7 Şubat 2009 Cumartesi

Sarı - Lacivert - Şampiyon - Fener !



DAİMA HATIRLA!!

Laura Ramsey

Bu da iç geçirten sahnesi:

6 Şubat 2009 Cuma

İslam Çupi

Fenerbahçe Cumhuriyeti ortalıkta yoksa, Türkiye yoktur, futbol yoktur, bolluk yoktur, insanlar yoktur, canlılar güç nefes alır ve bu ülke kısa süre sonra yaşayan yer olmaktan çıkıp, mezarlık olur. Fenerbahçe büyüklüğü ne şampiyonluk büyüklüğü, ne kupa büyüklüğüdür. Onun büyüklüğü başka bir büyüklüktür işte, adı konamaz.

İslam Çupi
1932-2001

Bağımlılık

Gündelik yaşamın yorucu temposu herkesi bunaltır bazen. Kafamızın içinde arkası gelmeyen sesler yükselir her saniye. Hani bilirsiniz her an bir koşuşturmaca, böyle bir şeylere yetişmeye çalışma ama başaramama hissi vardır ya, onlardan bahsediyorum. Sürekli kaçırdığımız bir şeyler olduğunu düşünürüz. Unuttuğumuz mutlaka bir şey vardır bir yerde. Hayat o kadar hızlıdır ki yakalayamayız bir türlü.

İşte bu hayatı yavaşlatmanın belki de en etkili yoludur alkol. Ama argo tabirle de olsa hemen belirtmeliyim: "Ağzıyla içmesini bilen" için geçerlidir bu söylediğim. Alkol bir elek gibidir aslında. Gereksiz bütün sesleri kısar beyindeki, geriye sadece gerçekten bizim için önemli olan şeyler kalır. Hüzünse şişenin dibine kadar gidersin, neşe kaldıysa durmadan gülersin. Hayat yavaş çekimdir artık. Yakalamak çok kolaydır. Düşünceler kayıp gitmez bir o yana bir bu yana. Senin için neyin değerli neyin değersiz olduğunu o zaman anlarsın. Bu yüzdendir normaldir hiç aramadığın kimselere alkollüyken ulaşmaya çalışman. Cesaretin de artar alkolle belki ama asıl neden neyin önemli olduğuna karar vermendir. Hayat hızlıca akıp giderken kendimizi çok küçük hissederiz. Kocaman dünya miniciğizdir. Alkol o dünyayı küçültür. Güvenimiz artar. Normalde asla terkedemeyeceğimiz, ama terketmemiz gereken, sevgilimizi alkol alınca "şutlayabiliriz" anca. Karşısında el pençe divan durduğumuz patronumuzla sadece içki masasında "enseye tokat" takılabiliriz. Tekrar hatırlatmam gerekecek ama sanırım. Bu dediklerimin hepsi içmesini bilen için geçerlidir. Neyse, sonuçta alkol bir nedir? Bağımlılıktır. Peki Fenerbahçelilik nedir?

Fenerbahçe maçları öncesi stadyum çevresinde bulunanlar iyi bilir. Boğadan aşağı doğru sallanan adamın umrunda mıdır gündelik sıkıntılar? Tek gördüğü sarı ve lacivert, tek düşündüğü Fenerbahçedir. Moda sahilinde denizi seyrederek maç saatini bekleyen liseli, derslerini mi düşünüyordur acaba? Yoğurtçu Parkı'ndan Şükrü Saraçoğlu'na bakan gencin aklında az önce ayrıldığı kız arkadaşı mı vardır? Tabii ki hayır. Fenerbahçe kendine güvendir. Toplu halde stada yürüyen kalabalığın aklından zerre yenilgi geçmez. Kolkola girersin yanındakiyle, yanındaki patronundur görmezsin. Maç öncesi kız arkadaşın arar kavga etmek için anında gideri verirsin. Dünyaya meydan okursun sanki. Asla yalnız hissetmezsin. Şimdi sizce Fenerbahçelilik bir nedir? Şüphesiz bağımlılık.

Bu iki bağımlılığın beraber yaşandığı çok özel bir yer vardır aslında, Nazlı diye bilinir. Şimdi onu da başka bir yazının konusu yapalım.

Sağlıcakla,

SERT

5 Şubat 2009 Perşembe

Gol Sevinci

Fethullah Gülen ve Ergenekon

Fethullah Gülen ile Ergenekon davası arasında bir bağlantı var mı?
Resmen yok gibi görünüyor, ancak birçok belge, tanık, ifade, bu iki isim arasındaki hesaplaşmayı ele veriyor.
Güney’i sorgulayan Ahmet İhtiyaroğlu, her konuda bülbül kesilen Güney’in, konu Gülen’e geldiğinde tedirgin olup terlediğini söylemişti.
Kendisinin de Fethullah Gülen oluşumu içinde yer aldığını söyleyen Güney ne demişti:
“Eskiden Gülen, Ergenekon’un bir alt yapılanmasıydı. Zamanla onu geçti. Emniyet’te güçlendi. 28 Şubat sonrası Ergenekon, Gülen oluşumunu tasfiye kararı aldı. Şimdi Gülen ile Ergenekon arasında çatışma var.”
* * *
Yani şimdi de tersi mi oluyor?
“Gülen oluşumu”, Ergenekon’u mu tasfiye ediyor?
Olup bitenlere bir de bu açıdan bakalım:
Mesut Yılmaz, NTV’deki Neden programında Gülen örgütlenmesini kastederek dedi ki:
“Bana bizzat Emniyet’ten gelen bilgilere göre, Emniyet içinde ‘F tipi’ yapılanmalar oluyor. İstihbarat, tamamen F tipi(ymiş). Bu doğru ise, durum vahimdir. Her türlü manipülasyona açık olmak gerekir.”
Aynı programda CHP’li Hakkı Süha Okay da daha önce Aydınlık’ta yayımlanan bir belgeyi hatırlattı. 1999’da Emniyet’in hazırlayıp DGM’ye sunduğu bu belgede, “Emniyet’teki F Tipi Örgütlenmenin Etkin Elemanları” listeleniyordu. Okay’a göre bu listede “Fethullahçı polisler” arasında sayılanlardan biri, bugün “Telekomünikasyon İletişim’in başındaki kişi”ydi.
O polisler Türkiye’yi dinleyen mevkilere terfi ederken, bu yapılanmayı tasfiye etmeye çalışanlar ne oldu?
2002’de DGM savcısı Nuh Mete Yüksel‘e polisteki Fethullahçı yapılanmayı rapor eden Emniyet Müdürü Adil Serdar Saçan Ergenekon davasında tutuklu şimdi...
Nuh Mete Yüksel ise gizli kamerayla kaydedilmiş yatak görüntüleri olduğu haberi yayılınca görevden alındı.
* * *
Doğu Perinçek’in polis sorgusunu okudum:
“Emniyet’teki Fethullahçılar listesi” ona da sorulmuş.
“Partideki arkadaşlar getirdi” demiş Perinçek...
Üstelemiş polisler:
“Emniyet’teki Fethullahçı yapının ortaya çıkarılması için herhangi bir çalışma yaptınız mı?”
“Bu tür bilgileri toplarız” demiş Perinçek...
Sormuşlar:
“İddia ettiğiniz Fethullahçı yapılanmayla ilgili elinizde somut veriler mevcut mu?”
“AKP kapatma davası iddianamesinde de var” demiş Perinçek...
Yine sormuşlar:
“Savcıyı ve Emniyet teşkilatını zan altında bırakan bu tür ithamlarınızın amacı nedir?”
“Aydınlık dergisinde Adil Serdar Saçan’la bir röportaj yapmışsınız. ‘Her yıl 100-150 bin öğrenci, cemaat üyesi olarak polis okulundan mezun oluyor’ diye başlık atmışsınız. Bu hayal mahsulü iddiayı dezenformasyon faaliyetiniz çerçevesinde mi başlık haline getirdiniz?”
Gülen’in Ergenekon’la ilgisi yoksa, niye ısrarla onu soruyorlar?
* * *
Ergenekon davası avukatları, Güney’in sorgu kasetlerinden Gülen’le ilgili bazı bölümlerin çıkarıldığını iddia ettiler.
Yine avukatların iddiasına göre, Güney, sorguda Gülen’den “Fethullah Hoca” diye söz etmiş; kâğıda geçirenler bu ifadeyi “Fethullah Gülen” diye düzeltmişler.
Gülen’le ilgili ne yazılsa cemaat çevresi hemen tepki veriyor; ama görüldüğü gibi birçok veri, Güney’in bahsettiği “derin çatışma”yı ortaya seriyor.
Hep söylüyoruz:
“Ergenekon temizlenmeli...”
Ve hep ekliyoruz:
“Acaba temizlenen sadece o mu?”

Yazı: Can DÜNDAR

Hatırlıyorum Ama Nerden, Dilimin Ucunda !

Önce taraftarlardan, teknik direktörden, teknik kadrodan ve futbolculardan özür dilerim. Kuvvetli bir karakterim var ve futbol hayatımın en kötü anlarından birini yaşıyorum. Kulübe ya da taraftara karşı bir tepki vermedim, kendime verdiğim bir tepkiydi. Çünkü taraftarlar hala %100 gerçek Kezman’ı görmediler. Sağlam bir yapım var ve kalitemi kanıtlamak için elimden gelenin en iyisini yapacağım.’

Mateja Kezman, PSG-Bordeaux maçında oyundan alınması nedeniyle formasını fırlatmasından sonra.. Bu cümleleri ezberlemiş herhalde.

İBB'nin Üstün Performansı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi “büyük” adına yakışmayacak bir küçüklük yaptı.
Öğrencilere verdiği aylık 100 TL bursu kesti.
Şikâyetçi öğrencileri de “Anayasa Mahkemesi’nden bu kararı CHP çıkarttı” diye CHP aleyhine kışkırttı...
CHP bursların genişletilmesini istemiş, Anayasa Mahkemesi yanlış bir kararla belediye bursları aleyhine karar çıkartmıştı. Üstelik gerekçeli karar yayımlanmadığı için bursun kesilmesi gerekmiyordu.
İlhan Subaşı adlı hukuk öğrencisi dava açtı bu konuda. Dava dilekçesinde gerekçeli karar çıksa da bursların devamı gerektiği savunuluyor. Nitekim AKP’li Kocaeli Belediyesi bursları ödemeye devam ediyor...

İlginçtir... İstanbul Anakent Belediyesi otobüs şoförlerinin maaşlarını da tam ödeyemiyor. Konu açıldığında Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “İETT arazisinin satışı engellendiği için maaşları ödeyemiyoruz” gibi komik bir bahaneye sığınıyor.

Cartel, 1 Numaraa

Tuncay Güney adlı meczup, bu haftanın 1 numarasını Kanada’da yayımlanan CanadaTürk gazetesine verdiği demeçte ilan etti: “Bir numara görevdeki bir asker, danışmanı ise emekli bir orgeneral” imiş. Bir numara malumunuz sık sık değişiyor. Kâh ünlü bir işadamı oluyor, kâh eski bir belediye başkanı, kâh eski bir genelkurmay başkanı... Yandaş basın, 1 numara şüphelisi kim ilan edilmişse yalan bombardımanını o tarafa yöneltiyor.

Uğur Dündar’ın Arena programında konuşan emekli Albay Levent Göktaş’ın avukatı Serdar Öztürk şöyle diyor:
“Göktaş’ın sorgusu sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de ‘Ergenekon’ soruşturmasına dahil edilebilmesi için emekli Albay’a ahlaksız teklifte bulunuldu; ‘TSK’nın sorumluluğunu duyuracak olay anlatın ya da bir general ismi verin’ denildi...”
Bu konuda bir karşı açıklama gelmedi.

Yoann Gourcuff



Kendisi bu müthiş golün sahibi olup buralarda yeni Zidane ve yeni Kaka olarak adlandırılıyor. Hatta Kaka'nın Manchester City'e transfer olmasına evet diyen bir kısım Milan taraftarının en büyük dayanağı Kaka'nın yerini Gourcuff ile doldurabileceklerini düşünmeleri. Kurada Bordeaux çıktığında "ikiye katlarız, ezeriz, eleriz" diye atıp tutan bazı futbol cahili galatasaraylılar maçlarda bu adamı izleyince ne hallere girecekler, çok merak ediyorum.

Bu arada Kaka demişken İtalya'da bazı insanlar Kaka'nın transferi olayının tamamen yalan olduğunu, Manchester City'nin sahibi olan Dubaililerle kanka olan Berlusconi'nin ülke gündemini manipüle edip yaklaşan seçimlerde puan kazanmak için böyle sözde transfer hikayesi işbirliğine girdiğini iddia ediyorlar. Berlusconi bu, adamdan herşey beklenir.

Gitti Güzelim Hakkı Adamcağızın

Anayasa Mahkemesi, tarihi bir karara imza atarak MİT, polis ve jandarmaya telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimi tespit, dinleme ve kaydetme konusunda yetki veren kanunun, “Dinlemelerde faaliyetlerin denetiminin, başbakanın özel olarak yetkilendireceği kişi veya komisyon tarafından yapılmasını" öngören hükmünü iptal etti.

Eh Başbakanlığa ait mobil dinleme araçlarıyla kimseye hesap vermeden yapılan dinlemeler en azından "yasal" olarak son bulmuş oldu..

Ekonomik Krizin Gidişatı Üzerine Tahminler

IMF iki ay önce yaptığı tahminleri çöpe atıp çok daha karamsar yeni tahminler açıkladı. Dünya ekonomisinin durma noktasına geldiğini açıklayan IMF bu son tahminini ileride daha da aşağı çekebileceği uyarısında da bulundu.

Bu tablo başta ABD olmak üzere dünyanın büyük ve zengin ülkelerinde hükümetleri, dev boyutlarda ekonomiyi canlandırma paketleri açıklamaya zorladı. Bu önlemler, söz konusu ülkelerdeki talep açığını kapatarak ekonomiyi canlandırmayı amaçlıyor ama bu önlemlerin bazı tehditleri ortadan kaldırmadığı, hatta yer yer artırdığı söylenebilir.

- Başta ABD ve İngiltere olmak üzere zengin ülkelerde banka sistemini ayakta tutmak ve ekonomiyi canlandırmak için devletin olanaklarını (yani halkın vergilerini) kullanan hükümetler, kendi ulusal firmalarını ve işçilerini koruyacak önlemler almak zorunda kalıyor.

- Her ülkenin bu tür önlemler alması halinde dünya ticaretinde bu yıl başlayan küçülmenin sürmesi ve bütün ülkelerin bundan zarar görmesi kaçınılmaz görünüyor.

- Zengin ülkelerden Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ (YP) ülkelerine akan özel dış sermaye de, küresel riskin artması ve zengin ülkelerin banka sistemlerinde acil kaynak ihtiyacının doğması nedeniyle, anavatanına döndü ve YP ülkeleri dış kaynak darboğazına girdi. Bu finansal korumacılığın sürmesi halinde, özellikle Türkiye gibi tasarruf ve cari işlemler açığı olan ülkelerin bundan olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz görünüyor.

- IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlara ek kaynak aktarılarak bu kuruluşların YP ülkelerine mali destek sağlama projesinin nasıl uygulanacağı ne kadar etkili olacağı belirsiz.

- Küresel ekonomideki hızlı bozulma işsizliği hızla artırırken Fransa’dan İngiltere’ye, Rusya’dan Çin’e, kabaran toplumsal tepkilerin ilk sinyalleri alınıyor. Davos’ta yapılan değerlendirmelerde, bunun siyasi sonuçlara da yol açabileceği ileri sürüldü.

Davos Fatihi (!)

1) Paneli Türkiye istemiş. Erdoğan’ın hem dünyaya hem de “içeriye” yönelik bir çıkışı önceden planladığı anlaşılıyor. (Hatta gitmeden önce Hürriyet'e verdiği demeçte oraya olay çıkarmaya gittiğinin sinyalini veriyor, bir dedikoduya göre bu yüzden Schwab yönetimden çekiliyor.)
2) Oturumu, Dünya Ekonomik Forumu Başkanı Schwab’ın yönetmesi planlanmış. İki gün önce Ignatius adı ortaya çıkmış. Türkiye itiraz etmiş, ama üstelememiş. Erdoğan’ın ilk hatası, hakkaniyetinden emin olmadığı bir moderatörle yola çıkması...
3) İkinci hata; süre... Böyle netameli bir konu ve önemli konuklar için 1 saat, çok az...
4) Genelde âdet, konukları ilk turda kısa konuşturmak, ikinci turda birbirlerini yanıtlamaları için yeniden söz vermektir. Moderatör öyle yapmadı; ilk turda uzun konuşmalarına fırsat verdi; tartışmaya zaman bırakmadı.
5) Erdoğan, moderatörü haşlarken “Peres 25 dakika konuştu, ben 12 dakika konuştum” demişti.
Kronometreyle ölçtüm. Durum şu:
Ban Ki-moon 7 dakika 20 saniye konuşmuş.
Erdoğan 16 dakika konuşmuş.
Amr Musa 12 dakika 45 saniye konuşmuş.
Peres 21 dakika konuşmuş.
Yani Erdoğan kendi konuşma süresini olduğundan 4 dakika az, Peres’inkini ise olduğundan 4 dakika çok söylüyor.
6) Peres’in kendisini eleştiren diğer 3 konuşmacıya birden cevap vermeye çalıştığı düşünülürse bu süre adil sayılır.
7) Oturum tam 1 saatte tamamlanıyor. Moderatör, “Bu tartışma gece boyu sürebilir” diyerek kapatırken, Erdoğan söz isteyince, koluna dokunarak (evet, ilk o dokunuyor) engellemeye çalışıyor. Bunun üzerine Erdoğan da onun kolunu tutarak “one minute”lere başlıyor. Ve 8 kez (saydım; tam sekiz kez) “Bir dakika” diyerek söz istiyor.
8) Ama “1 dakika”da kalmıyor. 1.5 dakika konuşup önündeki kâğıtları açınca, moderatör “Süremiz doldu” diye uyarıyor. “Sözümü kesmeyin” diyor
Erdoğan ve 2 dakikayı buluyor. Ignatius’un eli o zaman omuza konuyor. Erdoğan bu kez ona patlıyor. Ve 3 dakika sonunda duruyor.
9) Gelelim asıl sürprize:
Bandı İngilizce izleyince simültane tercümanın belki telaştan, belki diplomatik bir skandala engel olmak için bazı sert sözleri atladığı ya da dozunu düşürdüğü anlaşılıyor.
Mesela Erdoğan Peres’e, “Sesin yüksek çıkıyor. Sesinin çok yüksek çıkması bir suçluluk psikolojisiyledir” diyor. Çeviri şöyle:
“Çok güçlü bir sesiniz var. Belki de kendinizi biraz suçlu hissettiğinizden sesiniz güçlü çıkıyor.”
Erdoğan’ın “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözü tercüme edilmemiş.
“Benim için Davos bitmiştir” sözü de...
Dolayısıyla, Peres ve Türkçe bilmeyen dünya, Erdoğan’ın diklenişini bizimle aynı dozda hissetmemiş. (Ne tesadüf aynı olay Rum milletvekilini azarlarken de yaşandı!)
10) Son bir gözlem:
Erdoğan paneli terk ederken Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa onu ayakta tebrik ediyor, sonra da peşinden gitmeye teşebbüs ediyor. Tam gidecekken BM Genel Sekreteri’nin “Gel otur” işaretiyle koltuğuna dönüyor.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Overrated Nedir?

Aha budur!

Tropic Thunder


Tropic Thunder Tom Cruise Dance - For more funny movies, click here

Harika filmin en bomba sahnesi. Böyle dans etmeyen ne olsun!

3 Şubat 2009 Salı

David Guetta - Just a Little More Love (Wally Lopez Remix)

Just a little more love,
Just a little more peace;
That's all it takes to live a dream!
Walk hand in hand to understand,
And one day soon
We'll live in harmony!!

JUST A LITTLE MORE LOVE!

Heineken Ad

KFY Bildirisi

Sayın Efsane Başkanımız Ali Şen, Size Sesleniyoruz !

Fenerbahçe tribünleri olarak artık dayanma sınırlarını çoktan aştık, sabrımız taştı. Çok uzun süredir üstümüze oynanan oyunlarda artık son noktaya gelindi. Devletin emniyet güçlerinin de anlaşılmaz tutumuyla Aziz Yıldırım'ın bizlere yaptıklarını tekrar herkese anlatmak ve bizi bu durumdan çıkarabilecek tek kişi olan Ali Şen Başkanımız'a seslenmek istiyoruz.

Efsane başkanımız, 96'da Trabzon'da sahaya inerek sahip çıktığınız Büyük Fenerbahçe Taraftarı'nın içinde bulunduğu durumu size anlatmak ve bu antidemokratik, bu diktatörce, bu Fenerbahçelilik değerlerinden uzak hareketlerin üstesinden gelmek için size çağrıda bulunmak istiyoruz.

Sene başından beri sayısız saçma uygulamayla karşılaştık. Önce maraton üst tribünü E blokta bileklik uygulaması başladı. Sanki tatil köyüne giriyormuşuz gibi o blokta oturan taraftarlarımıza bileklikler takıldı. Arkasından çam yarması gibi sayısız bodyguardlar dikildi kapılara, tribünlere. Bu kişilere ödenen paralar neden kulübe harcanmadı merak ediyoruz, harcanmış olsa belki de takımlarımız daha iyi durumlarda olurdu. Bunlar yanında tribüncü gözüken ama tek amacı başkan aleyhine çıkacak sesleri engellemek olan ve bir çok maça yanlarında bıçaklarla giren mafya kılıklı tipler stada sokuldu. Yetmedi, taraftarın sinmediği görülünce cezalar başladı. Hiçbir suçu olmayan kişilere maçlara girememe cezaları verdirildi. Verdirildi diyoruz, çünkü tanınan ve bilinen kişilere ısmarlama cezalar geldi. Stadta olmadığı halde ceza alan taraftarlarımız oldu. Alakasız bir şekilde deplasmanda olay çıkartma gerekçe gösterilerek cezalar verildi. Hiçbirinin kanıtı, belgesi yokken bu cezalar verildi. Mahkemelerden dönen cezalar olmasına rağmen kışkırtıcı bir şekilde üstümüze oynanmaya devam edildi. En son pazar günü oynanan maçta bu önemli maç devam ederken taraftarlarımız çağrılıp ortada hiç bir şey yokken fişlendiler.

Maç sonunda aleyhte protestolar olunca önce susturmak için stad hoparlöründen şarkılar çaldırıldı, sonra dışarı çıkmakta olan taraftarın yürüdüğü kordiroların ışıkları kesildi. Çoluk çocuk, bayanlar itiş kakış büyük bir tehlike altında çıkabildi stadtan. Bu tamamen hukuk dışı cezaları da bu uygulamaları da size şikayet ediyoruz Sayın Ali Şen !

Şimdiye kadar başkanımızdır dedik sustuk, yaptıklarına hürmeten sustuk, ama artık yeter. Emniyet güçlerini de arkasına alarak hiç bir şey dinlemeden, yasa-hukuk tanımadan gerçek Fenerbahçeliler'e olan saldırısını iyice arttıran Aziz Yıldırım'ı artık tanımıyoruz. Başkanımız diyemiyoruz, çünkü bu hareketler senelerce bizlere öğretilen Fenerbahçelilik değerlerinden tamamen farklıdır. Tek reis benim diyen başkanın, camiayı ve taraftarları birlik altında tutması gerekirken, uzlaşıcı olması gerekirken bu kavramlardan çok uzak şekilde bizlere savaş açması bizim de sabrımızı artık taşırmıştır. Şu dakikadan sonra artık Aziz Yıldırım bizim başkanımız değildir. Tribünlerde Fenerbahçemiz için olmaya, sesimizle, varlığımızla Fenerbahçemiz'e destek vermeye son nefesimize kadar devam edeceğiz. Ancak yaklaşık 750 oyumuzla kongrede kesinlikle ama kesinlikle kendisinin yanında olmayacağımızı, karşınıza kim çıkarsa çıksın, rakibi olan adaya destek vereceğimizi bildiririz.

Zaman öyle bir zaman ki Fenerbahçeliler birbirlerine düşmek üzere. Kardeş kardeşe kırdırılmaya çalışılıyor. Bunu engelleyebilecek olan tek isim sizsiniz Sayın Ali Şen. Fenerbahçeliler olarak bunu sizden bekliyoruz. Artık Fenerbahçe tribüncüleri olarak yasaların işlediği bir stadta maçlarımızı izlemek ve canımızdan çok sevdiğimiz Fenerbahçemiz'e destek vermek istiyoruz.


Bizim için aziz olan sadece FENERBAHÇE'dir.
Saygılarımızla
KFY

2 Şubat 2009 Pazartesi

100 Trilyon Dolarlık Banknot

Başlığa bakıp atlamayın, söz konusu dolar Zimbabve Doları, tamı tamına 30 ABD Doları ediyor. Ekonomik kriz ve hiperenflasyonla mücadele eden ülkede işsizlik %80, enflasyon oranı ise %231milyon! Ülkede fiyatlar ise sadece bir günde iki katına çıkmakta.

Türkiye - İtalya Arası Benzerlikler

Adamlar da bizim gibi resimlere sakal-bıyık çiziyorlar.

Feto, Ergenekon, TSK

AKP yancılarının alıntı yaptığı medya kuruluşlarının aksine Dünya çapında saygı gören Jane’s Defence Weekly dergisinin çatı kuruluşu Jane’s Information Group sitesinde yayımlanan “Gülen hareketi: Türkiye’nin üçüncü gücü” başlıklı analizde, Gülen hareketinin, Ergenekon davasıyla ilişkilendirerek suçladığı Türk ordusuna sızana kadar saldırılarını sürdüreceği görüşü de vurgulandı.

Gülen hareketinin kurduğu örgütler ve ağlar sayesinde milyonlarca doları kontrol ettiğine işaret edilen değerlendirmede, hareketin televizyon kanalları ve gazeteleri gibi modern iletişim araçlarıyla küresel alanda nüfuzunu kullandığı belirtildi.

Yazıda başa geldiği tarihten bu yana AKP’yi desteklemiş olan Gülen hareketinin AKP ile özdeşleştirildiği oysa iki siyasi güç arasında ideolojik bir yarış olduğu öne sürüldü. Analizde şöyle denildi: “Hem AKP hem de Gülen cemaatinin muhafazakâr değerleri ve İslamla politikanın birleştirilmesini savunmasına karşın bunlar yarış eden siyasi örgütler.”

Türkiye’de iktidarda kalma hedefinin AKP ve Gülen cemaatini “kazançlı bir ittifak” içinde tuttuğu ifade edilen yazıda, AKP’nin cemaat üyelerini kilit bürokratik görevlere getirdiği ve cemaatin örgütlerini koruduğu vurgulandı.

Cemaat üyelerinin bakanlıklar da dahil omak üzere hükümet içinde önemli görevlere geldiğine dikkat çekilen analizde Gülen hareketinin Türk polis teşkilatı ve istihbarat kanadında da nüfuza sahip olduğu ifade edildi.

Değerlendirmede Gülen hareketinin polis gücü ve bürokrasi içinde varlığına karşın Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde irtica ile mücadele politikası sonucu yer edinemediğine işaret edildi. Yazıda, TSK’nin bu tutumu nedeniyle Gülen hareketinin kontrolündeki medya yoluyla orduya saldırmaya başladığına vurgu yapıldı.

Gülen medyasının emniyetten sızdırılan bilgilerle orduyu Ergenekon davasıyla ilişkilendirerek TSK’ye yönelik suçlamaları “göze çarpan bir biçimde” yayımladığı da belirtildi.

Yazıda “Öyle görünüyor ki Gülen cemaati Türkiye’de daha fazla paya sahip olmak istiyor. Hareket kendi üyelerini ve yandaşlarını orduya sokana kadar TSK’ye güçlü bir biçimde karşı koymayı sürdürecek” denildi.

Gülen hareketinin güçlü bir siyasi partiyle ilişkilerin yararlarını düşünerek AKP’yi desteklemeyi sürdüreceği görüşü de belirtildi. Yazıda Türkiye’nin “İslamcı blok” ve “laik blok” olarak iki kutba ayrıldığı görüşüne karşın Türkiye’nin AKP, TSK ve Gülen hareketiyle üçe ayrıldığını düşünmenin daha yararlı olacağı savunuldu.

Gülen hareketine yönelik “Türkiye’de en iyi ötgütlenmiş taban hareketi” nitelemesinin getirildiği analizde, “Gülen hareketi Türk siyasetinin etkin bir üçüncü gücü ve önümüzdeki yıllarda dünya bunu çok duyacak” denildi.

Günaydın

ABD’nin en saygın gazetesi Washington Post, dünyadaki 50’den fazla Müslüman ülke arasında Türkiye’nin Batı açısından özel bir konumu bulunduğunu belirterek, AKP döneminde Türkiye’nin bu özelliğini kaybetmekte olduğunu ve “Muhtemelen yeni Başkan Obama’nın gözde Müslüman ülkesi” olmayacağını yazdı.

Washington Enstitüsü Yakın Doğu Araştırmaları Kıdemli Uzmanı Soner Çağatay’ın imzasıyla yayınlanan yazıda, Türkiye’nin bir NATO müttefiki, Avrupa Birliği üyeliğine aday bir ülke, liberal bir demokrasi ve İsrail ile ilişkileri olan Müslüman bir ülke olduğu hatırlatılarak, AKP döneminde ülkenin bu özelliklerini kaybetmekte olduğu ileri sürülerek şöyle devam edildi:

“Liberal politikalar bir bir kayboluyor. AB üyelik görüşmeleri durmuş durumda. İran gibi Batı karşıtı devletlerle bağlar güçlenirken, İsrail ile ilişkiler zayıflıyor. Başbakan Erdoğan son olarak da İsrail Devlet Başkanını insanları öldürmekle suçlayıp toplantı terk etti. Türkiye böyle giderse Başka Obama’nın gözde Müslüman ülkesi olamayacak.”

AB yolunda Fransa gibi ülkelerin engellemesinin doğru olması rağmen, sorunun bir o kadar da AKP’nin liberal değerlerden uzaklaşması olduğu savunulan yazıda, AKP’nin altı yıllık bir iktidar döneminden sonra Türkiye’yi artık daha az özgür, daha az eşit bir ülke yaptığı ve medyadaki engelleme girişimleri ile kadın-erkek eşitliğinde yaşananların bunun göstergesi olduğu öne sürüldü.

AKP’nin 2007 yılındaki çıkardığı internet yasasına dayanarak YouTube adlı siteyi kapatan tek Avrupa ülkesi olduğu belirtilen yazıda, BM Kalkınma Programı’nın yaptığı bir araştırmaya göre kadın-erkek eşitliğinde Türkiye’nin 2002’de 63. sırada iken bugün 90. sıraya düştüğü vurgulandı. Yazıda, Türkiye’nin, kadınların siyasi, ekonomik ve toplumsal olarak Suudi Arabistan’ın bile gerisine düştüğü belirtildi.

Türkiye Ligi

"Türkiye ligi her ne kadar 34 haftadan oluşuyorsa da,aslında bir sezon boyunca her takımın iki kere Fenerbahçe ile karşılaştığı bir süreçten ibarettir"

Nihat GENÇ

Her takımın Fenerbahçe'ye karşı en iyi oyununu sergilemesi, Anadolu deplasmanlarında en dolu tribünlerin ve en pahalı biletlerin Fenerbahçe maçlarında olması, Fenerbahçe'yi seven ya da Fenerbahçe'nin kardeş takımı diyebileceğimiz, kriz anında Fenerbahçe'ye destek olan ya da birlikte haraket ettiği sadece bir takımın dahi Süper Lig'de olmaması, Fenerbahçe'yi Fenerbahçe'li den başka kimsenin sevmemesi, bir Beşiktaş'lının veya Galatasaray'lının Fenerbahçe maçlarında her şartta ne olursa olsun Gs'lının Bjk'yi Bjk'linin Gs'yi desteklemesi, bir Trabzon'lunun Fener şampiyon olmasında kim olursa olsun daaa demesi Nihat Genç'in sözlerinin doğru olduğunun birer kanıtıdır. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Tek gerçek şu ki Türkiye'nin en büyük camiasıyız. Her zaman tek başımıza,her zaman en yukarıdayız. İndirmeye kimsenin gücü yetmese de, cümle alem birlik olup tırmalamıyor değil Kanarya'mı, ama tabi ki boşa, hepsi nafile, herzaman heryerde en büyük Fenerbahçe, zaten bu yüzden değil mi bu tantana. Asla ama asla Fenerbahçe kadar büyük olamazsınız. İslam Çupi'nin şu sözlerini kimse unutmasın "Şampiyon olmak mümkün,Fenerbahçe olmak imkansızdır ... "

Nostalji..



Meşhur Chelsea maçı öncesi.."Yensen Yenilsen" kısmından sonra Chelsea taraftarının şaşkınlığına dikkat.

1 Şubat 2009 Pazar

Ahmet Davutoğlu ve AKP Dış Politikası

Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı Profesör Ahmet Davutoğlu AKP’nin hem ideologu hem de dış politika yapıcısı...

AKP iktidarı bir taraftan Arabizan bir İslam yorumunu empoze ederek Türkiye’nin içini Ortadoğululaştırırken, diğer yandan da Türk dış politikasını Ortadoğululaştırıyor. Entegrasyonun âlâsı AKP politikasının bu iç ve dış boyutları arasında kurulmaktadır.
Davutoğlu, AKP’nin dış politikada bir “rejim değişikliği” uyguladığını yazınca kızıyor. Hiç kızmaya hakkı yok. Son Gazze krizindeki performansları bir fiyasko olarak kayıtlara geçse de aslında tuttukları yolda aşama kaydetmişlerdir.

AKP’nin Hamas fanatizmi, Türk dış politikasının Batı/AB boyutunu nasıl destekleyecekmiş? Bunun neresi “entegre dış politika”?
Asıl yapılması gereken, Batı ittifakının üyesi olarak kalmaya kararlı bir Türkiye’nin AB’ye üyelik hedefine odaklanmış dış politikasıyla, içeride sürekli kılacağı demokratikleşme ve modernleşme hamleleri arasında bir entegrasyon sağlamaktır.

Türkiye hem içerde, hem dışarıda AB’ye odaklanmadıkça zaten AB üyesi olamaz.
AKP, AB üyeliği hedefine odaklanmış olsaydı, bu iktidar Anadolu’da baskıcı bir dinci muhafazakârlığı hâkim kılmaz, bir Başbakan da basına boykot çağrıları yapmazdı.
Egemen Bağış’ın başmüzakereci atanması üzerine Polyannacılık oynamaya başlayanlar Davutoğlu’nun etki ve söylemini iyi incelesinler...

Türkiye’nin yapıcı bir rol oynayabilmesi için demokrasisini evrensel normlarda kökleştirmesi gerekiyor. Ama “demokrasi” Davutoğlu’nun söyleminde bir paradigma olarak yer almıyor. Demokrasi onun dünyasında bir dış faktör.

Davutoğlu Türkiye’nin Batı’dan yana yapmış olduğu tercihi “tek yönlülük” olarak eleştiriyor. AKP daha iktidara gelmeden yayımladığı başyapıtı “Stratejik Derinlik”te, “Tek yönlü ve tek eksenli bir iç siyasi kültür ve buna bağlı bir dış politika yapımının oluşması Türkiye’nin çok yönlü tarihi tecrübe birikimini yeterince değerlendirebilen ve farklı senaryolara uyum gösterebilen bir siyasi ve diplomatik tavır geliştirebilmesini engellemektedir” diye yazmış.
O engel artık ortadan kalkmış olmalı ki, heveskâr AKP diplomasisi Ortadoğu’nun neresinde bir çıngar kopsa aktörlük fırsatı çıktı sanıp üzerine balıklama atlıyor.

Davos Fatihi Küçük Enişte

Yıllardır Ortadoğu'da ABD-İsrail ortak projesinin bir numaralı taşeronluğunu yapmaktan olan başbakanımız Davos'ta Hem İsrail'e hem de moderatöre gerekli dersi verdi! Evet, yaptığı çıkış sadece o oturum çerçevesinde bakıldığında haksız değildi ve yerindeydi, ama olaya geniş açıdan bakınca resmen bir "küçük enişte" vakasıyla karşı karşıyayız diyebiliriz. Üstelik bu çıkışı yaparken Hamas-PKK arasındaki benzerliği önemsememesi, ülkeyi uluslararası alanda küçük düşüren pekçok olayda ve yine ülkede masum insanlar ölürken hiç böyle tepki göstermemesi işin absürtlüğünü daha iyi ortaya koyuyor.

İşin daha komik kısmı Tayyip Türkiye'ye döndükten sonra başlıyor. Kraldan çok kralcılar kendisini Avrupa Şampiyonu olmuş gibi karşılamaya gidiyor, metrolar gece 3'e kadar bedava çalıştırılıyor. Tayyip medyası olayı cilalıyor da cilalıyor, kahramanlaştırırken sanki Dünya'nın yeni lideriymişçesine lanse edilip tabiki yerel seçimler için propaganda aracı olarak kullanılıyor.
Vallahi pes!

Bahsi geçen küçük enişte vakası için:

Milica Dabovic

Araagonees Laylalaylaylay

Konu Aragones olunca, insanlara şans verilmesi gerekiyor bence. Aragones bu yıl başarılı olmayabilir, ama sağlam bir takım kurup sonraki yıl bir şeyler olabilir. Aslında gelecek sene dahi bir şeyler olmasa bile sabredilmesi gerekir, bir sistemi oturtmak kolay değil. Bu kadar kolay olmamalı, bir yıl, iki yıl, üç yıl sabredilmeli bence. Bu bir futbol kültürüdür. Neticesinde başarı dördüncü yılın sonunda da gelmeyebilir, bu bir sabır oyunu. Ferguson 25 senedir Manchester United'ın başında. 4 yılı geçtim, bir insan 10 yıl hiç başarılı olamasa bile 11. yılda ne yapacağı hiç ama hiç belli olmaz. Ben Fenerbahçe'nin önünü açık görüyorum, açık konuşmak gerekirse. Ha başarı 10 senede de gelmeyebilir, peki tamam. O zaman 15. seneyi kendine hedef, amaç edineceksin. Bekleyeceksin abicim, öyle bu işler kolay işler değil. Bir Ferguson kolay olunmuyor. Adam Beckham'ın kafasına ayakkabı fırlattı valla zamanında.

Deformasyon

önce..

sonra..


Ian Thorpe'un yüzmeyi bırakmasından üç yıl sonra geldiği nokta..