "mutlu çiftler size gıcık oluyorum, sahte mutluluğunuzu silmek istiyorum yeryüzünden.....neyse nerde benim Briana Banks klasörü...."

8-Çakma Amazon Modu: "Erkekler....neden böylesiniz..neden bu kadar bayağı ve beyin kıvrımlarınızı penisinize bağlamışsınız, neden bu derece zavallı olduğunuzu göremiyorsunuz, o kokuşmuş bedenlerde attığınız turdan sonra varacağınız yer kendi hiçliğiniz olacak anlayın artık". Bu mod da kusura bakmayın dişi emo'ya özgü. Gören de 2 hafta önce adama "hayatım eczaneye uğramayı unutma gelirken" diyen bu değil sanır. Hal böyleyken çıkıp bütün erkek cinsine nefret kusan, göstermelik çıkışlar yapıyorlar, gülerek dinliyorum, okuyorum. 2 hafta geçiyor. Bir bakıyorsun "güzel sanatlarda bir çocuk var, inanılmaz tatlı, ay benim bacaklarım da kalın ve kıllıydı o zaman beğenmedi mi ne?"....Beğenmedi tabi. Erkekler 1 ay önce kokuşmuştu, pislikti, dünyanın en rezil yaratığıydı, afedersin su katılmamış orospu çocuğuydu, şimdi ne oldu? "Ay çocuğu kaçırdık mı ne?"....Kaçırdın tabi. Bir de bunların erkek cinsini küçümserken argo konuşmaları var. Misal yukarıdaki ilk satıda "penis" demiyor da "skinizin kıvrımları" deyince daha egzantrik, daha isyankar, daha tespitçi olduğunu sanıyor. Değişiklik yok güzelim, mal aynı mal.

9-Bir Özlemdir Kapıkule: Türk gençliği arasnda bu söylem giderek yükselmeye başladı. Bu gençliğin içinde, lafı en fazla dile getirenler ve neredeyse hayat felsefesi haline getirenler de bu emo tayfası. "Abi bu ülkeden gitmenin zamanı geldi artık?", "Yaşanmaz ya bu ülkede, yurt dışına gitmek lazım bir an önce?". Sebep de şu? Bu arkadaşların yaşam şekli Türkiye'ye fazla geliyor. Hepsi çok marjinal yaşıyorlar ya. O derece sınırları aşmışlar çoktan. Sığamıyorlar ülkeye. Bak canımın içi, kapı Edirne'de, havalimanı Yeşilköy'de, konoslosluk Taksim'de, bavulcu Laleli'de, git başvur, sonra da topla bavulu nereye gidip "kurtuluyorsan" git. Nedir bu ülkeyle ilgili her olumsuz gelişmede Türkiye'den gideceğim havası. Gittikleri her yerde de sanki "vay vay vay kimleri görirem, bizim duygusal, kırılgan gençler degel mi bunlar" diye karşılanıp hayat boyu saç spreyi, indie rock ve renkli bağcıklarla muhattap olacaklarını sanıyorlar. Tabi işin hikayesi bu, bir yere gidecekleri yok, en fazla TCDD'nin inter-rail sayfasına giderler, onun da sonu malum. "Avrupa bu aralar çok opportunist çok pozitivist seneye yapalım bunu....."

10-Rebel Forces: Luke Skywalker asilerin başıydı koskoca Darth Vader'a kılıç salladı, Guy Fawkes Parlemento Binası'nı yakacağım dedi ama ele geçti, Che Guevera halkın düştüğü kötü duruma başkaldırdı, hadi onları anlayacağım da sizin bu asiliğiniz neye karşı hala anlamış değilim. Bir emo için başına gelebilecek en kötü şey, evde aynı anda misafirin olması ve "oğlum-kızım ayıp gel misafirlere hoşgeldin de" lafıyla karşılaşmaktır. Zira misafir eski tiptir, gelenekçiliktir, göz boyamacılıktır onlara göre ve bunlar bu kokuşmuş dünyanın orta oyunlarıdır. İsyan eder bizim emo. Eve geç gelmesine izin verilmemesine isyan eder, elde bira ile rock konserinde etrafta dolanır, lütfen değil ltf, merhaba değil mrb, hahahaha değil asdasdasd yazar, bazısı Öküzgözü'nü çok fazla kaçırıp bayılır, arada bir kendi etrafındaki konformist Nişantaşı kızlarını aşağılar, Türk dizilerini asla izlemez, Ankara'da Sakarya'dan, İstanbul'da Galata'dan aşağı inmez, hayatı ona göre bir başkaldırıdır. Peki sonra? Coğrafya'dan yarın sözlü var, anlat bakıyim isyankarlığını, başkaldırını. Obruk Platosu'nun alüvyonlarını yedirirler adama.

Yazı: Flying Dutchman

26 Haziran 2009 Cuma

Kramer the Movie Expert

Sevdan Olmasa

Sevdan olmasa, ben de her sabah gazeteye başından başlar; sondan bir önceki sayfayı o koca manşetleri göremeyecek hızla çevirmek gibi bir reflekse sahip olamazdım...yenildiğin günün ertesinde kahvaltımı yapabilir, akşamından da o kadar kalmazdım...

Sevdan olmasa o kadar kilometre yapmaz, bu denli duman almaz , çok benzin de yakmazdım. Ben de her insan evladı gibi afili rüyalar görür, rüyalarını paylaşanlardan olurdum... Sevgili ile fikstürüne bakmadan planlayabilirdim haftasonlarını. Ligtv'li mekanları araştırmaz, hedefi şaşırmıssam garsonlara çaktırmadan maç sonucu sormazdım. Sevinçli verilen mağlubiyet haberlerine sinir olmaz, "maçı bile izlemeyen kofti taraftar" yerine de konulmazdım...

Sevdan olmasa... içinde oyunun kırıntısı bulunan filmleri kovalamak yerine Lars von Trier'ı , Fellini'yi beğenebilir, hatta Trufo'dan keyif alabilecek kıvama bile gelebilirdim ; yerini, yurdunu bilmediğim tiyatro salonlarına koşar , 3 perdelik bir oyunu sıkılmadan izler , Brecht'in sistem karşıtlığı üzerine ahkam keserdim , gerekirse Godot'yu bile beklerdim... 1 Mayıs'larda utanmaz, olmayan bir devrimci futbol çizgisi üzerinde şaşmadan yürümeye çalışmazdım... Paşaların mı , halkın mı takımısın bilinmez ama sevdan olmasa, ben emekçi kardeşlerimi, simitçi, çırak, boyacı, köfteci kardeşlerimi tanımaz, kardeşim de saymaz , sınıfsal bilince, sınıfsız geleceğe eremezdim... Hakkında yazılmış ve de basılmış her satırı takip edebilmek için para harcamaz; hakem eskilerinin , zirzop spikerlerin kitaplarını almaz; kasanın önünde kolumun altında Fikret Başkaya kitaplarımla daha bir güvenli , entel olmadı asi dururdum... Sırf benziyorsun diye Ankaralı renkdaşına gönlümü vermez, ikinci yüzyıla hazırlanmaz , "bıraktık işi gücü, saldır Ankaragücü" kafasına gelemezdim... Sarı'yı, Lacivert'i renk bilir, böylesine tapmaz kesme işaretleri de kullanmazdım... Benim de rengarenk bir gardrobum, yasak olmayan hediyelerim, sınırsız renk seçeneklerim olurdu... Delinmemiş duvarlar, meşale yakılmamış evler, geri alınmış kira depozitlerim olurdu... En ucuz biralarla, en fena gobitlerle, yurdumun her köşesinden el değmiş tükürük köfteleri ile yıpranmamış bir mide de benimdi...

Sevdan olmasa ben de şarkı sözleri ezberleyebilir, ama melodileri bu kadar aklımda tutamazdım zira her bir tınıyı uğruna beste yapmak için almışım hafızama. Müzikte tavır nedir, nota nedir bilir ama 50 bin kişi nasıl detone olmadan şarkı söyler, nasıl sadece bağırarak dünyanın en güzel sesini çıkarır, nasıl aynı anda zıplayıp aynı anda yere iner akıl sır erdiremezdim... Ezeli rakibinle yapacağın maç öncesi, deplasmana koşmaz; samiyen'de, inönü'de atmosferi solumak için study trip yapmazdım.

Sevdan olmasa "tesadüfen" yaşadığım pazartesi kavgalarım, haftasonu yalanlarım olmazdı. Ortaöğretim devamsızlıklarım dengeli dağılır, pazartesileri okula giderdim.. Sabah evden ekmek almaya çıkıp senle buluşmaz, anne babadan izin faslını geçmek için bütün hafta tek simit almadan para biriktirmezdim. Kumaş makası ve pazar dergileriyle konfeti hazırlamaz, Gençlik Parkı’yla, Arjantin 78’le yaşım geldiğinde tanışırdım…

Vicdan Kanseri

Milliyet üç gündür bir insanlık kavgası veriyor. Hapiste bir üniversite rektörü var:
Kanser..
Tutuklanmadan 1 ay önce ameliyatla sol testisi alınmış.
Radyoterapi görecekken tutuklanmış.
Cezaevi şartlarında sağlığı daha da bozulmuş. Bir damarı yüzde 90 tıkalı iken, ikinci damarı da yüzde 60 tıkanmış.
Kolestrolü yükselmiş.
Şekeri nüksetmiş.
Avukatları tahliye talep ediyorlar.
Mahkeme duvar:
“Kuvvetli suç şüphesi var. Tutukluluğunun devamına...”
Avukatlar acilen radyoterapi uygulanması gerektiğine dair resmi raporla yeniden başvuruyorlar.
Mahkeme yine reddediyor:
“Raporda ‘hayati tehlike’den söz edilmiyor.”
Bunun üzerine “Kesin hayati tehlike var” raporu geliyor.
Mahkeme 3. kez “Hayır, bırakmam” diyor.
Hasta ağırlaşıyor. Sağlık Bakanlığı'na bağlı hastane “Radyoterapi uygulanmaması hayati tehlike yaratıyor. Baypas yapılması da zorunlu” raporu veriliyor.
Rektör, hastanede tek kişilik bir odaya kapatılıyor. Başına bir jandarma dikiliyor.
Eşi, yanında olmak istiyor. Hastane, “Yanında refakatçi bulunması uygundur” raporu veriyor.
Bu kez savcılık duvarlaşıyor:
“’Uygundur’ demek yetmez, ‘zorunludur’ demesi lazım.”
Aynı savcılık, “Nüfus müdürlüğünden eşi olduğunuzu kanıtlayacak belge alın gelin” diyor.
Uludağ Üniversitesi Rektörü, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran ve eşi Merih Yurtkuran’a yapılanlara bakınca, bu ülkenin yargı ve yönetimine “habis vicdan kanseri” teşhisi koyabiliyoruz.
Tedavisi çok zor bir kanser türü bu...
Üstelik metastaz yapmış, medyaya da sıçramış, bir kısmında vicdan dokularını tamamen öldürmüş durumda...
Öyle ki çoğu, olayın kendisini görmeyip Adalet Bakanlığı'nın yalanlamasını haberleştirebildiler.
Ya üniversitenin, rektörün yetiştirdiği doktorların, öğrencilerinin, onun yerini alan rektörün suskunluğuna ne demeli?..
Vicdan kanseri, oraya da mı sıçradı?
Evrensel hukuk bir seri katile bile tedavi için tahliye hakkı verirken, henüz neyle suçlandığı bile belli olmayan bir üniversite rektöründen bu hakkın esirgenmesi, (Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy’un deyimiyle) “taammüden adam öldürmek sayılır.”
Aynı yargının daha önce çete kurmaktan yargılananları “Hafızasını kaybetmiş” diye tahliye ettiğini, onların daha sonra kayıp hafızalarıyla siyaset sahnesinde boy gösterdiğini hatırlamıyor muyuz?
Dolandırıcılıktan mahkûm olanlar, yaşlılık gerekçesiyle affedilip siyasete dönmediler mi?
Burada asıl “suç”, siyasallaşmış bir yargının tersi yönde bir siyasi eğilime sahip olmak mıdır?
“Zamanında onlar da bize neler yaptılar”ın hıncı mıdır?
“Bırakırsak sonra onlar bizi yargılar” kaygısı mıdır?
Her ne ise, darbe dönemlerini aratmayan bu uygulama, Türkiye tarihinin en büyük suç örgütlerinden biri olduğuna inandığım "Ergenekon" un çökertilmesine filan değil, asıl çetenin ve faillerin gözlerden gizlenmesine yarar ancak...
Bir de vicdan sahiplerini “Hepimiz Ergenekoncuyuz” deme noktasına getirmeye...
Testissiz yaşanır da, vicdansız zor...

Yazı: Can Dündar

Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yandı

Askeri Savcılık, “İrtica Eylem Planı” belgesinin Genelkurmay’da hazırlanmadığının tespit edildiğini açıkladı. Belgedeki imzanın Albay Dursun Çiçek’e ait olduğuna ilişkin delil bulunmadığını belirten Savcılık, kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

''Anayasal bir kurum olarak düzenlenen ve Türk milleti adına yargılama faaliyeti yapan askeri mahkemelerin görev ve yetkilerine ilişkin mevzuat hükümleri dikkate alındığında, söz konusu olayla ilgili soruşturma görevinin Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına ait olduğuna kuşku bulunmamaktadır''

- 16 Haziran 2009 tarihinde belge üzerinde karargah çalışma usulleri, askeri yazışma teknikleri ile emir, talimat, yönerge ve uygulamalara uygunluğu açısından bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Düzenlenen raporda, belgenin şekil açısından hiçbir askeri yazı biçimine uymadığı, belgeye resmi evrak niteliği kazandıracak herhangi bir unsuru içermediği, karargah çalışma usulleri ve askeri yazım teknikleriyle uyuşmayan birçok maddi hata bulunduğu, askeri yazışma gelenekleriyle örtüşmeyen ibare ve kısaltmalara yer verildiği belirtilmiştir.

- Bilgisayarlar üzerindeki inceleme 13 Haziran 2009'da tamamlanmış, düzenlenen raporda söz konusu belgeye veya belgenin izine rastlanılmadığı belirtilmiştir.

- Adli Tıp Kurumunca tanzim edilen raporda özetle inceleme konusu fotokopi belgedeki imzanın belgeye sonradan eklenip eklenmediği ve Albay Çiçek'in mukayese imzaları arasında biçimsel olarak benzerlik saptanmakla birlikte fotokopi belgeden yapılacak değerlendirmelerin sağlıklı olamayacağına işaret edilerek, inceleme konusu imzanın Albay Çiçek'in eli ürünü olduğu ya da olmadığı hususlarında bir tespite gidilemediği belirtilmiştir.

23 Haziran 2009 Salı

Padişahım Sen Çok Yaşa!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Karaman’dan Ankara'daki bir nikaha yetişmek için yola çıktı. Ancak Gül ve ekibi geç kalmışlardı. Cumhurbaşkanı’nı eski Bayındırlık Bakanı Zeki Ergezen'in oğlunun düğününe yetiştirmek isteyen bürokrasi, iki şehir arasındaki yolu kapatarak bir ilke imza attı.
Bu olaydan geriye ise, Cumhurbaşkanı düğüne yetişsin diye kendi işlerinden ve zamanlarından olan vatandaşın çaresiz isyanı kaldı.

Görüntüsü için tıklayın.

22 Haziran 2009 Pazartesi

And the Top Gear's Stig is..

Sırası Gelenler...

DEMEK ki Genelkurmay'daki subay, yazıcıya "Darbe planı yapalım" dedi. Yazıcı "Kaç kopya olsun komutanım?" diye sordu.

Komutan "Üç..." dedi:

"Biri avukat arkadaşa gidecek, birisi Taraf Gazetesi'ne, biri de zaten gizli..."

Yazıcı selam çaktı, oturup yazdılar.

Bitince subay komutana koştu:

"Komutanım adı ne olsun?.."

"Neyin?.."

"Darbenin... Yapmıyacak mıyız?.."

"Yapacaz..."

"Darbenin adı olsun ki, ne yaptığımızı bilelim..."

Sonunda gizli şifreli, kimsenin anlayamayacağı bir isim buldular:

"AKP ve Fethullah Gülen'i bitirme planı..."

Komutan sordu:

"Ne olduğu anlaşılıyor mu?.."

Öbürü yanıtladı:

"Hayır komutanım, hiç anlaşılmıyor... Sanki başka bir şeyin şeyiymiş gibi belli bile değil..."

Komutan sevindi:

"Şifreli ya..."

*

İki gündür onu düşünüyorum; Genelkurmay'ın darbe planı herhangi bir avukatın bürosunda ne arıyor?..

Doğrusu belgenin başlığı da ilgimi çekiyor:

"AKP ve Fethullah Gülen'i bitirme planı..."

Levazıma bulgur alımı emrini gördüğümüzde, iki gün "LK-BAT"ın bizim akşam yiyeceğimiz bulgur pilavı ile ne ilgisi olduğunu düşünmüştük.

Sonra anlamıştık ki "Levazım Komutanlığına-Bulgur Alma Talimatı" yani; LK-BAT...

Ama darbe planı bu kadar açık ve net:

"AKP ve Fethullah Gülen'i bitirme planı..."

*

Neler oluyor sizce?..

Ergenekon davası, emekli paşalara ve sıradan insanlara gerekeni yaptı. Ama TSK içindeki rütbelilere uzanamadı...

Bunun ön hazırlığı mıdır bu?..

Dilini tutamayan Bülent Arınç'ın halkın önünde daha geçen gün "Sıra büyüklerinde..." demesinden tam on gün sonraya denk geliyor bu olanlar...

Sıra büyüklerde mi?..

Yazı: Bekir Coşkun