20 Aralık 2008 Cumartesi

Scarlett Johansson

Rahat Olun, Sadece Teğet Geçiyor

- Oyak Renault fabrikasında çalışan toplam 5 bin 300 işçinin büyük bölümü, ücretlerinin yüzde 76’sının ödenmesi kaydıyla 12 Ocak’a kadar zorunlu izne çıkarılırken, bazı birimlerde 500 kadar çalışan görevlerini sürdürecek.

- Ford Otomotiv Sanayi A.Ş, 12 Ocak Pazartesi gününe kadar üretime ara verdiğini duyurdu.

-Tofaş’ta ise global pazarlardaki daralma nedeniyle üretime 27 Aralık 2008-12 Ocak 2009 tarihleri arasında ara verilecek.

- Bosch Sanayi ve Ticaret A.Ş’de de 27 Aralık 2008-2 Ocak 2009 tarihleri arasında üretime ara verilecek.

İ. Melih Show

Kendisinin televizyonlardaki müthiş! showunu izleyemediğim için yorumlayamasam da tartışmanın ardından devam ettiği showunu dikkatle takip ediyoruz. Bana göre İ. Melih Türk siyasetinde kıvırma, konu saptırma, oldu bittiye getirme yöntemiyle eleştirilerden kaçma konularında bir zirve. Şimdi bakalım:

1- Ergenekon iddianamesinde (bu da nasıl bir iddianameyse bir benle ilgili belge çıkmadı), kendisinin bir kamuoyu araştırma şirketine R.T.E aleyhine araştırma yaptırdığına dair fatura çıkıyor. Bunu "Ben yaptırmadım, onlar kendi kendine yapmışlar, beni aradılar, kötü konuşup kapattım." diye geçiştirirken, faturada ki KDV'yi kim ödedi sorusuna "Kendileri ödemiştir" diye cevap verebiliyor.

2- Rezil olduğu tartışmanın ardından Kemal Kılıçdaroğlu ile Uğur Dündar'ın kendisine kumpas kurduğunu, ödül olarak Uğur Dündar'ın CHP'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olacağını iddia ederek üste çıkabiliyor. Fakat Uğur Dündar o konuda şöyle diyor: "Ben bu yayından sonra da Melih Gökçek’den teşekkür beklerdim. Çünkü, bir saat 32 dakika süren açık oturumun, 45 dakika 46 saniyesini Melih Gökçek, 23 dakikasını ise Kemal Kılıçdaroğlu kullanmış. Neredeyse yüzde yüze yakın bir fark var Melih Gökçek lehine. Gökçek 53 kez söz kesmiş, Kılıçdaroğlu ise yedi kez müdahalede bulunmuş. Bütün siyasi partilere eşit uzaklıkta ve yakınlıkta görüyorum kendimi. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı konusu da bana çok tirajı komik geliyor. 2002’den yani Ak Parti’nin iktidar olduğu yıldan bu yana ben Başbakan Erdoğan’la en az sekiz kez çok geniş kapsamlı röportaj yaptım ama Deniz Baykal’la yaptığım söyleşi sayısı üçü-dördü geçmez. O açıdan bakıldığında benim Ak Parti’ye daha yakın olduğumu bazıları düşünebilir."

3- Yine de durmayan İ. Melih bu sefer de söz verildiği halde kendisinin mal varlığının konuşulduğunu söylüyor. Bunun üzerine isteği de şu: "Sayın Uğur Dündar da ne zaman arzu ediyorsa kendisi de benim gibi bir kamu hizmeti yaptığına göre, kendi servet beyanı ile benim servet beyanımı müştereken gazetecilerin huzurunda açıklayalım. Bu suretle kamuoyu bunları öğrenmiş olur.”
Uğur Dündar'ın mal varlığı ne alaka?

Kayırmaya Devam

Ferrari Yönetim Kurulu Başkanı Luca di Montezemolo Ecclestone'dan Formula 1 gelirlerinden takımların daha fazla yararlanmasını isteyince sinirlenen Ecclestone uzun zamandır dedikodusu yapılan konuyu itiraf etti.
Buna göre 2003 yılında çoğu Formula 1 takımı yarışlardan çekilme tehdidinde bulununca, Ecclestone ile Ferrari arasında bir bağlılık anlaşması yapılmış ve bu anlaşmaya göre Ferrari her yıl F1 yönetiminden alması gerekenden 80milyon $ daha fazla alıyormuş.
Biri eşitlik ve adalet mi dedi?

Çek Oradan Bir Pankart


El değmemiş temiz bir ligi özenle isteyiniz.

- Alo
- Ben de seni arıyordum.
- Pankart duruyor mu sizde?
- Ben de onu soracaktım, bulamadı çocuklar.
- Bizimkiler de bulamadı. Para var mı sende?
- Var abi. Yaptırayım iki tane o vakit.
- Oğlum bizle oynuyorsunuz ya, boşa harcama paranı, bi’ tane yaparız, yeter.
- Abi akıllı adamsın valla, bilemedim ben.
- Akıllıyım tabi, peki ne renk yaptıracaksın?
- Sarı kırmızı yapalım mı abi, ev sahibisiniz ya.
- Yarı yarıya yapalım, yarısı siyah beyaz yarısı sarı kırmızı.
- Helal olsun abi, süper fikir gerçekten.
- Tüh attı adamlar bi’tane daha.
- Yaptırmayayım pankartı.
- Yaptır sen, ilk gol morallerini bozdu deriz.
- Tamam abi. Internetten bir kınama da yaparız sabaha.
- Eyvallah. Hadi iyi akşamlar.
- İyi akşamlar abi.

Hay Ağzını Öpeyim

" Maradona bütün maç tekme yerdi. Ağzını açmazdı. Messi ise bu işi abartıyor, tribüne oynuyor"
Fabio Cannavaro/Real Madrid

Ilaria D'Amico



Victoria Beckham'ın kıskançlığı nedeniyle David Beckham'ın A.C. Milan'a katılım törenini sunmasından vazgeçilen hatun kişi. Haksız sayılmaz?

19 Aralık 2008 Cuma

Nefes


20 Şubat 2009'da vizyonda..

p.s: Milletimin Avrupa çakması Issız Adam tipi filmler kadar ülkemin gerçek acılarına-olaylarına-gerçeklerine değinen bu gibi yapımlara da değer vermesi dileğiyle..

Selim Sesler - Roman Havası



Özledim be gırnatanın canlı sesini..

İtalyan Ultraları Üzerine-3

Türkiye ultra mentalitesinden oldukça uzak. Bazı grupların çabasını gözardı etmemek gerek tabi. Sence Balkan ülkeleri ve Türkiye için bir gelecek var mı?

S.L.: Daha önce dediğim gibi Balkan ülkeleri ultra kültürüne çok çabuk adapte oluyor şaşırtıcı biçimde. Hepsinde iyi organize olmuş gruplar var. Yunanistan ve Türkiye için durum biraz farklı. Diğer Balkan ülkelerinden daha fanatik gruplarınız var ama hiçbir zaman ultra kültürü kavranamadı. Kendi milliyetçi gelenekleriyle italyan öğelerin karışımı oldu her zaman. İlerde gerçek bir ultra grup oluşur mu ondan da pek emin değilim çünkü sürekli iki kültürün karmaşası yaşanacak bu iki ülkede.

Türkiye`de son yıllarda bir Livorno akımı var. Politik açıdan kendilerine verilen bu popüler pozisyonu hakediyorlar mı? Yoksa onlar da değişim sürecinde mi?

S.L.: Bu Livorno modası sadece Türkiye`de değil hemen hemen her Avrupa ülkesinde var. 7 yıldır şehri ziyaret edip maçlarını izliyorum ve her maç ziyarete gelen sol görüşlü taraftarlar görüyorum. Aklına gelebilecek her ülkeden… B.A.L. kurulduğunda bu yeni radikal sol görüş direk o kesimin ilgisini çekti. Yeni bir tarz oldu ultra ekseninde. Sovyet sembollerini kullanıyorlardı ve çok iyi organizeydiler. Aslında diğer sol gruplardan daha solda değildi ama diğerleri gibi kaotik yapısı yoktu. Stalin resimleri sadece görüntüden ibaret değildi, kendilerinin ve liderlerinin kafa yapısı da o şekildeydi. O sayede kuzey tribünde düzeni kurabildiler. Her neyse… Tabi internetin ve fanzinlerin de etkisi çok büyük. 3. ligdeki bir takımın ultralarını çok kısa sürede ün sahibi yapabiliyor teknoloji. Ayrıca ucuz seyahat imkanları da birçok taraftarı buraya kendi deyimimle sovyetik ultraları görmeye çekiyor. Tabi onlar bu konuda ne ilk ne de en solcular. Birçok grup onlardan önce de kullanıyordu bu sembolleri, Ternana, Atalanta, Ancona, Empoli… Livorno`nun tek farkı tribünlerinde takım bayraklarını sembollerden daha az görmüş olduğumuz. Bu pozisyonu hakediyolar mı? Hem evet hem hayır. Evet çünkü Toscana ve Livorno her zaman kırmızıdır. Livorno 1921`de İtalyan Komunist Partisi P.C.I.`nın kurulduğu şehir. Bir işçi kenti… Mesela Brigate kelimesi burda çok hassas aktiviteler için kullanılırken, tribündeki adam da o aktivitelerin bizzat içindedir zaten. Afganistan ve Irak işgallerine karşı açılan pankartlar, sivil toplum örgütleri için ödenek talepleri hatta Floransa`daki yıkımlar için açtıkları pankartlar bile bu aktivitelerin uzantısı. Ama yine gerçek bir politik grup oldukları söylenemez. Diğer yandan öyle olmamalarına rağmen öyleymişler gibi aşırı semboller kullanıyorlar. En büyük düşmanları Pisa onlardan sosyal anlamda daha aktif olmasına rağmen daha az sembol kullanır.

2006 yılında B.A.L. feshedilince iki grup oluştu: Livornesi ve az sayıda elemandan oluşan Visitors. İkisi de resmi B.A.L. kurucularından bağımsız oluştuğundan eskisi kadar sembol kullanmıyorlar. Daha çok takım bayrakları ve pankartlar açılıyor son dönemlerde.

Biraz özele dönelim. Hayatının bu şekilde yön almasında kimler etkili oldu?

S.L.: Beni etkileyen çok insan var. Commando Ultra kurucuları, ordaki arkadaşlarım. Benim gibi ultralarla kafayı yemiş arkadaşım Julien, onlarla tanışmama da aracı olmuştur. Onla tanıştığımda 17 yaşındaydım çok şey öğrendik beraber. İsim saymak çok zor, 31 yaşındayım. Artık hayatım tamamen farklı yöne bakıyor. Okulumu bitirebilmek için 2 sene önce ultras kariyerimi bıraktım artık senede 3-4 maça normal bir taraftar gibi gidiyorum. Bu bana başka bir görüş aşısı kazandırdı. İçindeyken bazı şeyleri göremiyorsunuz. Ama birşey hiç değişmiyor maçlara gitmeyi bıraksanız bile. Hala içimde o ruhu taşıyorum sanırım. Çünkü bu kültürün çok fazla artı yönü var. Küçük şeylere odaklanmamayı ve büyük hedefler koymayı hayatta da organize olmayı öğreniyorsunuz.

Luxembourg against Racism… Mondiali Antirazzisti… Futbol fotoğrafları sergisi… Daha bir sürü aktivite içindesin aynı zamanda…

S.L.: 1996 yılından beri İtalya`da Progetto Ultra tarafından organize edilen bir futbol turnuvası var. Mondiali Antirazzisti. Turnuvanın odak noktası ırkçılık karşıtı olması. Başlangıçta küçük bir turnuvaydı ama zamanla katılım arttı. Bu sene haziran ayındakine 5 binden fazla gelen oldu. Katılımcılar dünyanın her tarafından ama özellikle Avrupa ülkelerinden geliyor. Normal taraftarlar, politik ya da sosyal gruplar, İtalya`daki göçmenler, evsizler… Takımını kuran katılabiliyor. 2003 yılında da Lüksemburg`da biz kendi takımımızı kurduk Luxembourg against Racism adıyla ve ordaki ortamdan çok keyif aldık.

Ertesi yıl da fotoğrafçı bir arkadaşımızı davet ettik ve sayesinde ultraların başka yönlerini gösterebildik insanlara. European Youth sponsorluğunda 2005 yılında bir sergi açtık. Aynı sergi İtalya`da da gerçekleşti. Ardından sosyal temalı birkaç ufak film çektik. Şimdi yeni bir aktivitemiz var. Irkçılık karşıtı futbol turnuvası düzenliyoruz Bosna`da. Küçük bir köy var iç savaştan sonra ikiye bölünen. Bir yanda katolik Hırvatlar diğer yanda müslüman Bosnalılar. İlkini geçen yıl gerçekleştirdik. Takımlar tamamen karışık. Kazananı da masraflarını karşılayarak Mondiali Antirazzisti turnuvasına götürdük. Her sene tekrarlamak istiyoruz.

Son olarak… Ultra, akademisyen ya da bir yazar… Eğer senden sadece birini seçmeni isteseydik… Hangisi seni daha iyi tanımlardı?

S.L.: Hangisini desem ukalalık olur. 12 yıllık ultra geçmişim olmasına rağmn ultrayım diyemem. Akademisyenlik de çok yüksek bir tabir henüz bir lisede tarih dersi verirken hele. Kitabım olmasına rağmen henüz kendime yazar diyemiyorum belki zamanla o özgüveni yakalarım birkaç kitaptan sonra. Öyle bir insanım işte diyip sıyrılayım. Herkes gibi hatalar yapıyorum, ultrayken bile hiç tam bir ultra olamadım. Akademisyenliğim de hatalarla dolu. Yeni yazdığım kitabımda ilk kitabımda yazdığım noktaları eleştiriyorum düşün. Belki hepsinden de biraz alayım demek iyi olurdu. Profesör olmaya çalışan sıradan bir ultra, yazabildiği kadar iyi yazmaya çalışan bir yazar. Nasıl dersen de… Zevk alıyorum yaptığım herşeyden. Bütün bunları ne para için yapıyorum ne de kariyer. Tek tutkum değişik insanlar tanımak. Açıkça söyleyebilirim ki şimdiye kadar tanıdıklarım içinde en samimi olanlar da ultralardı.

Tipi de Müsait

"Gençliğimden beri porno yıldızı olmayı hayal ediyorum. Belki birgün bu hayalimi gerçekleştiririm."
Reggina'nın savunma oyuncusu Bruno Cirillo

İşte Teknoloji!

Hollanda Eerste Divisie takımlarından Telstar'ın sahadaki skorbordu. Maçın skoru tahmin edeceğiniz gibi şu anda 4-1 . Her golden sonra sepetin biri tepeye çekiliyor .

18 Aralık 2008 Perşembe

David Vendetta - Take Me Higher (Cosa Nostra remix)

I love to see when you smile, that makes you happy, don't ask me why.
I love to be by your side, I never worry, no shame to hide.
Take me higher with your words, your voice's so sweet.
Give me fire with your hands, wave them for me.
Ah ah, your voice's so sweet, ah ah, wave your hands for me.

I love to be in front of you, to look in your eyes, you're so true.
I love to see when you're confused
That I understand you when no word has been used.
Take me higher with your lips, so soft, so sexy.
Give me fire, just in case I want to be free.
Ah ah, your lips are so sexy, ah ah, I want to be free.

I love to feel you can be mine, when I take your hand, everything is fine.
I love to tease you, my sweet
And hear you saying "would you stop now, please".
Take me higher with your words, your voice's so sweet.
Give me fire with your hands, wave them for me.
Ah ah, your voice's so sweet, ah ah, wave your hands for me.

Take me higher with your lips, so soft, so sexy.
Give me fire, just in case I want to be free.
Ah ah, your lips are so sexy, ah ah, I want to be free.

Binlerce Dansöz Var!

"Dürüst olalım, samimi olalım. Büyümeyi bir hedef olarak koyarsınız, ama bunun üstünü de yakalayabilirsiniz, altında da kalabilirsiniz. Bu dünyada değişen şartlarla bağlantılı olan konulardır. Teğet geçer dedim. Bunu size ezberlettiğim için de çok mutluyum, bunu öğrendiniz. Burada geometrik bir ders almanız lazım. Teğet geçmek de bir dokundurmaktır. Orada bir zarar verecek zaten, bunu da bilmeniz lazım.”

R.T.E

Kazanmak İçin Her Yol Mübah

Seçime dönük oyunların hangi ipte oynandığını iyi saptamak gerek... 22 Temmuz seçimine oranla 6 milyon fazladan seçmenin ortaya çıkmasında bir sakatlık aramayalım. Çünkü 22 Temmuz seçiminden sonra yapılan nüfus sayımı, o seçimin 5,5 milyon eksik seçmenle yapıldığını zaten ortaya koymuştu. Skandal o seçimdeydi. Özellikle Onur Öymen sık sık uyarı yaptı ama kimse kulak vermedi. Onur Öymen konunun üzerinde hâlâ duruyor. Diyor ki:
- İstanbul, eksik seçmen yüzünden 84 milletvekili çıkaracak yerde 70 milletvekili çıkardı. İstanbul’da milletvekilliğini kaybedenler AİHM’ye başvurarak haklarını arayabilirler...
Önümüzdeki yerel seçimde “hile”, özellikle “seçmen kaydırma” yoluyla yapılacak. O tarafa özellikle dikkat...

Öyle anlaşılıyor ki, özellikle CHP’nin az farkla ilerde olduğu belediyelere yönelik ciddi ve pervasız bir nüfus kaydırma operasyonu düzenleniyor... Nilüfer ilçesinin CHP’li Belediye Başkanı Mustafa Bozbey anlatıyor:
- 22 Temmuz seçimleri öncesi seçmen sayımız 150 bin idi. Bu sayı bir anda 197 bin oldu. Yüzde 30 artışı görünce kuşkulandık. Nüfus Müdürlüğü tarafından muhtarlıklara gönderilen listeleri inceledik. Yüzde 80’i seçmen, yaklaşık 5 bin kişinin gerçekte ilçemizde ikamet etmediklerini tespit ettik. İtirazımızı görüşen ilçe seçim kurulu hâkimliği 4 bin 100 kişiyle ilgili itirazımızı haklı buldu. Sonuç alır mıyız bilemem ama tamamına yakını Osmangazi ve Yıldırım ilçelerinden gelmiş görünen bu kişiler hakkında suç duyurusunda bulunduk.
- Bu denli büyük seçmen kaymasını nüfus müdürlüğü nasıl izah etti?
- Sistem beyan esasına dayandığı için nüfus müdürlükleri yapabileceğimiz bir şey yok havasında... . Kötü niyetli iseniz, o ilçede kiralık bir evi adres olarak vermeniz ya da benim evimde oturuyor diyebilecek birini bulmanız yeterli...
Dikkat çekici olan... Ortaya çıkan bu tür seçim arızalarıyla AKP’nin hiç ilgilenmiyor oluşu... Onlar kendilerini tehdit eden bir tehlike görmüyorlar bu oynamalarda! Peki CHP ve MHP parti olarak konuyla ilgili mi? İki parti bir ortak kurul oluşturup yapılan sahteciliklerin üzerine gidebilirler. Seçimin iptalini de isteyebilirler. Ancak MHP çarşaf kavgasını tercih ediyor. CHP de parti olarak fazla tedirgin görünmüyor.. Nedense?

Jodi Lyn O'Keefe

İ. melih

İ. Melih Türk siyasetinde bir ilk daha gerçekleştirdi. Partidaşı bile kendisinin yaptıklarını eleştirir oldu. Keçiören Belediye Başkanı AKP'li Turgut Altınok, "Ankara bir 5 yıl daha böyle gitmez. Başkente baktığınızda her alanda geriye gittiğini fark ediyorsunuz. Ankara Büyükşehir Belediyesi, sadece Ankara’yı değil, tüm Türkiye’yi geriye götürüyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi şu anki yönetimi ile “Türkiye’nin sırtında yük oldu, çünkü BOTAŞ’a ve Hazine’ye olan milyarlarca YTL’lik borcu ödemiyor” dedi.

Bu da bir başarı sayılmalı bence.

p.s: Bu adamdaki gülüş J.R'da bile yoktu anasını satayım.

İtalyan Ultraları Üzerine-2

İtalya`daki tribünlerde son durum nedir? Hangi gruplar hala eski gücünde? İdeolojik olarak kimler eski geleneklere bağlı?

S.L: Son zamanlarda durum çok değişken. İçinde bulunduğumuz yeni yüzyıl beraberinde aşırı baskıcı bir ortamı da getirdi. Güçlü ideolojik propagandalara artık imkan tanınnmıyor. Daha önce dediğim gibi orda da artık herşey kağıt üzerinde. İçerik olarak zayıflıyorlar. 90`lı yılların sonunda `Brigate Autonome Livornesi` oluştuğunda ideolojik rekabetler de güçlenmeye başlamıştı. Kendini komunist addeden BAL tribünleri Stalin pankartları, Kore bayrakları, Bolşevik semboller kullanmaya başlayınca karşı ideolojinin de buna reaksiyon göstermesi kaçınılmazdı. Ultralar kendi içindeki rekabet de öyle başladı. Aynı 70`li yıllardaki siyah-kırmızı rekabeti gibi. Dolayısıyla buna tepki olarak faşist semboller de görülüyor artık. Livorno da ister istemez sol tribünlerin merkezi oluyor. Sol akımın resmiyet kazanması da Resistanza Ultras`ın oluşumuna tekabül eder. Antifaşist görüşteki bütün ultraları birbirine bağlayan bir çatı oluşturulmak istenmişti bu projeyle ama hiçbir zaman kuruluş amacına ulaşamadı. Belki sadece Ternana, Ancona, Livorno ve birkaç küçük grubun emeğini belirtmek lazım. BAL`in kendini lağvetmesiyle, Livorno`nun taraftar sayısı bile azaldı, ideolojik olarak da küçüldü. Eski tribün şovları kalmadı. Sıralama yapmak doğru olmaz ama sağ baştan sayarsak Inter`ın ultraları özellikle Irriducibili ve Milan`da Fossa dei Leoni`nin ardından oluşan sağ kimlik, ayrıca Hellas Verona taraftarları ve onların komşuları Padova en aktif sağ görüşlü gruplar. Bana göre AS Roma ve Lazio bu saydıklarımdan sonra geliyor. Sol görüşlü gruplar eskisi kadar güçlü olmasalar da hala varlar: Pisa, Livorno, Venezia ve Ancona mesela.

Ultra hareketi İtalya`da orjinalliğini kaybederken diğer yandan Avrupa`daki oluşumlar için ne düşünüyorsun? Daha önce olmadığı kadar yükseliş içerisinde bu hareket. Özellikle Fransa`da…

S.L: Sadece Avrupa`da değil tüm dünyada yükseliş içersinde. Taraftar için iki tip model vardır: İngilizlerin Casuals dediğimiz modeli ve İtalyan ultralar. İlk başlarda ultra hareketi kıvılcımını İngilizlerden alır, onların Mekke`si de orasıydı. O zamanlar Avrupa kupası olay çıkartan ingilizleri yakından tanımak için bir fırsat yaratıyor italyanlara. Ardından birçok ultra İngiltere`ye gidiyor bu kültürü öğrenmek için. Bizzat olaylarda da bulunuyorlar. En aktif ultra gruplardan biri olan Hellas Verona direk Chelsea`nin maçlarına dadanıyor, onlardan ilham alıyor. Sadece onlar değil tabi Juventus taraftarları mesela sürekli Liverpool Kop`unda takipteler.

Diğer Avrupa ülkeleri için de özellikle 70`lerin sonlarında hep İngilizler referans oluyor. Kimse ilgilenmiyor İtalya`daki hareketlerle. Ondan sonraki 10 yıl ilgi çekici hale geliyorlar. Kurvaları ele geçirip kendi stillerini o askeri disiplini oluşturuyorlar tribünde, renkli koreografiler hazırlıyorlar, ayrıca kendi liderlerini çıkarıyorlar içlerinden ki bu liderler neredeyse bütün tribünleri kontrol edebiliyor, her maç yeni tezahüratlar, inanılmaz bir atmosfer oluşturuyorlar. Tabi bunlar onları medyatikleştiriyor. 1982 Dünya kupasını kazanmaları da italyan futbolu için bir dönüm noktası. Artık tüm Avrupa için model ingilizler değil italyanlar oluyor bu gelişmelerle.

İkinci adaptasyon dönemi ise 90`lı yılların ikinci yarısına denk geliyor. Bunun nedenleri zaten belli: internet, seyahat imkanlarının artması, Sovyet rejimlerinin çöküşü, yeni jenerasyonun özellikle Almanya, Polonya ve İskandinav ülkelerinin yeni bir kimlik arayışında olması gibi. Bu sefer tribünler adaptasyonu daha hızlı gerçekleştiriyor. Birkaç sene içerisinde bütün organizasyonu oturtuyorlar. Magrip ülkelerinde, İsrail`de hatta Japonya`da bile ultra gruplar var artık. Ama senin sorunda belirttiğin gibi bir yandan yükselirken bu hareket kendi evinde düşüşe geçiyor. Bu krizin en büyük sebebi şiddet. 1995 yılında Vincenzo Spagnolo`nun Genoa-AC Milan maçı öncesi öldürülmesini hatırla. O zamandan gelen bir süreç var. Ayrıca bu iş giderek iş kolu haline dönüşüyor. Daha önce saydığım sebepler, taraftar-kulüp başkanları ilişkisi, polis şiddeti gibi. Ama yine de bu hareket İtalya`da bitmiştir diyemem çünkü bütün Avrupa`dan tribünler buraya gelip ultra hareketini beşiğinde öğrenmek istiyorlar. Hala okul gibi... Yani İtalya hala ultra hareketin “avant-garde” noktası.

Diğer ülkelerin ultraları çok farklı, bir çoğunu sevmiyorum. Almanya`da özellikle 1995`ten sonra ultras patlaması yaşanıyor ama hala orjinal ultra kültüründen çok uzaklar. Estetik olarak harikalar, güzel şeyler yapıyorlar göze hitabeden ama mentalite sıfır. Ultra bakış açısından bakarsak bazı ülkeler var iyi işler çıkaran, mesela İsviçre ve Avusturya. Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna`da inanılmaz potansiyel var. Fransa ise İtalya seviyesine yaklaşabilmiş tek ülke. Bordeaux, Marsilya, Paris, Saint-Etienne ve hatta diğerleri artık İtalyanların seviyesinde.

M.: En son Atletico Madrid-OM maçında da gördüğümüz üzere ultralara karşı yükselen bir şiddet grafiğinden söz etmek mümkün mü?


S.L: Aslında polis şiddeti hiç değişmedi. Fark güvenlik sistemlerinin militarize hale gelmiş olması. Eskiden stad çevresinde hatta içerisinde bu tip robocop`larımız yoktu ama şimdi basit bir maçta bile inanılmaz ekipmanlarla donanmış polisleri görüyoruz. Buna yol açan da holigan şiddetinin giderek medyada yer bulması. Yıllar önce de maç öncesi ya da sonrası taraftarlar olay çıkarıyordu ama bunların çoğu rapor edilmezdi, tolerans daha fazlaydı. Ama şimdi futbol büyük bir sermaye. O yüzden güvenlik de had safhada. Eskiye oranla daha bile az şiddet var, çıkan olayların çoğu stad dışındaki kavgalardan ibaret. Şiddet futboldan uzaklaşıyor giderek. Ya tren istasyonlarında ya da anayollarda patlak veriyor.

Ultraları şehit mertebesine yerleştirmek istemiyorum, ama bu bir hayat felsefesidir ve isteyen bu yolu seçer. Şiddet de bu kültürde zaman zaman kendine yer buluyor. Yani şiddet kullanılacaksa eğer bunun neden ve sonuçlarını irdelemek gerek. Kolkola Freedom for Ultras diye bağırmak bir işe yaramaz, bazen toplumu da gözetmek gerekir. Artık toplum şiddete eskisi kadar toleranslı değil, buna stadyumlar da dahil. Stadyumlar şiddetin meşrulaştığı yerler haline dönüşmemeli, bu her iki taraf için de geçerli.

Madrid`teki maç aslında bu konunun dışında. Ben hiç şaşırmadım. İspanyol polisinin zaten kirli bir geçmişi var bu konuda. 1982`de bile İngiltere maçında polis birçok ingilizin direk kafasını kırmıştı. O yüzden sürpriz olmamalı bunlar.

17 Aralık 2008 Çarşamba

Mirkelam - Ey Aşk Nerdesin


Zor zor işlermiş,
Zar bir bir gelmiş..
Tan ağarırken, ten ister seni.
Biz, gelince hep burdayız,
Adı kaybedenler kulübü,
Tıklım tıklım ağzına kadar dolu,
Kaybedenler kulübü..
Dur! Bekçi, hoppa benim bu aldığınız hava.
Adem, döndü sonra Havva'ya;
hmm ne güzelmiş bu elma!
Adem, bir müddet düşündü sonra;
Elma değil bu yediğimiz galiba
Ayva, ayva ayva ayv ayv ayva!!
Ey aşk nerdesin?
Güzel yerdesin!
Sen her yerdesin!
Tamam da nerdesin?

Casillas & Etoo

Çok değil, El Clasico'dan sadece 4 gün sonra..

Müthiş Öngörü

Hükümet üyelerinden ekonomik krizle ilgili bomba yorumlar gelmeye devam ediyor. Bu da Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'ten:
“Romantik bir iyimserlik içinde değiliz. Ancak bu kriz eninde sonunda geçecek. Türkiye’nin değerleri, genç nüfusu, girişimci ruhu ve AB müzakere süreci bu krizi atlatmamızı sağlayacak. AB süreci, riski azaltacaktır. Krizin geçmesi ve piyasaların iyileştirilmesi konusunda bir zaman veremem.”
Demek kriz eninde sonunda bitecekmiş, bunu hiç tahmin etmiyorduk! Bu kriz bitecek de, kaç kişi işsiz kalacak, ne kadar işyeri kapanacak, ne gibi önlemler alınacak bunları da bir öğrensek?
Bir de AB süreci varmış, reformlar ve uyumlaştırmaların bir yıldan fazla bir süredir yapılmadığı bir süreç, demek buna güveniyorlar?!

Futbol Dünyasından Atanlar-Tutanlar

İlk atanımız galatasarayın futbolcusu Barış Özbek:
“Ağabeylerimi Avrupa Şampiyonası'nda izledim. Ben de orada olmalıydım diye düşünüyorum. Beni görmediler mi yoksa benimle ilgilenmediler mi bilmiyorum. Ben de gidip (beni alın) diyemem ki. Beni kimse çağırmadığı için Almanya Milli Takımı'nda forma giydim” şeklinde konuştu.

Bu da yalanının bittiği an:
A Milli Futbol Takımı Antrenörü Müfit Erkasap, Futbol Federasyonu'nun resmi internet sitesine yaptığı açıklamada, Barış'ın “(A) Milli Takım'da oynamak istiyorum ama hocalarım beni görmüyor herhalde, ilgilenmiyorlar” şeklindeki sözlerini şaşkınlıkla karşıladığını belirterek, şunları kaydetti: “Barış Özbek, yıllarca genç milli takımlarımızın teknik ekipleri tarafından dikkatle izlenmiş bir oyuncu. Ünal Karaman ve Ümit Davala hocalarımız, kendisini Ümit Milli Takımımızın değişik kamplarına defalarca davet ettiler ve hep 'Ben zaten Alman Ümit Milli Takımı'nda oynuyorum, (A) Milli Takım'a çağrılırsam gelirim' cevabını aldılar. Milli formayı asla pazarlık konusu yapmayan anlayışımız doğrultusunda, Barış'ın olgunlaşmasını ve son tercih hakkını kullanacağı 22 yaşına gelmesini bekledik. Kurallar gereği, çifte pasaportu olan bir sporcu 21 yaşını doldururken, hangi milli takımı seçmişse daha sonra orada devam etmek durumunda. Barış'ı bu konuda uyardık. Kendisi yol ayrımına geldiğinde, Ümit Milli Takım için yaptığımız çağrılara yine olumlu yanıt vermedi. Biz de onun tercihine saygı duyduk. Ancak Türk Milli Takımı'nda oynama şansı kalmamış bir oyuncunun şu anda kuralları bilmiyormuş gibi açıklamalar yapması ve kamuoyunu yanlış yönlendirmesi, kabul edilebilir bir şey değil.”
Bir diğer atan ise meşhuuuur futbol adamı Erman Toroğlu:
"Bazen şeytanın avukatlığını yapmak lazım. Ben diyorum ki, Lugano ile Edu Paskalya Bayramı nedeniyle sarı kart görüp cezalı duruma düştüler. Eğer ikisi de Konya maçından sonra tatile girerlerse ben yanılmış olurum. Ama aksi olursa benden demesi"....

Lugano'dan gerekli yanıtı almakta gecikmiyor:
"Ben zaten Noeli burada geçirmek zorundayım. Çünkü eşim hamile ve çok yakında doğum yapacak. Bu nedenle hiçbir yere hareket edemiyoruz. Zaten Noel tatilini eşim ve çocuklarımla birlikte Türkiye’de geçireceğim. Niye ben kasıtlı olarak kart göreyim? Bu konu beni de çok rahatsız ediyor. Çünkü ben oynadığım tüm maçları adeta yaşıyorum. Kendimi inanılmaz derecede yaptığım işe motive ediyorum. Bu sırada oyundan başka hiçbir şeyi düşünmüyorum. Maç içinde böyle hesaplar yapacak vaktim bile yok. Eksik ve yanlış bilgilerle yapılan bu yanlış haberleri üzüntüyle karşılıyorum."

1 Mayıs

İtalya'daki arkadaşlarıma Türkiye'de 1 Mayıs'ın nasıl kutlandığını bu fotoğrafla gösterirken yaşadığım utanç duygusu için Türk polis teşkilatına teşekkürü borç bilirim.

Bush Dinle Bizi, Kafanda Pabuç İzi

Bu arada bilmeyenler olabilir, anlatalım; ayakkabı ve terlik vücudun en alt kısmına giyildiği için özellikle Arap dünyasında aşırı pis olarak değerlendiriliyor(bu yüzden camiye ayakkabıyla girilmez) ve bu tepki aynı zamanda bir aşağılama ifadesi olarak görülüyor. Benzer şekilde Saddam devrildiğinde heykelleri yıkılırken Iraklılar heykel ve büstlerine ayakkabı ve terliklerini ellerine alıp vurmuşlardı.

16 Aralık 2008 Salı

İtalyan Ultraları Üzerine

Sebastien Louis Lüksemburg`da yaşıyor. 2007 senesinde Perpignan Üniversitesi`nde italyan ultraları üzerine yazdığı tezle doktorasını bitiriyor. Luxembourg Contre Le Racisme adlı organizasyonun kurucusu ayrıca Mondiali Antirazzisti futbol turnuvasının da hamallarından. Commando Ultras`84 emekçilerinden. Şu aralar ikinci kitabını yazmakla meşgul.


İlk önce kitabından "Le phénomène ultras en Italie"den başlayalım. Henüz türkçeye çevrilmediğinden Türkiye`de basılmadı. Anlatır mısın nedir içeriği, neden Ultras en Italie?

Sébastien Louis: Bu kitap benim üniversitedeki araştırma konum aslında. 2002`de mezun olurken bir tez konusu istendi, ilk düşündüğüm konu bu oldu. Beni tanıyanlar pek şaşırmadı çünkü uzun yıllar bu kültürün içindeyim. 1994`ten beri Olimpik Marsilya`nın Commando Ultras grubu üyesiydim. O zamandan gelen bir tanışıklığım aslında hayranlığım vardı İtalyan ultralara. Kendi grubumuz da 1984 yılında ortaya çıkarken İtalya`daki gruplardan esinlenmişti. İtalya`daki ultra hareketinin başlangıcı 1960lı yılların sonunda gerçekleşirken biz tam 15 yıl sonra adapte olmaya çalışıyorduk dolayısıyla İtalya bizim Mekke`miz gibiydi. Kurulduğumuz ilk günlerden beri Sampdoria ultraları ile sıkı bir dostluğumuz var.

İtalya`ya ilk kez 1996 yılının mart ayında gittim Udinese-Sampdoria maçı için. Benim için inanılmazdı, o atmosferden büyülenmiştim. Ultralar o zamanlar oldukça güçlüydü en alttaki liglerde bile inanılmaz tribünler vardı. O zamandan beri de bulabildiğim her kitabı, materyali toplamaya başladım ve sürekli İtalya`ya gittim. En az 50 maç izledim ultralarla beraber. Serie A`dan Serie D`ye, Venezia`dan Napoli`ye kadar, bütün derbi maçlarında hatta 1000 kişiyi geçmeyen kale arkalarında bile bulundum. O yüzden bu konuyu seçmek benim için zor değildi, düşünmedim bile. Tehlikeli ve kaçık olarak bilinen bu italyan alt kültürünü tarihsel açıdan anlatmaktı amacım. Tek sorun tez danışmanımı ikna etmekti ama o da oldukça geniş bir insandı şansıma. Üniversiteden bu şekilde mezun olunca master tezim için de temel oluşturdu. Aynı şekilde 2003 yılında tezimi geliştirerek mezun oldum. Commando Ultras`tan arkadaşlarım da beni teşvik etti tezimi kitaplaştırmam konusunda. 2005 yılında Paris`te bir yayınevini ikna ettim. Kitabım birkaç güncellemeyle basıma hazırdı. 2006 yılında da yayımlandı. İtalyancaya çevrildi. Şu aralar ingilizce çevirisi için uğraşıyorum.

O halde İtalya`daki bu kültürü en iyi tanıyanlardan biri olarak sormak istediğim şey şu… Sence son yıllarda yaşanan olaylar ve yeni kanunlar Ultras hareketinin sonu getirir mi? Ya da getirdi mi?

S.L.: Bence abartıyorsun, ultraların uzmanı değilim, sadece onlarla oldukça fazla vakit geçirdiğimdem son 10 yıldaki değişimlerin içinde yaşadım. Ama bu kültürün iyi bilenleriyle tanıştım bu süre zarfında, onlardan çok şey öğrendim. Tek farkım bu bilgiyi derleyip kitaplaştırmak oldu çünkü bu insanlar kendi projeleriyle o kadar meşguldüler ki bütün bu hazır materyali saklamayı bile düşünmemişler. Bolonya`daki Progetto Ultra ile biz bütün bu hazır materyali saklamak fırsatını da bulduk. Baştaki soruya dönersek eğer, italyan ultra hareketi uçurumun kıyısında diyebilirim. Eğer geneline bakarsan bütün bu yeni kanunlara rağmen ultralar hala ayakta ama sadece isim olarak varlar artık. İçerik olarak yoklar. Kendini ayakta tutan birkaç küçük grup dışında varlıklarından sadece kağıt üzerinde sözedebiliriz. Nasıl ayakta kalabilirler ki… Maçların bir çoğu deplasman tarafarına kapalı kapılar ardında oynanıyor. Stad çevresindeki kontroller sıkılaştı, hareketlerinde dikkatli olmak zorundasın. Tribünlerde çok fazla baskı var. Yeni kanunlar, kurallar… Geçen eylül ayından beri Napoli taraftarlarının bütün hakları ellerinden alındı. Neden? Roma deplasmanından dönerken trene zarar verdiler diye. Tribün dışında yaşanmış hatta olmamış bir olay. Amaç sadece yasaklamak.

Ayrıca ultralar amaçlarından da saptı zaman içerisinde. Bazı liderler kulüp patronlarıyla hatta futbol federasyonuyla bağlantılı, bir kısmı bu işten ekmeğini de kazanmaya başladı satılan materyallerden. Organize suçlara bile karıştılar. Daha hiç politik konulara girmedim bile düşün. Bütün bunlar o ruha zarar veriyor doğal olarak. Ama hala ayakta kalan gruplar var: Sampdoria, Atalanta, Pisa ve birkaçı daha hala eski ultra ruhunu yaşatmaya devam ediyor bütün bu olumsuzluklara rağmen.

Apolitik tribünler… Gerçek mi yoksa sadece teori mi? Nedir çözüm?

S.L.: Apolitik tribünler her zaman mümkün ama konu ultralar ise imkansız. Çünkü zaten ultra hareketinin kaynağı politika. Demek istediğim, 1960 yılların sonunda bu hareket ortaya çıkarken zaten döneme özgü siyasi hareketlerle kaynayan bir ülke durumundaydı İtalya. İlk ultra gruplar İtalya`daki radikal bir örgütü model olarak almıştı. Tüm kuşağın değişim aradığı bir dönemdi. Kimisi radikal partilere girdi, kimi de neofaşist akıma kapıldı. Kuşağın bir kısmı hali hazırda aktivist iken bir kısmı da tutucu ve baskıcı ortamda değişim arayan kabuğunu kırmak isteyen insanlardı. İlk ultralar için model teşkil eden de radikal aktivistlerdi. Onlardaki imajı tribünlere adapte etmek daha kolaydı. Grupların ilk isimlerine baktığımızda anlaşılır ne demek istediğim: AS Roma`nın Fedayn`i… Sonrasında Verona`nın Brigate Gialloblu grubu, Inter`de Potere Nerazzuro, Juventus`ta Autonomia Bianconera gibi.

Ama o zamanlar takımları herşeyin önündeydi her ne kadar bu şekilde aktivistleri referans aldılarsa da. Faşist adamlar komunistlerle beraber maç izleyebiliyordu. Politika sorun değildi insanlar için, takım sevgisi sorundu. Kimisi politik farklılıkları dert ettiyse de genelde ultras birlikteliği ön plandaydı. Kısacası ultralar politikayla her zaman haşır neşirdi, ama sadece içerik olarak. Kimse tribünde politik aktivitelere girişmezdi. 1980li yılların sonundan itibaren bu durum değişti hala da değişiyor. Bu dönüşümün nedeni ortaya çıkan aşırı sağcı gruplar. Tribünlerde etkili taraf olmaya başlamalarından itibaren problemler de başlıyor. Çünkü ultra kültürünün temelini atan insanların büyük kısmı sol politikadan geliyordu. Şimdi ise tam tersine neofaşist fikirler yaygınlaşıyor özellikle arayış içindeki genç kesimde. Bu yeni bir trend tabi hala ultraların büyük çoğunluğu ya politikaya bulaşmamaya çalışıyor, ilgilenmiyor ya da eski köklerine sahip çıkıyor.

Tribünlerdeki baskın ideolojiyi görmek için bayraklara ve pankartlara bakmak yeterli. 80lerin sonundan itibaren İtalya`da beliren sosyal değişim de sağcıların ekmeğine yağ sürüyor. Artan göçmen nüfus nedeniyle provokasyonlar genç kesimde direk etkili.

Uzatmayayım… Tekrar soruna dönersek, bunun için bir çözüm bulmak zor çünkü ultras her zaman kararları kendi içinde verir. Apolitik tribünler de bulabilirsin ama politik tribünler her zaman olacaktır. Sorun o politik imaja inanıp inanmamakta. Ne Livorno tribünleri tamamen komunist ne de Verona tribünleri tamamen faşisttir. Tersi mümkün değil.

Yaşar Alptekin


80’li yıllarda podyumların en gözde erkek mankenlerinden biriydi... Mankenlikle gelen şöhret onu sinema filmleri ve dizilerin başrol oyuncusu da yaptı. Sonrasında ise onun için müthiş hızlı bir hayat başladı.
O artık gecelerin ve kadınların da gözdesiydi...
Geçen yıl çıkan “Namazla Yeniden Doğdum” kitabında yazdığı gibi artık “Büyük bir rüzgâra kapılmış yaprak gibiydi...”
Sonra o rüzgâr onu yalnızlığa sürükledi.
80’li, 90’lı yılların playboyu Yaşar Alptekin, geçen yıl karşımıza “Hidayete ermiş bir adam” olarak döndü.
“Namazla Yeniden Doğdum” kitabının her satırı, geçmişini çöpe atan adam Yaşar Alptekin’deki değişim ve dönüşümü anlatıyordu.
O Yaşar şimdi hacı oldu ve havaalanında ilginç açıklamalar yaptı. Alptekin’in, ‘hacı’dan çok bir meczubu andıran görüntüsü kadar söyledikleri de bir hayli ilginçti. Hacı Yaşar neler mi söyledi? İşte söyledikleri:
“Uzun süredir hacca veya umreye gitmeyi çok istiyordum. Ancak vergi borçlarım nedeniyle yurtdışına çıkış yasağım vardı, o nedenle gidemiyordum. Bu yıl da yasağım olmasına rağmen hacca gitmek için yazıldım ve kurada çıktım. Sonrasında çıkan vergi affından yararlanıp hacca gittim. İnsanların hakkını yememek için beş yıl hacca gitmeyeceğim ama ilk fırsatta umreye gideceğim.”
Hacı Yaşar’daki şu hassasiyete bakar mısınız? Beş yıl daha başka insanların hakkını yememek için hacca gitmeyecekmiş. Kim söylüyor bunu?
Kazandığı paranın vergisini ödemediği için devletin yurtdışına çıkış yasağı koyduğu biri...
İnsan biraz utanır değil mi?
Hac sonrası hayat felsefesinde bir değişiklik olacağını ama sosyal hayatının devam edeceğini ifade eden Alptekin, “Dizi film çalışmalarım helal dairesinde olacak. Mankenlik, katalog - broşür çekimleri olursa onlar da devam edecek. Daha iyi şartlarda daha bilinçli şekilde hayatımı yaşayacağım” dedi.
Aslında bunu şöyle de deşifre etmek mümkün:
“Ey benim Müslüman tekstilci kardeşlerim... Size dini bütün bir manken, model mi lazım? İşte size Hacı Yaşar... Başkası sizi bozar...”
Alptekin’den bir bomba daha:
“Hac’da dünyanın en güzel ressamının paletinde renktik. Siyahı, beyazı, sarı tenlisi. Renklerden bir tablo oluşturduk. Kabe’de tavaf ettik. Dünyanın en güzel avını yaptık. Şeytan taşladık. Şeytan taşlarken kendi içimizdeki şeytanı taşladık.”
Oysa Alptekin, 2007 yılında çıkan kitabında içindeki şeytanı çoktan öldürdüğünü yazmıştı. Alptekin’in içindeki şeytan ölmemiş demek ki!
Hacı Yaşar’ın havaalanından ekranlara yansıyan görüntülerini kaçırdıysanız, izlemenizi öneririm.
Çünkü Hacı Yaşar’ın görüntüsü ve söylemleri, günümüzde dini siyasete, dini ticarete alet edenlerin karikatürü gibiydi...
Alptekin, boynundaki tespih sorulunca da şunları söyledi:
“Bunlar hac kıyafetlerim. Bu nedenle tespihim dışarıda gözüküyor. Bir iki gün içinde kıyafetlerimi değiştireceğim ve yine tespihim boynumda olacak ama elbiselerimin içerisinde. Normal kıyafetlerime dönerken sakallarımı da keseceğim.”
Hacı Yaşar’ın açıklamalarını, kendi deyimiyle “Hep uçlarda yaşayan Tekirdağ Şarköy’lü Deli Yaşar”ın hezeyanları olarak görmemek lazım.
Çünkü günümüzde bu Yaşar’lar çok...
Hem de hepsi iktidar sahibi...
Şimdi sıra Hacı Yaşar’da...
Ey benim “Yalnız ve güzel ülkem”in saf insanları...
Yarın öbür gün Hacı Yaşar, belediye başkanı da olursa hiç şaşırma...
Zira bize böyle yöneticiler lazım!

Vucinic'in Gol Sevinci


Futbolcu kazanma hırsıyla kendini kaybedebilir ama bu kadarı da olmaz ki! :)

Laz Mısın? :)

Trabzon’dan gelerek Van’ın bir köyüne yerleşen ve bölgede "mucit Dursun" diye tanınan Dursun Beytaçoğlu’nun icatlarını Van halkı ilgiyle izliyor. Özelikle büyük şehirlerdeki trafik yoğunluğunu çok düşünen mucit Dursun, eline geçirdiği jeneratör motoruyla tek kişilik helikopter yapma projesini hayata geçirmek için çalışmaya başladı. Jeneratör motorunu beline sıkı bir şekilde bağlayan mucit Dursun, jeneratöre bağlı bir pervaneyi de başının üst kısmına taktı.
Teçhizatlı bir şekilde köyün hemen karşısındaki yüksek dağa çıkan Dursun Beytaçoğlu, beline bağlı jeneratörü çalıştırdı. Jeneratörün çalışmasıyla birlikte, başındaki pervane de dönmeye başladı.
Mucit Dursun, arkadaşı TEDAŞ Özalp şefi olan İhsan Akyüz’ün dağdan aşağı itmesiyle havalandı. Köylünün şaşkın bakışları arasında köyün üzerinde dolaşan Dursun Beytaçoğlu, inmek isteyince iniş için herhangi bir yöntem geliştirmediğini fark etti.
Köyün üzerinde dönüp duran mucit Dursun, mazot bitince köyün üstüne düştü. Köylüler tarafından Van Devlet Hastanesine kaldırılan Dursun Beytaçoğlu, çenesi ve ayağı kırıldığı için 17 gün hastanede yattı.

YETER!!

Yönetimin dinmek bilmeyen taraftar düşmanlığı yeniden sahnede. Temmuz ayında haksız cezalar ile grubumuz üzerinde oynanmaya başlayan oyun ikinci perdesiyle karşımıza çıktı. Kadim dostumuz KFY (Kill For You) grubu lideri Hakan Özkaraca (Sarı Hakan) ve grup üyesi Engin Divrik hiç bir yasal dayanağı, kanıtı, şahidi olmayan uydurma bir senaryoyla cezalandırılmaya çalışılıyorlar. Hatta bir başka olay bahane edilerek Engin Divrik gözaltına alınıyor ve kendisine Eskişehir deplasmanına ilişkin bir suçlamada bulunuluyor.

Yönetimin isteğiyle belirlenen liste tüm hukuk kurallarını ihlal eden anlayış tarafından idari cezalara maruz kalıyor. Bu hak, hukuk dinlemeyen zihniyet devlet büyüklerinide kandırarak yalanlarla, iftiralarla süsledikleri senaryolarını hayata geçirmeye devam ediyorlar.

Dün GFB'ye, bugün KFY'ye yapılanlar yarın diğer tribün gruplarınında başına gelmeden bu hukuksuzluk karşısında sesimizi yükseltmeliyiz. Marsilya tribün grubu lideri Santos'a yapılanlara karşılık bir çok Fransız tribün grubu ve Fransa dışından tribün gruplarının dayanışması hepimizin aklında. Hatta Marsilya takımının bu dayanışma içindeki rolü de hepimizce bilinmekte ancak burada durum biraz farklı çünkü bu senaryoyu tezgahlayan bizzat kulüp yönetimimizdir.

Sayın Ali Koç'un açıklamalarıyla yumuşayan yönetim-tribün gerginliği ne yazıkki dün yaşananlarla yeniden başlangıç noktasına geri dönmüştür.
Eskişehir, Arsenal ve Galatasaray maçlarında tribünlerdeki sorunlarımızı ikinci plana atarak elimizden geldiğince takımımıza destek olmaya çalıştık. Ancak bu desteğimize karşılık olarak daha fazla yalan ve iftira dolu saldırılar devam etmiştir.

Mtk maçıyla başlayan senaryolar başta ağabeyimiz olmak üzere bir çok kardeşimizin haksız yere ceza almalarıyla devam etmişti. Bu dönemde tüm tribün gruplarımız ve özellikle kadim dostumuz KFY grubu bizlerle dayanışma içinde bulunmuş, gerek açıklamalarla gerekse tribündeki protestolarla aldığımız haksız cezalara karşı seslerini yükseltmişlerdir. Tüm grupların ortak hareket etme çabalarına o dönemde öncülük edenlerden Hakan Özkaraca'nın (Sarı Hakan Ağabey) çabalarıyla, girişimleriyle ve özverisiyle GFB'ye olan destek gittikçe büyümüştür.

GFB'ye olan desteğin büyümesi yönetimi rahatsız etmiş ve KFY grubundan arkadaşlarımız ve dostlarımız kulübe görüşmeye çağrılmışlardır. Ancak KFY grubu öncelikle GFB ile olan dayanışmayı düşünerek bu görüşmeyi kesin bir dille reddetmiştir. Tüm bunlar yönetim tarafından hazırlanan ve cezalandırılmaları için senaryoya dahil edilen isimlere KFY üyelerinide eklemiştir.

Antalyaspor ile oynanan lig maçı sonrasında Engin Divrik gözaltına alınarak kendisine ve Sarı Hakan Ağabey'e maç yasağı ve para cezası verildiği bildirilmiştir.

Bu haksızlıklar karşısında susmayacağımızı ve protestolarımızı büyüterek devam ettireceğimizi herkese duyuruyoruz.

Stadımızı kendi taraftarları için yasaklı bölge haline getirmeye çalışan zihniyet ne kadar iftira atarsa atsın ne kadar yalan senaryo üretirse üretsin bu mücadelemiz devam edecektir. Kendisine Fenerbahçeliyim diyen herkes seyirci değil taraftarsa bu mücadelenin
içinde görev almak zorundadır.

Tüm bu haksızlıkların son bulması, başta grubumuz ve KFY üyelerine verilen haksız cezaların kaldırılması için daha önce olduğu gibi tüm demokratik yolları kullanacağımızı ve haksız cezalar karşısında Başbakanlığımıza attığımız faxlar, mailler yönetimimizin devlet büyüklerini yanlış yönlendirmesi ile yine sonuçsuz kalırsa büyük bir yürüyüşle Ankara'da Başbakanlığa gideceğimizi tüm taraftarlarımıza duyuruyoruz.

Bu haksızlık karşısında susan bizden değildir.


Genç FENERBAHÇELİLER

Enzo Zidane



Hıp demiş babasının burnundan düşmüş.

Madrid Reviri


Diarra & Van Nistelrooy

Ortak Nokta

Yaşamın bize öğrettiği ve biraz da zorladığı tüm farkları ve farklılıkları, günlük hayatta dibine kadar yaşarken, karşılıklı olarak aynı ortamda bulunmamaya çalıştığınız kişilerle birlikte, aynı otobüste deplasmanlara kaçmak, rakip seyircinin attğı taşlara birlikte göğüs germek, omuz omuza 90 dakika bağırmak. Tribünlerde tek yürek, gollerde sarmaş dolaş olmak. Yeri geldiğinde sevinçten yerlerde yuvarlanmak, birlikte gülmek, bazen sevinçten bazen üzüntüden de olsa sarılıp birlikte ağlamak. Ağızdan çıkan son nefeste bile birlikte Fenerbahçe demek, Fenerbahçe diyebilmek. Aynı yola baş koyabilmek.

15 Aralık 2008 Pazartesi

İşte Refleks!



Giderayak sonunda hayran kalınacak bir özelliğini öğrenmiş olduk.

14 Aralık 2008 Pazar

İnce Ayar

"Mourinho ile futbol konuşmam. Futbol oynamamış birinin bazı şeyleri anlamasını beklememek lazım"
Sinisa Mihajlovic/Bologna teknik direktörü

p.s: Solcu şehrin takımının başında bir aşırı sağcının bulunması, aynı takımın başkanının bir bayan olması bir başka yazı konusu. Bologna böyle bir yer işte.

Finish Him Mehmet!

Eyüp Can’ın cuma günkü Referans’ta yazdığına göre Başbakan Erdoğan, Hazine’den Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’e “bitir artık şu IMF işini” talimatını vermiş. “Son ana kadar IMF’ye muhtaç kalmadan bu işi çözebileceğini zanneden” Başbakan Erdoğan’ın, en azından yerel seçimlere kadar kamu harcamalarının sınırlanmayacağı düşüncesiyle sonunda anlaşmaya razı olduğunu belirten Eyüp Can’a göre IMF ile 20-24 milyar dolarlık bir stand-by anlaşması yapılacak.
Başbakan Erdoğan IMF ile anlaşmayı geciktirerek siyasetçi olarak en doğrusunu yaptığını düşünebilir ama bu anlaşmanın gecikmesi ve hükümetin küresel krize karşı ne yapacağını net biçimde ortaya koyamaması müthiş bir güven kaybına yol açtı ve ekonomi durma noktasına geldi. Bunun doğurduğu zararın telafisi kolay olmayacak ve şimdi IMF ile anlaşmak da durumu kurtarmayacak.