9 Ağustos 2008 Cumartesi

‘Küçük Soruşturması’nı İstihbarat Şubesi Kapattı

Bir dönem İstanbul Emniyeti’nde Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şube Müdürü olarak adını duyuran Adil Serdar Saçan, Ergenekon iddianamesi nedeniyle yeniden Türk kamuoyunun gündemine gündeme geldi.
Ergenekon iddianamesinin ana iskeletlerinden birini halen Kanada’da bir sinagogta haham yardımcılığı yapan Tuncay Güney’in 2001 yılında Emniyet’te verdiği ifade ve o tarihte evinde bulunan belgeler oluşturuyor.
2001 yılında Tuncay Güney’i ilk kez sorgulayan, kendisinden bu ifadeleri alan, evindeki aramada söz konusu belgeleri ele geçiren polis ise Adil Saçan’dan başkası değildi. Saçan, bugün o dönemde bu olayın üzerine kuvvetli bir şekilde gitmediği ve hatta dosyayı kapattığı suçlamalarına hedef oluyor.
Adil Saçan’ın kariyeri 2002 sonrasında büyük bir sarsıntı geçirdi. Sicili bozuldu, meslek hayatını bitirecek ithamlarla karşı karşıya kaldı. İşkence yapmak, rüşvet almak, görevi kötüye kullanmak iddialarıyla suçlandı. Tam 6 kez meslekten atıldı. Hakkında hem idari, hem adli toplam 39 dava açıldı. Yıllarca hukuk savaşı verdi. Bu davaların 36’sından aklandı, 3’ü halen devam ediyor.
Bu süre içerisinde mesleğe geri dönmesinin kendisine tebliğ edilmesini bekleyen ve Yeditepe Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi ve Eğitim Hukuku üzerine dersler veren Adil Serdar Saçan, Kuvvayi Milliye internet sitesinde ‘ulusalcı’ çizgide yazılar da yazdı.
Veli Küçük’ün evinde yapılan aramalarda ele geçirilen arasında “Saçan Hakkında bilinenler” ve “Saçan Hakkında Bilinmeyenler” başlıklı iki dosyanın bulunması dikkat çekti.

Ergenekon iddianamesinin kilit isimlerinden Tuncay Güney’i 2001 yılında ilk kez sorgulayan dönemin İstanbul Organize Suç Masası Müdürü Adil Serdar Saçan, Ergenekon’un ilk kez gün ışığına çıktığı o dönemdeki soruşturmanın perde arkasıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Saçan’a yönelttiğimiz sorular ve kendisinin yanıtları özetle şöyle:

Bugün kamuoyunun gündemine bomba gibi düşen Ergenekon soruşturmasını yedi yıl önce sizin kapattığınız söyleniyor. İşin aslı ne?
2001 yılı başlarında emekli Tuğgeneral Veli Küçük ile bazı polis müdürlerinin arası açılıyor. Bunlar Küçük’e, Tuncay Güney aracılığıyla bir cip ‘hediye’ etmek istiyorlar. Veli Küçük kabul etmiyor. Güney ve Ümit Oğuztan arkadaşlarıyla sahte plakalı evrakla bu cipi satmaya kalkınca, şikâyet üzerine yakalanıyorlar.
Asayiş Şube, ev ve işyerlerinde arama yapmadan önce bize gönderiyor. Emniyet İstihbarat Şubesi de bizi arıyor; ‘Biz zaten bunları 2000’den beri izliyoruz. Size gönderelim bir bakın’ diyor.

Tuncay Güney, “ifadesini işkence yaparak aldığınızı, evinde ve işyerinde yaptığınız aramalarda altı çuval Ergenekon yapılanmasıyla ilgili belgelerle ilgili hiçbir işlem yapmadığınızı ve eline pasaportu verip gönderdiğinizi” söylüyor?
Anlatan adama niye işkence yapılsın? Ayrıca o daha anlatmadan evinde ve işyerlerinde arama yapıyoruz. Ele geçen belgeler arasında Ergenekon, suikast isimli klasörler, kasetler var. Ve bunların hepsi tutanaklara geçiriliyor. Bu arama tutanaklarını yapan ben değilim. Bana bağlı bir ekip. Tuncay Güney’in sorgusuna istihbarat şubesinden ve benim şubemden iki emniyet amiri girdi.
Çünkü, Emniyet İstihbarat’ın takip ettiği konuyla ilgili bir sanık gelirse, İstihbarat bilgi sahibi olduğu için oradan da bir görevli sorguya girer.

Tuncay Güney’in sorgu tutanağında sorguya giren istihbaratçının adı yazıyor mu?
Hayır, sadece istihbaratçı olan imza atmaz, ama İstihbarat Şube Müdürlüğü’nden gelen görevlinin kim olduğunu kendileri (İstihbarat) çok iyi biliyorlar. İki başkomiser bunun sorgusunu yapıyor. Sormalarına gerek yok adam anlatmaya başlıyor. Bilmeden yazıyorlar.

Ancak, siz bu bilgi ve belgelere karşın dosyayı kapatmakla suçlanıyorsunuz...
Kim kapatmış? Bugün sizin ‘Ergenekon’ dediğiniz, benim ‘Susurluk’un askeri kanadı’ dediğim bu yapıyı çözmek için olayın üzerine ilk giden benim... Ergenekon’u çözen adamım. Bana teşekkür edeceklerine yükleniyorlar... Tabii ki bilmeden yazıyorlar, bilmeden iftira atıyorlar.

Tuncay Güney’in evinden ve işyerinden altı çuval belge alındı mı?
Tutanakta evinde ne ele geçirilmişse tamamı yazılı. Bunun altı çuval belge dediği şeyin yüzde 80’i açık kaynaklardan oluşan bir arşiv. Bir gazetecinin arşivi gibi düşünün. Asıl arşiv Ümit Oğuztan’ın evinden çıkıyor. ‘Ergenekon’ ve ‘suikastlar’ diye iki dosya. Peki, bunların iddiası ne? Veli Küçük önderliğinde Susurluk’un bir askeri kanadı var. Bunlar adam öldürmekten uyuşturucu kaçakçılığına kadar büyük bir şebeke...

Ergenekon sizin elinizde patlamış işte, sorun ne?
Sorun şu; Tuncay Güney, “Uğur Mumcu cinayeti” diyor mesela... “Kim öldürmüş?” diye sorulduğunda, “Bilmiyorum ama Veli Küçük biliyor” diyor. Mesela, diyor ki, ‘Kırıkkale silah fabrikasını Veli Küçük havaya uçurdu...’ Nasıl uçurdu? “Bilmiyorum, duydum...” Böyle ifadeler...

Siz polissiniz, iddiaları değerlendirilebilirdiniz?
Biz de öyle yaptık. İfadesini videokasete aldık. Yüzlerce sayfa belge, bilgi, bilgisayar çıktıları var. Sonra dönemin DGM Başsavcısı Aykut Cengiz Engin (Bugünkü İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı) ile görüştüm, Güney’in iddialarını söyledim ve “Ne yapalım?” diye sordum.
Savcı dedi ki: “Kasetin çözümünü yapın, bana gönderin inceleyeyim, gerekirse çalışma izni veririm.” Biz çözümü yaptık, kaseti DGM’ye gönderdik. Tuncay Güney ve arkadaşlarını da oto işinden adliyeye sevk ettik. Fatih Adliyesi tutukladı.
Fakat ertesi gün kefaletle bırakılmış. Tuncay’ın verdiği bilgiler, üzerinde çalışmaya muhtaç bilgilerdi. Önce izin almamız gerekiyordu. Savcılığa, ’Tuncay Güney’in iddiaları doğrultusunda uyuşturucu kaçakçılığından adam öldürmeye kadar birçok suça karıştığı ve örgütün liderliğini yaptığı iddia edilen Veli Küçük hakkında soruşturma izni istiyorum’ dedim. Tarih 15 Mart 2001.

Başsavcılıktan Veli Küçük’ün soruşturulması ile ilgili izin çıktı mı?
Evet. DGM Başsavcısı Aykut Cengiz, “Bu iddiaların soyut olduğunu, bazı kurumları yıpratma amacı taşımakta olduğu anlaşılmaktadır, ama bunlara rağmen izin verdim’ dedi.
Yani, Başsavcı, ‘Bu iddiaların büyük bir bölümünün soyut, mücerret ve duyumlara dayalı olmasına rağmen proje çalışmasına izni veriyorum’ dedi.
16 Mart 2001 tarihinde soruşturmayı yapmakla yetkili makam savcılık olduğu için bir savcı görevlendirildi. Şimdi Zekeriya Öz nasıl görevlendirildiyse, o zaman da bir savcı görevlendirildi. Biz de bu bilgileri delillendirmek için izin istemiş miyiz? İstemişiz.

Savcı soruşturma açsa haberimiz olurdu. Kimdi o savcı?
Muzaffer Yalçın, O görevlendirildi. Onun başkanlığında bir proje çalışma izni verildi.

Ama bu yazı size geldi? Siz Organize Şube olarak ne yaptınız?
Ben Veli Küçük’ün soruşturulmasıyla ilgili bu izin yazısını doğruca Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne gönderdim. Bu adamları 2000’den beri takip ettiğini söyleyen yer neresi? İstihbarat Şube Müdürlüğü. Bu adamları bize getiren kim? İstanbul İstihbarat Şubesi. Niye ikna olmuyorsunuz ki, ben işimi yaptım doğru olanı yaptım.

Anlamadığım şu; İstihbarat Şubesi Tuncay Güney’i size göndermiş, siz izin aldıktan sonra, niye bu dosyayı istihbarata geri gönderiyorsunuz tekrar. Bunun mantığı ne?
Çünkü, Tuncay Güney bize gönderildiğinde Samanyolu televizyonunda kameramandı. Ben bunun hangi gruba mensup olduğunu az çok tahmin ederim yani. Durup dururken Samanyolu televizyonuna adam almazlar. Peki, Güney’i bana getiren İstihbarat görevlilerinin ne olduğunu biliyor muyum? Biliyorum. O zaman ‘Buyurun siz bakın bu işe’ dedim. Ayrıca, o tarihte 110 kişiyle bütün mafyaya bakıyorum. Susurluk benzeri bir yapılanmayı bu kadar adamla benim şubemin çözmesi mümkün değil.
Tutuyorum ben doğru olanı yapıyorum. Diyorum ki, siz bu adamlarının geçmişini biliyorsunuz, buyurun çalışma iznini de aldım. Bundan sonrasını görevlendirilen savcıya ve İstihbarat Şubesi’ne soracaksınız.
Ben Susurluk’un askeri kanadı yok dedim mi? Asla demiyorum... Veli Küçük ile çalışma izni almışım. Savcı görevlendirilmiş, istihbarat bilgilendirilmiş artık bu saatten sonra benim bu soruşturmayı kapatmam mümkün mü?

Ama kapanmış işte. Acaba siyasi bir baskı mı oldu?
Bir sene sonra istihbaratın yazdığı yazı üzerine kapatıldı. İstihbarat Şube Müdürlüğü ve Daire Başkanlığı’nın teknik takip birimlerinde kim görev yapmışsa onlara soracaksınız. Yani, ben bu soruşturmayı kapatacak olsam belgeleri alırım savcılığa hiç bildirmem, derim ki kapattım... Bu arada dikkatinizi çekerim; Benim Veli Küçük’ün ve adamlarının soruşturulması için aldığım bu çok gizli izin yetkisiyle ilgili yazı Veli Küçük’ün evinde bulunuyor. Küçük ile ilgili izin kâğıdı ona nasıl gitmiş bunu da araştırmak lazım...

Bu arada savcı ne yapıyor? Soruşturma açmadı mı?
Savcı soruşturmayı açmadı. Hazırlık soruşturması açılmamış, hazırlık numarası verilmemişse ele geçirilenleri adli emanete siz götürüp teslim edemezsiniz. Bu çocukların sahtecilikten yargılandığı mahkeme sorar diye tutanaklarla beraber bizim depoda tutuldu.
Zaten, 2003 yılında 1. Ağır Ceza, Organize Şube’ye ‘ele geçen belgeler nerede?’ diye soruyor. İşte o belgeler, bu Ergenekon belgesi. Ümit Oğuztan’a ait olanlar avukatına teslim ediliyor. Tuncay Güney’inkini de bizim mahkemenin adli emanetine. Ben gittikten sonra oluyor bunlar, Organize de götürüyor, teslim ediyor. Bugün Ergenekon dediğiniz iddianamede yer alan iddialar İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin emanetinde duruyordu, İsteyen gidip bakabilir.

***

Haftalardır bloga yazdıklarım bu söyleşide de birebir anlatılmış gibi. Konuyu günde 10tane yancı ve en büyük görevi muhaliflere çamur atmak olan gazetelerdeki iddialardan takip etmek yerine soruşturmayı ilk başlatan kişiden dinlemek ve bilgilenmek daha yerinde olur sanırım.Aşağıdaki linklerde bu röportajın devamını bulabilirsiniz, eğer ülkenin gidişatıyla ilgiliyseniz..

Röportajın 2.kısmı

Röportajın 3.kısmı

Lübnan mı Burası ?

İstanbul'un göbeğinde (Üskğdar) askeri tesislere havanla saldırılabildiğini de gördük ya, ben artık birşey demiyorum. Artık PKK'nın güçten düşmesi nedeniyle şehire inip tamamen marjinalleşeceği hipoteziyle bağlantılı olma ihtimali dahilinde gelecek günlerde çok garip bir şehir yaşantısı bizleri bekleyebilir. Vali ve Emniyet Müdürümüzden toplanan işçi, vs. insanları dövme ve dağıtma yeteneklerini bu alanda da kullanmalarını bekliyoruz, herifler şehrin ortasındaki ana kışlaya havan topuyla saldırabilecek kadar motoru yakmış durumdalar. Günlerden 1 Mayıs olmadığı sürece İstanbul'da herşeyi yapmanın da serbest olduğunu görmüş olduk. Peki böylesine bir saldırıyı Emniyet istihbaratçıları nasıl haber almadılar? Onlar Ergenekon peşinde,ondan. İstifa mı? Ne gerek,alt tarafı 4 tane havan..

Sabıkalı Siyaset


“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmekten” hükümlü AKP kapatılmadı. İyi de...
“Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline geldiği” hükmüyle Anayasa Mahkemesi’nce mahkûm edilen bir partiyle demokrasiyi nasıl götüreceksiniz?
Erdoğan, “Biz laiklik karşıtı değiliz” diyerek mahkeme kararını tanımayacağını söylemedi mi? “Yola devam” diyerek tabanına mesaj vermedi mi?
Hangi tabana mı?
AKP ile iş kotaran iç ve dış “odakları” bırakın bir yana.
Ya peki, hangi taban mı?
Ahmet Hakan pazar günü Hürriyet’te yazdı. Din eksenli 20’yi aşkın “cemaat, grup, zümre”yi meşreplerine göre anlattı. “Eskiden memleketimizin ‘Tarikatlar, cemaatler, gruplar evreninde acayip çeşitlilik olduğunu” vurguladı.
AKP’nin yüzde 47’lik iktidarından sonra ise, ne olduysa oluyor, bütün bu gruplar:“Aralarındaki tüm ihtilafları, çekişmeleri, savaşları, itirazları, kocaman bir paranteze alarak omuz omuza geçinip gidiyorlar.”
Bu evreni iyi tanıyan Hakan’a göre, bunların: “Alayı bir anda AKP’li olup, ‘Allah razı olsun Tayyip Bey’den’ demeye başlıyor.”
Şimdi söyleyin bakalım: Konya’da kaçak binada ruhsatsız Kuran kursunda 18 masum çocuğun hayatına mal olan facianın sorumlularından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı haline gelmekten” hükümlü Erdoğan hesap sorabilir mi?
Soramaz. Çünkü, “tabanı” facia için “Takdiri ilahi” diyor. Çünkü, o kurslar “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olan AKP’ye yeni tabanlar yetiştirmek için kollanıp korunuyor.
İşin asıl ilginç yanı, “liberal entel demokrat cemaat”in, Cumhurbaşkanı Gül’ün moderatörlüğünde AKP ile uzlaşma kampanyasına başlaması.
Unutulmamalı ki, ilerde bugünkünden daha ağır bunalımlarla karşılaşılırsa, bunun sorumlusu “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” Erdoğan ve AKP olmayacaktır.

Yandaş Medya


AKP iktidarının 5. yılında “yandaş medya” diye bir tabir Türkçeye yerleşti. Bu tabir, hükümet yanlısı, iktidar yanlısı olan gazeteler, TV’ler için kullanılıyor.
Peki hükümet yanlısı olmak suç mu?
Değil.
Ama doğru bildiğini söylememek, halkı yanlış bilgilendirmek, dezenformasyon savunulamaz. Görüş farkı başka şey, bu anlamda yandaş olmak başka şey değil mi?
Yani medya mensubu, her türlü baskı ve tesirden uzak kalıp doğru bildiğini yazmalı, çizmelidir.
Bu tesir, gazete denen müesseseye, çeşitli imkânlar şeklinde olsa da, çalışana çeşitli ayrıcalıklar şeklinde uygulansa da...
Çeşitli etkenlerle iktidar yandaşlığı yapmak, objektif olmamak uzun vadede iktidar için de yararlı değildir, ülke için de, onları yazan için de...
Bunları niye yazdım?
Şunun için:
En son, Anayasa Mahkemesi, AKP iktidarı aleyhine karar verdi ama bazı gazetelerimiz bu haberi farklı duyurdu.
Bu veriş objektif mi? Aynı gün çıkan diğer bazı gazetelere bakınca bunun objektiflikle ilgisinin olmadığını gördük. Ve işte “yandaş medya” bu olsa gerek, dedik.
Şunu da söyleyeyim:
“Yandaş medya”nın varlığı, yandaş olmayanların, yani objektif olanların, tirajlarını artırma fırsatını da doğurur.
Yeter ki, Türkiye’ye bu durum iyi duyurulabilsin. “Yandaş medya” dediğimiz gazetelerde, TV’lerde çalışanlar, tanısak da tanımasak da, arkadaşımız sayılırlar.
Onlara bir kez daha düşünmelerini tavsiye ederim.
Unutmayın, bu ülkenin geleceği bir bakıma medyanın elinde.
Ben içimden geçenleri söyledim, yazdım. Yanlışım varsa affola...

Yazı: Doğan Heper

Ülke ve Özgürlük

Bir televizyon kanalı olan 24, enteresan bir biçimde dünya sinemasından güzel filmler gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde de İspanya İç Savaşı’nı anlatan, Ken Loach’un çektiği ‘Ülke ve Özgürlük’ filmi gösterildi.

Orduyu eleştirdiği ve demokrasiyi savunduğu için AKP yandaşlarının kendi eşrafından saydığı entelektüel kesimin de piyasa mekânı olması hasebiyle; 24, ‘yeni Türkiye’nin cilalı ekranı sayılabilir. Orası, Türkiye’de yaşanan kafa karışıklığının şık yüzü. Bir tane bile başörtülü kadın yok ama herkes başörtüsü mücadelesini savunuyor mesela...

Muhafazakâr gazete yazarlarının ‘kıro muhafazakâr’dan ‘havalı liberal’e geçiş için çıkmaları geren trambolin orası. Haber bültenlerinin kalitesini teslim ederek söyleyeyim:
Doğru dekor ve doğru ışıkla her totaliter muhafazakâr özgürlük savaşçısı olarak görünebilir!
Fazlaca kutsanan ‘diyalog’ kavramının, iktidarın kolları altında civcivler gibi kaynaşmak sanılan ‘ortak akıl’ manipülasyonunun zaman zaman şahikasının yaşandığı bir ekran. Öyle ki, tartışma programlarında hiç tartışılmıyor, herkes durmadan uzlaşıyor:

‘’AKP Türkiye’nin şansıdır! Eveeeet! Demokrasi AKP’nin kapatma davasından gayrı zulüm görmüş müdür? Hayıııır!’’
Karşılarında başka bir fikri veya bakış açısını savunan insan kalmadığı (alınmadığı) için tartışmacılar genellikle sıkılıyor ve çoğu zaman kanalın tek eğlencesi ‘Genç Siviller’ ekibinden birilerinin yaptığı ‘Şimdiki çocuklar harika’ kabilinden cinlikler oluyor:
‘’Göster bakalım amcalara iktidar âşığı muhalif nasıl olunur?’’
Genç Siviller adlı hormonlu oksimoron oturup ‘amcalar’ın niye kendilerini bu kadar sevdiğini düşünüyor mu acaba? Yoksa bu soru çok mu naif?

Buna mukabil, her iki tarafta da ‘amcalar’ın sevmediği çocuklar var. Türkiye’deki kutuplaşmanın bütün siyasal taraflarda yarattığı angutluk ve cehalet göz önüne alındığında, her bir tarafın kendi ‘cephesine’ kattığını varsaydığı kafası çalışan insanların durumu pek acıklı.
Diyeceğim o ki film seçimi nedeniyle mütedeyyin izleyiciden tepki aldığını duyduğumuz 24’ün ‘Ülke ve Özgürlük’ filmini yayımlaması bu sebepten önemli. Demek ki kanalda maceracı birileri var.

Çünkü bence dünyayı ve Türkiye’yi bu akıllı maceralar kurtaracak. Her iki tarafta da bu ‘maceracılar’ kendi tarafının betonarme kafa yapısını teşhir eder, ait oldukları varsayılan tarafın ikiyüzlülüğünü ortaya çıkarmaya cesaret ederse ancak o zaman konuşmaya başlayacağız. Amcaların nefretine cesaret edecek ‘genç’ aranıyor yani!
24’teki o ‘maceracı’, benim aklıma şu soruları getirdi mesela:

Acaba filmdeki Troçkist militan kadın Stalinist ekip tarafından öldürüldüğünde mütedeyyin kadınların da gözü dolar mı? Ya da filmin ‘anarşikler’i anlattığını anladıktan sonra ‘Gebertsinler birbirlerini!’ mi derler?
Müslümanlar, tanrıtanımaz insanların ülkelerini ve insanları sevdiğine inanabilirler mi? Müslümanlar tanrıtanımazları sevebilirler mi?
‘İnanca saygı’ adlı dev fasaryadan bahsetmiyorum, sevebilirler mi? Sivas’ta İslam adına yakılan insanlar için Müslümanlar adına özür dileyen birileri oldu mu?

Bir de şu:
‘Ayy ne berbattık solcuyken’ cümlesini şiar edinmiş, sol düşünceyi taşlama ayinleri etrafında birleşmiş insanların baskın olduğu bir kanalda sağ yumrukları havada duran insanların filmini göstermeye kalkanın başına neler gelir? Başörtüsünün üniversitede serbest bırakılması gerektiğini yazdığımda benim başıma gelenler mi?

AKP’nin Türkiye’de yarattığı (ya da AKP’yi yaratan) siyasal ve toplumsal dalga, şimdi iktidar koltuklarında oturanların kızları ve oğullarıyla değişecek ve dönüşecek.
Giderek histerikleşen Kemalist çevrenin çocukları da ana-babalarına benzemeyecek. Bu memleketin ayakta kalması için bir terkip bulunacaksa onlar bulacak. Şimdiki amcalar değil. Belki onlar, ülke ve özgürlük için kendini ortaya koyan, güzel hayalleri olan iyi insanların öldürülmesine, tanrı tanısın veya tanımasın, beraber ağlayabilecekler.

Yazı: Ece Temelkuran

Suyundan da Koy

Büyük gayrimenkul satışlarının önünü açacak 5793 sayılı kanun Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Kanun, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ve Özelleştirme İdaresi’ne (ÖİB) geniş imar yetkileri veriyor.Hükümet bu kanuna dayalı olarak aralarında Galataport ve Haydarpaşa’nın da yer aldığı limanlar, Devlet Demiryolları (TCDD) ve Devlet Su İşleri’nin (DSİ) gayrimenkulleri ile Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) bağlı okulları da kolayca satışa çıkaracak. Yeni kanundaki düzenlemeler şöyle:

-TOKİ tarafından yapılan imar planları, planların belediyelere veya valiliğe intikal ettirildiği tarihten itibaren 3 ay içinde onaylanacak. Bu sürede onaylanmayan planlar, TOKİ tarafından resen onaylanacak.

-Özelleştirme kapsamına alınan arsa ve arazilerin planları ve plan revizyonları, ÖİB’ce yapılacak. Planlar Özelleştirme Yüksek Kurulu’nca onaylanacak ve 5 yıl süreyle değiştirilemeyecek. Özelleştirme sürecinde yapılacak parselasyon planları Özelleştirme İdaresi’nce onaylanacak. Bu planlara göre yapılacak yapılarda her türlü ruhsat ve diğer belgeler ile izinler, ilgili mevzuat çerçevesinde yetkili kurum ve kuruluşlarca verilecek.

-TCDD Genel Müdürlüğü’nün işletmecilik fazlası taşınmazlarının satışına karar verilmesinde, bu kuruluşun yönetim kurulu yetkili olacak. İmar planında TCDD alanı veya TCDD hizmet alanı olarak ayrılan taşınmazlar, ancak imar planı değişikliği yapılarak satılabilecek.
Satışı ve değerlendirilmesi yapılacak taşınmazlar, TCDD Genel Müdürlüğü tarafından çevre imar bütünlüğünü bozmamak kaydıyla yapılan veya yaptırılan her ölçekteki imar ve parselasyon planları, 3 ay içerisinde aynen veya değiştirilerek onaylanmak suretiyle yürürlüğe girecek. 3 ayda onaylanmayan planlar Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından resen yürürlüğe konulacak. Ayrıca TCDD’ye ait işletmecilik fazlası taşınmazlardan yönetimce uygun görülenler, özelleştirilmek üzere ÖİB’ye bildirilecek. Bu taşınmazların satışından elde edilecek gelir, TCDD’ye aktarılacak.

-MEB’ye tahsisli Hazine mülkiyetindeki taşınmazların, MEB ile mutabık kalınarak tahsislerini kaldırmaya ve satışına Maliye Bakanı yetkili olacak. Bu taşınmazlardan MEB’ce uygun görülenler, Maliye tarafından özelleştirilmek üzere ÖİB’ye bildirilecek.(Gitti tarihi okullar..)

İddianamede Günün Komedisi vol.2

Türkiye’nin bir numaralı gündemi haline gelen Ergenekon davasına ilişkin hazırlanan iddianamenin 441 klasörden oluşan eklerinde adeta yok yok.

Eklerde yeralan belgelerde devlet, kişisel ve özel sırlar ile şirketlerin ticari sırlarına kadar bir çok belge ve bilgiye ulaşmak, eklerin yeraldığı CD’yi kopyalamak kadar kolay. Devlet ve kişilerin özel hayatlarına ilişkin sırlar ile şirketlerin ticari faaliyetleri veya bir çok belge ve bilgi eklere konulmak zorunda mı? Hukukçular bu tartışmaya “eklerde onca devlet sırrını içeren" bilgi ve belgelerin olmasının suç olduğu görüşünde. Ergenekon davası kadar eklerde yeralan ve hergün bir parçası gün ışığına çıkan belgeler de uzun süre tartışılacak gibi.

-Ana başlığı, “Türk’ün Anası, Türk Kadınıö olan proje. Projenin alt başlığı şöyle: “Türk Erkeği ‘Anasını, Kardeşini, Karısını, Kızını’ Baş Tacı Edendir" Projesi. Bu projede Türk kadının tanımı yapılıyor, kadının toplumsal, tarihsel günlük yaşam tarzları ve hedeflerini içeriyor.

-İstanbul’da yabancılara ait vakıf, vakıf malları ve kullanım biçimine ilişkin liste;

-1992, 1993 yılı subay atama emrini içiren hizmete özel doküman, Jandarma Genel Komutanlığı İnsan Hakları Broşürü;

-Özellikle Susurluk kazası sonrası olayları, kişiler ve kişiler arası bağlantıları içeren çok sayıda Başbakanlığa sunulan MİT raporları;

-Abdullah Çatlı’nın hayatı. Çatlı’nın beraber olduğu bayan siyasetciye ilişkin özel not ve rapor;

-Emniyet Genel Müdürlüğü ile il emniyet müdürlerinin çeşitli olaylara ilişkin gizli resmi yazışmaları;

-Milletvekillerine, kamu yöneticileri ile emekli veya muvazzaf subaylara ilişkin kişisel notlar, iddialar;

-Medya sektöründe faaliyet gösteren bazı şirketlerin şirket sırları ile kurumsal yapılanmalarını içeren doküman;

-Türk uydu projesi ve Türkiye’nin neden nükleer santrale ihtiyaç duyduğuna ilişkin geniş dokümanlar

-TSK’ya ait 2001-2002 Bakım İkmal Yeterlilik Değerlendirmesi Düzenletici İşlem Takip Tablosu;

-Deniz Kuvvetleri Komutanlığı İstanbul Tersane Komutanlığı alım yetki belgeleri ve ihale teklifleri;

-Ulusal Köy Kütüphaneleri Projesi;

-Milli Savunma Bakanlığı Teftiş Yönetmeliği 2006, Genelkurmay Basımevi Hizmete Özel;

-Güneydoğu’da görev yapan timlerin özel haftalık istihbarat notları;

-AKP Hükümeti tarafından gerçekleştirilen irticai nitelikli yasal düzenlemeler. Gizli ibareli hangi kurum tarafından hazırlandığı belirtilmeyen doküman;

-Pişmanlık Yasasından şimdiye kadar ifade veren örgüt üyeleri isim listesi,

-AİHM’den Türkiye aleyhine karar çıkartanların listesi ve tam dokümanı;

-15-16 Temmuz 2003 Tarihlerinde Sayın Genelkurmay Başkanının Refakatlerinde 1, 2, 3, ve Ege Ordu Komutanları ile Nato Güneydoğu Müşterek K, Harp Akademileri ile Donanma Komutanları ile yapılan görüşmelerde Ülke Sorunları İle İlgili Vurgulanan Hususlarö Gizli ibareli doküman;

-Irak’a Asker Görevlendirilmesi İle İlgili Politik Askeri Durum Değerlendirmesi (22 Temmuz 2003) Gizli ibareli belge;

-Yüksek Askeri Şura Konuşma Notu (2003) Gizli ibareli. Bu dokümanla bağlantılı bir çok askeri personele ilişkin özel notlu bilgi notları;

-AB ve ABD’den para alan sivil toplum kuruluşlarının listesi;

-Erdek Deniz Üs Komutanlığı bünyesinde Dış Ülkelerin Ders Kitaplarında Türkler ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Aleyhine Tespit edilen Hususlar Dokümanının özeti;

-Kara Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığı’nca hazırlanmış Türkiye ve bölgesine ilişkin kapsamlı, harita, grafik ve birliklerin konuşlanmalarını gizlilik dereceli rapor;

-Türkiye genelini kapsayan ayrıntılı Genelkurmay Başkanlığı İrticai Örgütlerin Tehdit Değerlendirmesi raporu (2003);

-Kara Kuvvetleri Komutanlığı Sınır Güvenlikleri Sistemi (SGS) ayrıntılı gizlilik dereceli doküman;

-Türk Silahlı Kuvvetleri Bilgi Harbine Nasıl Hazırlanmalı? Gizlilik dereceli kapsamlı rapor (1999);

-Türkiye Cumhuriyeti’nin Laiklik İlkesinin devamlılığının Sağlanması İçin Yapılması Gereken Çalışmalar, 1999, Harp Akademileri;

-Diyarbakır Jandarma Asayış Komutanlığı İç Güvenlik Harekat Değerlendirme Raporu Gizli ibareli raporda, Güneydoğu’daki birlik sayısı, ateş gücü ve birlik konuşlanmaları ile mücadele yöntem ve taktikleri ayrıntılı biçimde anlatılıyor;

-Maliye Müfettişi Burhan Ulutan’ın 15/9/947 tarihli “Cenup-Şark Anadolu Halkına Dair Düşüncelerö Van raporu;

-Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, ABD Savunma Bakan Yardımcısı Woltfowitz’e rica için yazdığı iddia edilen 4 Kasım 2002 tarihli mektup;

-AKP’li milletvekillerine ilişkin özel detaylı bilgi notları, TKP’nin örgütlenmesine ilişkin detaylı çalışma (2003);

-ATO Başkanı Sinan Aygün’ün çeşitli ülkelerin cumhurbaşkanları ile dışişleri bakanlarına terörizmle ilgili yazdıkları mektup ve yanıtları;

-Jandarma Genel Komutanlığı’na ailt Sorgulama ve Soruşturma Teknikleri üzerine detaylı çalışmayı içeren doküman;

-Sabancı cinayetine ilişkin MİT’in hazırladığı iddia edilen rapor;

-Türkiye’yi yönetenlerin etnik kimlikleri ve geçmişleri.

8 Ağustos 2008 Cuma

İddianamede Günün Komedisi

Ergenekon’da gizli tanık tartışması sürerken, avukatlara dağıtılan CD’lerde söz konusu kişilerin tanıkların çok da “gizli” olmadığı ortaya çıktı. Gizli tanıklardan birisi, delil CD’lerinde deşifre edildi. Ergenekon iddianamesine dayanak olan 441 klasörün içinde, gizli tanık olarak dinlenmesi istenen ve terör örgütü PKK’nın yöneticisi olmak suçundan bir cezaevinde hükümlü bulunan H.B.’nin kimliği hakkında açık bilgiler yer aldı. Oysa gizli tanığın 8 Ocak 2008 tarihinde yürürlüğe giren Tanık Koruma Kanunu çerçevesinde korunması gerekiyor.

H.B.’nin gizli tanık olarak dinlenmesi için savcı Zekeriya Öz, 5 Haziran 2008 tarihinde “ÇOK ACELE” başlığıyla Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir yazı gönderdi. Savcı yazısında H.B.’nin isterse gizli olarak dinlenmesini de belirtti. Savcı Öz, yazısında “CMK/nın 250. maddesi gereğince Cumhuriyet Başsavcılığımızca yapılmakta olan Ergenekon soruşturması kapsamında; Hükümlü “x” ve “y” oğlu, 1960 Şanlıurfa doğumlu, Şanlıurfa ili “x” ilçesi nüfusuna kayıtlı H.B.’nin soruşturmamız ile ilgili bilgisine başvurulacağından, hükümlü H.B.’nin Cumhuriyet Başsavcılığımıza celbi ile Cumhuriyet Başsavcılığımız tarafından görevlendirilmiş İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nce görevlendirilmiş emniyet amirleri Muhtalip Günay ve Mehmet Karabörk’ün de katılımları ile Cumhuriyet Başsavcılığınız tarafından görevlendirilmiş bir savcı tarafından isteği halinde gizli tanık olarak ifadesinin alınması, düzenlenecek olan tutanağın gelen görevlilere elden teslim Cumhuriyet Başsavcılığımıza gönderilmesi hususları rica olunur” dedi.

Savcılıklar arası bu yazışmada avukatlara dağıtılan CD’ler içinde yer aldı ve H.B., açık ismiyle deşifre edildi. Terör örgütü PKK’nın yöneticileri arasında H.B., Ergenekon soruşturması kapsamında tutuklanarak Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevi’ne konulan emekli organeraller Hurşit Tolon ve Şener Eruygur ile aynı cezaevinde bulunuyor.

Amanda Beard




Federica Pellegrini



Leisel Jones



Stephanie Rice



Sado Mazo Fatih Ürek


Ergenekon iddianamesinin delil klasöründe yer alan tuhaf bir belgede, “ölüm işkencesine katılanlar” diye MİT’çi oldukları söylenen sanatçılar, siyasetçiler, işadamları ve gazetecilerin listesi yer alıyor.Listeye göre Fatih Ürek, Hülya Avşar ve Emel Sayın gibi çok sayıda sanatçı ölüm işkencesine katılmış birer MİT elemanı.
Ergenekon iddianamesinin 404 nolu delil klasöründeki bir belgede çok sayıda tanınmış kişinin adı geçiyor. Ölüm işkencelerine katılan sanatçılar arasında Fatih Ürek, Sibel Can, Hülya Avşar, Hande Ataizi, Emel Sayın, Ayşen Guruda ve Ferhan Şensoy gibi isimler gösteriliyor.
Klasördeki belgeler arasında “Azılının azılısının azılısı işkenceciler” listesinde Osman Yağmurdereli’nin yanı sıra Fatma Girik, Oğuz Çetin, Özer Çiller ve Halis Toprak gibi isimler yer alıyor.
Belgede ayrıca para karşılığı işkence yaptığı öne sürülen kişiler de bulunuyor. Listeye göre MİT’çi olarak nitelendirilen Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’ün işkence karşılığı 20 milyar dolar aldığı belirtiliyor. Aynı listede Deniz Baykal, Mesut Yılmaz ve Bülent Ecevit’in 100’er milyon dolar, Rus erkek işkenceci Aleksandr Kalaşnikof’un ise 10 kentrilyon lira aldığı yazılı.
***
Bu ne ya, bu nasıl bir belge? Öncelikle kim kime işkence yapıyor, işkence yapan mı yapılan mı para alıyor, neden para alınıyor, hadi diğer herkesi geçtim Bülent Ecevit o haliyle nasıl işkence yapabildi, "matmazel" lakaplı futbolcu Oğuz Çetin işkence esnasında nasıl bir şeye dönüşüyor, Emel Sayın,Ayşen Guruda ne tarz işkence yapıyor, yahu bu kadar para nasıl dönüyor işkence sektöründe? Ben asıl Aleksandr Kalaşnikof'u arıyorum, aldığı paraya bak be 6-8 trilyon dolar civarı bir para, Bill Gates bu kadar kazanmış mıdır acaba hiç? Sonuç olarak ben bir bok anlamadım, tek anladığım sanırım bu iddianameyi hazırlayanlara göre benim hukuk-iddia-delil kavramlarım daha rasyonel..

Açılın Demokrasi Geliyooorr!

21 üniversitede rektörler değişti. Bazı üniversitelerdeki seçim süreci dikkate alınmadan Abdullah Gül kafasına göre rektör atamaları yaptı. Özellikle İTÜ, 9 Eylül, Akdeniz, Dicle ve Gazi Üniversitelerinde şu andaki iktidarın düşünce yapısına (düşünce de ne kadar düşünce orası ayrı :) )muhalif görünen ve seçim sonuçlarında önde görünen adaylar yerine AKP yanlısı adayların rektörlüğe getirildiği iddia ediliyor. En somut örnek ise Dicle Üniversitesinden: 2004 seçimlerinde AKP'den 3. sıra milletvekili adayı olan bayan profesör rektörlük seçimlerinde üçüncü olmasına rağmen Cumhurbaşkanı tarafından rektörlüğe atanıyor. Şu anki Cumhurbaşkanı göreve gelirken ne iddia ediyordu? "Partilerüstü", "bağımsız", "demokrat" olacağını söylüyordu. Eee, kastettiği bu muydu? Şimdi " Önceki Cumhurbaşkanı Sezer de kafasına göre atamalarla oynuyordu" diyenler çıkacaktır. Birincisi Sezer kendi döneminde 7 sene boyunca şu 1senede yapılan kadar seçim süreciyle oynamamıştır. İkincisi Sezer ve benzerlerini totaliterlikle, anti-demokratlıkla suçlayıp halka şikayet eden AKP ve yancıları "ülkeye demokrasi getireceğiz." diyorlardı. Bu mudur demokrasi yani??? Bi de derler ki Anayasa Mahkemesi kapatmayarak ülkede demokrasi olduğunu göstermiş.. Hadi canım sende.
***
Diğer üniversitelerin içini bilmem ama iyi bildiğim Dokuz Eylül Üniversitesi "eski" rektörünün seçim süreciyle ilgili açıklamasını nakletmek istedim:

Görev süresi dolan Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, yerine atanan Prof. Dr. Mehmet Füzün için neden devir teslim töreni yapmadığını DHA'ya açıkladı, seçim sonucu değerlendirdi. Ortada seçim kazanan olmadığı için bir tören yapmadığını belirten Prof. Dr. Alıcı, “Seçim kazanıp gelseydi büyük törenler olurdu. Ama ortada seçimi kazanan biri yok. Yüzde 15 oy alacaksın, gelip yüzde 85'in üzerine oturacaksın, Bu etik değil, bu ahlaki değil” dedi.
Prof. Dr. Alıcı, seçim sonucu değerlendirmesinde Prof. Dr. Sedef Gidener'in rektör adayı belirleme seçiminde oyların yüzde 47'sini, ikinci sırada yer alan Prof. Dr. Mehmet Füzün'ün ise oyların yüzde 15'ini aldığını hatırlattı. YÖK'te de en fazla oyu Gidener'in alıp, adının istenin birinci sırada Çankaya'ya gittiğini belirten Alıcı, şunları söyledi:
“Rektörlük seçimi demokrasinin üniversitelerde var olmasına neden olan tek unsur. Oyların yüzde 47'sini Gidener, yüzde 15'ini Füzün, kalanını da diğer adaylar aldı. Gidener YÖK'te de oyların hepsini aldı. Ancak Cumhurbaşkanı hiçbir gerekçe göstermeden Gidener'i atamadı. Oysa 2 ay önce Cumhurbaşkanı, Malatyalı işadamlarını kabulünde, rektör adaylarıyla ilgili olarak görüşlerini açıklamış, ‘Siyasi mülahazalardan uzak olacak, kim çok oy alırsa, oyların çoğunluğunu alanı atayacağım. 3- 5 rey alanı karşıma getirmeyin’ demişti. Cumhurbaşkanlığı yeminini ederken tarafsız olacağını, partilerüstü olacağını söylemişti. Cumhurbaşkanımızdan beklentimiz yeminine bağlı kalmasıydı. Oysa bu sonuçta liyakat aranmadığı ortaya çıktı. Çünkü Mehmet Füzün'ün öyle ulusal, uluslararası bilimsel başarısı, yöneticiliği yok. Tek özelliği kardeşinin AKP ilçe başkanı olması. Belki şimdiki değildir, ama AKP ilçe başkanıydı. Bu yüzde yüz doğru. Kendisi de son bir yıldır kardeşinin AKP'liliğini ve rektör olacağını söylüyordu. Bu özellik rektör olmak için yeter özellikmiş. Bundan sonra rektör olmak isteyenler kardeşlerini, ilçe başkanı, ya da yönetim kurulu üyesi yapsınlar. Kardeşinin AKP ilçe başkanı olması rektör olmaya yeter, bütün Türkiye'ye duyrulur.”

Yurttan Manzaralar

Bahçelievler’de 2 yıllık polis memuru Mustafa Taştan, yolda yürürken tartıştığı Cem İnci’yi (22) silahla karnından vurarak öldürdü. İnci’nin olay anında yanında bulunan arkadaşı R.Ç., “Cem, üzerine meyve suyu sıçradığı için kendi kendine söyleniyordu. Polis bunu kendisine küfür olarak algıladı ve Cem’i vurdu” dedi.
Hürriyet Mahallesi Mahmutbey Caddesi 19. Sokak üzerinde önceki gün saat 18.00 sıralarında meydana gelen olayda, İnci arkadaşı R.Ç. (17) ile iş dönüşü eve dönerken, aynı mahallede oturan 2 yıllık polis memuru Mustafa Taştan’la karşılaştı. İkili arasında çıkan tartışma sonrası polis memuru Taştan, İnci’yi karnından silahla vurarak öldürdü.
Konuyla ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü: "Polis de sonuçta bir insan" açıklamasında bulundu.
***
Bursa’nın Mudanya ilçesinde 26 Nisanda düzenlenen operasyon kapsamında "çocuğun cinsel istismarı" suçundan tutuklanan İslami Vakit gazetesi yazarı, şeriat savunucusu Hüseyin Üzmez (76) ve mağdur çocuğun annesi Livaze Ç. (36) hakkında 25 Temmuzda Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesine sunulan iddianame kabul edilerek, zanlılar hakkında dava açıldı. AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, eylül ayında görülmeye başlanacak dava kapsamında Hüseyin Üzmez ve Livaze Ç, "’Mağdurun beden ve ruh sağlığını bozacak zincirleme şekilde çocuğa karşı cinsel saldırı suçu"ndan yargılanacak. Cumhuriyet Savcısı Ahmet Palalı tarafından mahkemeye sunulan 6 sayfalık iddianame, Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi heyetince incelendi. Mahkeme heyeti, iddianameyle birlikte kendisine delil olarak sunulan mağdur, müşteki ve sanıkların ifadelerini, kamera kaydını, Uludağ Üniversitesi
Tıp Fakültesi Çocuk ve Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanlığına mağdur çocuk hakkında hazırlanan raporu, telefon görüşmesi kayıtlarını inceledikten sonra tutuklu iki sanığın yargılanmasına karar verdi.
***
Orman Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kurtulmuşlu Antalya'daki yangının bölgede atom bombası etkisi yarattığını söyledi. Kurtulmuşlu, şöyle konuştu:
“Alevler son sürat yerleşim birimlerine doğru gelirken, yerleşim birimleri ile orman arasında şerit açarak bu bölgeyi kontrollü bir şekilde yaktık. Yani yangına karşı ateş açmış olduk. Hızla ilerleye alevler önceden yaktığımız bu şeride dayandığında bir anda söndü. Bu şekilde en az 10 mahalleyi alevlerden kurtarmış olduk.” Yangının bitki örtüsünün kaybına neden olduğunu, orman yolları ve köprüler gibi altyapıya zarar verdiğini ve bölgenin ağaçlandırılması için çok ciddi ekonomik kayıp olduğunu belirten Kurtulmuşlu, “Yangının bir tek iyi tarafı, bu ormanlarda kene kalmadı” dedi.
***
Balcılar’daki yurt binasının patlama sonucu çökmesi sonucu yaralanan ve Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesinde tedavisi devam eden Şerife Atayer’in (12) babası Ahmet Atayer, yurt hocaları, yöneticiler ve binayı yapan müteahhitte ihmal bulunmadığını, ihmalin gaz kaçağı durumunda önceden uyarı veren cihazı yerleştirmeyenlerde olduğunu ileri sürdü. Hastane önünde açıklama yapan Atayer, maliyeti çok düşük cihazın bulundurulmamasının, yaşanan acı olayda çok sayıda öğrencinin ölmesine ve yaralanmasına neden olduğunu kaydederek, “18 çocuğa değer miydi? Gaz kaçağını bildiren bir cihazın maliyeti ne kadar? Bu sorgulanmalı” dedi. “Bizim çocuklarımız baleye, diskoya, bara gitmiyor, köpük banyosunda ölmüyor. Bazı medya grupları neden çok abartıyor, aklım almıyor” diyen Atayer "Burada ölenler şehit, kalanlar ise gazidir." sözleriyle açıklamasını bitirdi.
***
Başlıkta Demirel'in resmi neden mi var? Sizce?

7 Ağustos 2008 Perşembe

Enflasyon Beklentilerin Üzerinde Çıkmış

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), temmuz ayında tüketici fiyatları endeksinin (TÜFE) yüzde 0,58, üretici fiyatları endeksinin (ÜFE) yüzde 1,25 arttığını açıkladı. TÜİK’in 2003 baz yıllı verilerine göre, temmuz ayı itibarıyla yıllık enflasyon ise TÜFE’de yüzde 12,06, ÜFE’de yüzde 18,41 oldu. Ocak-temmuz döneminde, TÜFE yüzde 6,61, ÜFE yüzde 15,18 oranında artış
gösterdi. Temmuz ayı itibarıyla 12 aylık ortalamalara göre yıllık enflasyon ise tüketici fiyatlarında yüzde 9,07, üretici fiyatlarında yüzde 9,76 düzeyinde gerçekleşti.

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Geri Vites

6 Ulaan,7 Ulaan,8 Olduuu,Yeter Ulaann

Beşiktaş futbol takımı yeni sezon formalarının görücüye çıkacağı tarih açıklanmış: 08.08.08 Cuma Akşam 8. Hadi bizim taraftarlar dalga için bol bol bu 8 rakamını kullanır da Beşiktaş yönetimi bu kadar kör gözün parmağına yapmayı nasıl beceriyor, vallahi anlamak güç. Zaten yaptıkları icraatler de ayrı bir Ergenekon konusu neyse :)
O zaman ne diyoruz: İlker Yasiin sekiz deseneeeeeeee!! :)

Bu iki resim de olayla ilgili olup, aslında basınımızın ne kadar "basın" olduğunu göstermek için koydum. Benim için gayet komikler tabi, o ayrı :)

Anelkaaaaaaaaa

Anelka'nın eşi Barbara Tausia ile evlendiği gün onu bir kasiyerle aldattığı haberleri İngiliz basınını süslemişti. Şaşıracak bir şey yok. Bu adamın karısına acıyorum, "akşam nerdeydin" sorusuna ne dese inandırır. Milan'a tarihte bir maçta 4 gol atmış kaç adam vardır bilmiyorum. Ben görmedim şu ana kadar. Hazırlık maçlarına pek prim vermediğimi blogu takip edenler bilirler. Ama Milan'a 4 gol atmışsın, bir tepki ver be arkadaş, hala filelerden bacağımı nasıl kurtarırım diye düşünüyor. Bu adamın her daim tepkisizliğine deli oluyorum. Şampiyonlar Ligi finalinde penaltıları uzatmaya götüren John Terry salya sümük ağlarken, aslında kupayı kaybettiren penaltıyı kaçıran Anelka "hadi madalyamı verin de gideyim" havasında idi. Açık söylüyorum Anelka yanlış meslek seçmiş. Rahatlıkla bomba imha ekibinde yükselebilirdi. Kırmızı yı mı keseyim mavi yi mi Nic 5 saniye kaldı, bir şey söyle?....Alayım canım....Kırt....Evet bir sonraki bomba nerde.

Bombacı Mülayim Sert

Flamengo taraftarları, takımlarının üst üste 6 maçtır galip gelememesine tepkilerini antrenman sahasında bomba patlatarak gösterdi.


Brezilya Ligi'ni lider durumda götürürken düşüşe geçen takım, kendisini bir anda 6. sırada buldu. Bunun üzerine 30 kadar taraftar, tepkilerini bugüne kadar görülmemiş bir yolla göstermek için antrenman sahasının yolunu tuttu.
Fanatik taraftarlar, futbolcuları uyarmak için sahaya küçük bir bomba attı. Bombanın parçaları iki futbolcuya isabet etse de, herhangi bir ciddi yaralanma ya da sakatlık meydana gelmedi.Önce ne olduğunu anlayamayan futbolcular, ardından taraftarlarla tartışmaya başladı. Tartışmanın büyümesi üzerine, takım kaptanı devreye girdi ve olaylar yatıştı.

Bir dönem Fenerbahçe'de de forma giyen takım kaptanı Fabio Luciano'nun daha iyi olacakları sözü üzerine, öfkeli grup antrenman sahasını terketti.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Hani Bu da Ergenekondu?

27 Temmuz Güngören bomba saldırısı olayının faillerinin bekledikleri üzere Ergenekon değil de iğrenç terör örgütü PKK olduğunu sayın hükümetimiz ve pervanelerine kıvançla bildiririm..

Hea bide borazan DTP'ye de; malum onlara göre:

-PKK pardon pekeke sivillere bomba atmaz, sadece şaka ve gösteri amaçlı patlamalar yapar. Bazen teknik hatalar ve tece'nin provake etmesi sonucu tatsız olaylar gelişebilir.

-Pekeke mayın döşemez. Döşenmiş mayınların üstüne askerler basar.

-Pekeke orman yakmaz. Tece yakar. Orman yakarken yakalananlar orada mangal yaparken alt kimliklerinden ötürü yakalanan masum insanlardır.

-Pekeke uyuşturucu yetiştirmez, satmaz. Operasyon bölgelerinde yakalanan uyuşturucu tarlaları Bob Marley felsefesini benimsemiş içici militanların ihtiyacı içindir.

-Pekeke yurtdışında ve içinde haraç toplamaz. Gönüllü bağışları alır. Ayrıca asla yol kesip insanları soymaz. Faşist tece'nin yapmadığı trafik düzenlemeleri sonucunda vatandaşlarımızın can ve mal güvenliği için militanlardan oluşturulmuş trafik ekipleri vardır. Bunlar denetim yapar.

-Pekeke hiç kimseye saldırmaz. Envanterinde bulunan roketatar, uçaksavar ve makineli tüfekler dağbaşında yaşayan militanların yaban hayvanları ve haydutlardan kendilerini korumaları içindir.