5 Temmuz 2008 Cumartesi

Operasyon Borsadan 1881 Puan Birden Sildi

Yurtdışı piyasaların etkisiyle son günlerde tatsız seanslar geçiren borsaya bir darbe de Ergenekon operasyonundan geldi. Dünkü gözaltıların gerginleştirdiği ortam piyasaları da etkiledi.
Son yılların en hızlı düşüşünü yaşayan İMKB Endeksi gün içinde yüzde 6’yı aşan kayıpla 32 bin 800 puana kadar indi. İkinci seansın sonlarında borsa biraz toparlansa da günlük düşüş yüzde 5.36’yı buldu. Borsa günü 1881 puanlık düşüşle 33 bin 208 puandan kapattı.
Dünkü düşüşüyle Temmuz 2006’da bulunduğu seviyelere inen borsa, Ekim 2007’de çıktığı zirve dikkate alındığında 15 ayda kazandığını 9 ayda kaybetmiş oldu.
***
AKP aleyhine herhangi bir adım olduğunda "aman haaa ekonomi tepetaklak olur vallahülazim" diyenler buna ne diyecek?

Recebin Tavuğu Diyokiiiiiiiiiiiiiii !

7 Temmuz kaos planı:

1- 7 temmuz günü 40 ayrı ilde Atatürkçü Düşünce Derneği'nin şubeleri aracılığıyla "yargıya sahip çık" adıyla izinsiz mitingler düzenlenecekti. Böylelikle polis ve halk karşı karşıya getirilerek, arbede ile silahlı çatışma ortamları yaratılacak, bu olaylar halk isyanına dönüştürülecekti.

2- 30 kişilik ekip provokasyon için topluluğa ateş edecekti. Cinayet ve gasp gibi çok sayıda suçtan sabıkası bulunan "sahte yeşil" Osman Gürbüz liderliğinde, jitem ve itirafçılardan oluşan 30 kişilik özel bir ekip oluşturulacak, silahlı grup, 7 temmuz'da başlayacak gösterilerde topluluk üzerine ateş ederek provokasyon yapacak, bu ekip, ünlü isimlere faili meçhul suikastlar da düzenleyecek.

3- Tercüman gazetesi genel yayın yönetmeni Ufuk Büyükçelebi ile Cumhuriyet gazetesi Ankara temsilcisi Mustafa Balbay'ın liderliğindeki medya oluşumu, yapacakları yayınlarla toplum üzerinde buhran ortamı yaratacak, halen aranan yönetmen Halis Yavuz Işıklar ise örgütün politikasına uygun film, dizi ve klipler çekecek ve yine kendilerine yakın televizyon kanallarında yayınlayacaktı.
Darbe hazırlığı yapanların bir başka planı da olayın ekonomik boyutuyla ilgiliydi. Buna göre, ATO Başkanı Sinan Aygün de darbe senaryosunda "aktif rol" aldı. Aygün, sık sık anketler düzenleyip, daha sonra "ülke ekonomisinin bittiği" yönünde açıklamalar yapacak, ayrıca AKP'ye alternatif bir parti oluşumuna gidecek.

4- 7 temmuz'da kanlı bir kaos için yapılan planların bir boyutu da askeri kanattaydı. Ağustos ayında yapılacak Yüksek Askeri Şura'nın tarihini de ertelemeyi amaçladılar. Ergenekon örgütü içerisinde "ergun" olarak isimlendirilen gruba dahil olan darbe yanlısı emekli generaller, böylelikle TSK içerisinde "nato'cular" olarak isimlendirilen grupta yer alan askerlerin YAŞ'ta rütbe almasını engellemeyi planladılar. 7 temmuz'da düğmesine basılacak "senaryo" ile kaos ortamı yaratılıp darbe için gerekli zemin oluşturulacaktı. Ardından da darbe için düğmeye basılacak ve bundan sonraki adım olarak AKP hükümeti iktidardan düşürülecekti. "
***
- lan biz bunları yakaladık da ne dicez soranlara?
- ne bilim abi uydururuz bişi. pkk destekçisi falan desek?
- yok olm daha eli yüzü düzgün bişi bulalım.
- hmm ne olabilir ki?
- haa buldum! darbeci olsun bunlar. 2003te hani darbe olcaktı da olmamıştı ya, onun gibi.
- oo süper. darbe için provokasyon falan da yapacak olsunlar.
- sahte miting de düzenleyecek olsunlar. halkı birbirine düşürüp darbe yaptıracak olsunlar.
- baya kanlı bir şey olsun da millet korksun, nefret etsin bunlardan. faili meçhul cinayetler falan da işleyecek olsunlar.
- aynı hatırla sevgili'deki gibi. tarih tekerrürden ibaret derlerdi de inanmazdım. muahahaha.
- muahahaha süperiz biz.

Bombalara bak bombalara; neymiş Sinan Aygün bir açıklama yapacakmış ekonomi alt üst olacakmış, o kadar uluslararası finans ve değerlendirme kuruluşlarını bıraktık Sinan Aygün'e bakacağız ekonomi ne durumda diye :) Daha da bombası ülkede gündemi Cumhuriyet ve Tercüman gibi tirajı düşük iki gazete belirleyecekmiş :) Film, dizi, klip, tanıtıcı reklam kampanyası, şiir, kompozisyon, şarkı vb. halk bunlarla gaza gelecekmiş breh breh!
Bir diğer bomba ise bu plan Orgeneral Eruygur'un orduevinde ki odasında yapılan aramada ele geçirilirken aynı saatlerde "müthiş bir öngörüyle!" planda ismi geçen bütün insanlar gözaltına alınmıştı bile! (işte müthiş Türk polisi)
Bu planın satırı satırına anında AKP yanlısı medyada (sabah, star, zaman, taraf, bugün) yer almasına yorum bile yapmıyorum..

Heryerekon

İlhan Selçuk gözaltına alındığında Cumhuriyet’e gitmiştim. Balbay dedi ki: “Artık sabahları birbirimizi arıyoruz; bu sabah alınan var mı diye...”Aynen öyle oldu.Dün sabah telefonu kapalıydı.Dilek’le koşup evine gittik.Site güvenliği, polislerin 6.40’ta geldiğini, 4 saattir içeride arama yaptıklarını söyledi. Vatansever Kuvvetler hareketiyle ilgili bir şeyler arıyorlardı.Az sonra bir sivil polis, bilgisayar kasasıyla çıktı dışarı...Hemen ardından da Balbay göründü kapıda... Yanında 4 sivil polis vardı. Bizi görünce gülümsedi. Endişelenmememizi söyledi:“Gocunacak bir şeyim yok; ne yaptığım ortada” dedi.Ekip otosuna bindirildi; gitti.Yeni çocuğu olmuştu. Diğer kızı yeni ilkokula başlamıştı.Birtakım adamların eve gelip her tarafı aramasını ve bilgisayarı yüklenip gidişini ona nasıl açıklayacaklardı?“Bilgisayara virüs girmiş. Amcalar onu temizleyecekler” dediler.

Darbe dönemlerinde yaşadığımız türde sahneler bunlar...“Sivil”de pek sevimsiz kaçıyorlar.Balbay, 25 Mart’ta NTV’deki Neden programında konuğum olduğunda Yücel Aşkın örneğini hatırlatmıştı. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Aşkın hakkında çete kurmaktan 3150 yıl hapis cezası istenmişti.Bir de yazıyla yazalım:Üç bin yüz elli yıl...Kendisi bu cezayı almadıysa da yardımcısı, tutukluluğunun üçüncü ayında buna dayanamayarak intihar etmişti.“Şimdi onun katili kim?” diye soruyordu Balbay ve Hükümet’in 8 kişilik asansöre “Belki kaldırır” diye 30 kişiyi sığdırmaya çalıştığını söylüyordu. Türkçeyle oynamayı sevdiğinden Ergenekon’a yeni bir isim takmıştı:“Heryerekon!”

“Ergenekon” adlı bir kitaba imza atmış biri olarak son 10 yılı bu çeteye dair yazılar yazarak, programlar yaparak geçirdim.AKP dahil hükümetleri, zamanında darbecileri yargılamadığı için eleştirdim. “Yargılamazsanız, yargılanırsınız” dedim.Ama burada, başından beri ben de Balbay gibi “Ergenekon”dan ziyade “Heryerekon” kokusu alıyorum.Daha seçimler öncesinde Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, “Ümraniye’de bulunan bombalara dikkat edin. Bunun arkası gelecek” demişti.O zamandan beri soruşturmanın üzerindeki siyasi etiket silinmedi. Soruşturma bahanesiyle Hükümet muhaliflerine gözdağı verildiği, hoşa gitmeyen isimlerin listeye dahil edildiği, gece yarısı gözaltına almalarla, yazdırılan kitaplarla hedef haline getirildiği ve nihayet (dünkü gözaltıların zamanlamasında açıkça görüldüğü gibi) dikkatlerin AKP davasından buraya çekildiği görüldü.Ve ne yazık ki, gerçekten de provokasyonlarla darbe tezgâhlayan bir kanlı çetenin ortaya çıkarılması ihtiyacı, bu siyasi niyetin gölgesinde kaldı.“Asansör” öyle partizanca dolduruluyor ki, içinde yargılanmayı hak edenler bile “Asansör düşecek” kaygısıyla saklanıyor.

Şu anda yaşanan, asırlık bir hesaplaşmanın son raundunda tarafların birbirlerine düello teklifidir. Seçilen silah, hukuktur.“Seninkiler benim partimi kapatırsa benimkiler de seninkilerin ipliğini pazara çıkarır” hesaplaşmasından ne kapatılmak istenen parti ne de hedef alınan çete zarar görür.Zarar görecek şey sadece yargıdır.Ben, dün Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararında ne hissettiysem, bugün bu soruşturmada aynı hisleri taşıyorum.Hukuka inancımı giderek yitiriyorum.Bütün izah çabalarını da “Bilgisayara virüs girdi, amcalar onu temizleyecekler” yalanı gibi dinliyorum.Ağustos erken bastırdı Ankara’ya...Sıcak... Ve korkarım daha da sıcak olacak.

Yazı: Can Dündar

p.s: Yazı için kullandığım resime bakar mısınız? Sanki holding yönetim şeması gibi, ne örgütmüş be, herşey hiyerarşi içerisinde falan, bunlar ay sonunda muhasebe departmanına da gidiyordur maaş için :)

4 Temmuz 2008 Cuma

Fenerbahçe Tribünleri


Fotoğraflar 1950lere ait. İlki İzmir Alsancak Stadı, ikincisi ise İnönü. Herşey ne kadar saf, ne kadar güzel..

3 Temmuz 2008 Perşembe

2 TEMMUZ 1993-SİVAS

“Bismillahirrahmanirrahim.
Peygamber, müminlere kendi canlarından ileridir. O’nun hanımları da müminlerin analarıdır(Ahzab, 6)
Müslüman Halkımıza;
Dinimize, Kâbe’mize, Kur’an’a, Allah Resulü Hz Peygamber(S.A.V.)’e ve validemiz olan temiz zevcelerine alçakça dil uzatan hain, mürted Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabı 26 Mayıs’ta Aydınlık gazetesi tarafından tefrika edilmeye başladı
Dünyanın bazı bölgelerinde şeytan ve onun yandaşları olan emperyalist kafirler dinimize ve mukaddes değerlerimize dil uzatmaktadırlar. Bunun başı ise satılmış mürted Salman Rüşdi köpeği çekmektedir.
Kur’an’ın korunmuşluğuna dil uzatan, Hz. Peygamber’in aile hayatını –haşa- “Bir genelev ortamına“ benzeten ve yine ümmetin anaları olan Hz. Peygamber’in hanımlarına –haşa- “fahişe” deme cüretinde bulunan böylesi azgın bir kafirin deli saçmalarının yayınlanması karşısında sessiz mi kalacağız?
Bilinmeli ki; uşak Rüşdi’nin mukaddesatımıza yönelik böylesi bir iftirada bulunması, ABD ve Avrupa küfür sisteminin istemi ve desteği ile olmuştur. Küfürün uşaklığını yapan rejime muhbirliği kendine şiar edinmiş ve varlığını İslami değerlere saldırıda gören Aydınlık Gazetesi denilen paçavra da yaptığı bu yayınlarla, dünya emperyalizminin “gönüllü uşağı” olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bu olay dünyanın değişik yerlerinde kafir devletler tarafından dahi kabul görmezken, ne yazık ki laik ve iki yüzlü T.C. Devleti tarafından yayımlanmasına izin verilmiş, ayrıca, bunu kabullenmeyip protesto eden izzetli Müslümanlar, devletin polis ve jandarması tarafından coplanmış, kurşunlanmış, bir kısım da hapishanelere atılmıştır.
Kafirler şunu iyi bilmeli ki:
İslam’ın Peygamberini ve Kitabın izzetini korumak için bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün Müslümanlığımızın gereğini yerine getirme günüdür. Gün; Allah’ın vahyi Kuran-ı Kerim’e Allah’ın meleklerine, Allah’ın Resulü Hz. Muhammed’e Onun ailesine ve ashabına yöneltilen çirkin küfürlerin hesabının sorulma günüdür.
İman edenler Allah yolunda savaşırlar, kafirler de tabut yolunda savaşırlar. O halde şeytanın dostlarıyla savaşın, çünkü şeytanın hilesi zayıftır(Nisa, 76).Galip gelecek olanlar şüphesiz ki, Allah taraftarı olanlardır."
***
Bu yazı bildiri halinde günlerce katliam gününden önce polislerin bilgisi dahilinde dağıtıldı; söz konusu Aydınlık Gazetesi'ni ise Aziz Nesin çıkarıyordu.. Başta belediyeninkiler olmak üzere toplam 93 yurt katliam günü öncesinde çoğunluğu Aczmendiler olmak üzere şeriatçı militan güçler tarafından doldurulmuştu..Ve hala bu katliam günübirlik ani gelişen bir olay olarak değerlendiriliyor devletimiz tarafından..
Olay günü devlet erkanının demeçleri:
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel:
Benim halkımla polisimi karşı karşıya getirmeyin"
Başbakan Tansu Çiller:
"Çok şükür, otel dışındaki halkımız bu yangından zarar görmemiştir!”
İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu: "Olayların başsorumlusu Aziz Nesin'dir!"

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Çapanoğlu Çıkacak Vol.3

Hikmet Bulduk, Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediyesi’nden mesai arkadaşıydı. Erdoğan, 2003’te Başbakan olunca Bulduk’u kendi Özel Kalem Müdürlüğü’ne atadı. Bulduk altı ay kadar önce beklenmedik bir şekilde 4 yıllık görevinden istifa etti..
Bu arada Başbakanlık Özel Kalem harcamalarının 35 trilyondan son iki yılda 260 ve 290 trilyona fırladığı ortaya çıktı. Başbakan artışı “örtülü ödenek harcamalarının bu bütçeden yapılmasına” bağlamıştı. Bulduk ise dün Cumhuriyet’te Murat Kışlalı’ya “Örtülü ödenek özel kalem müdürlüğünün yetkisinde değil. Örtülü ödeneğin kendi sorumlusu vardır” diyerek Başbakan’ı yalanladı.
Bulduk’un serveti ayrı bir muamma... Ankara Zirvekent’te 2500 dolarlık bir dairede kirada oturuyor... Çengelköy’de üç katlı villasının ve üç otomobilinin bulunduğunu CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu söylüyor. Ardından soruyor:
- Bulduk istifa mı etti, ettirildi mi? Böyle verimli işten insan istifa eder mi?

Çapanoğlu Çıkacak Vol.2

Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü harcamaları 2005 yılında 35 bin YTL iken rakamın 2006 ve 2007’de birden 8 kat artması dikkat çekti. Başbakan bu artışı örtülü ödenek harcamalarının bu kalemden yapılmasına bağladı. Ancak bu açıklama ikna edici olmadı.. CHP Milletvekili Ahmet Ersin bu konuda yeni bir iddiada bulunuyor... Diyor ki:
“Başbakan’ın oğlunun 500 bin doları banka kredisi, toplam 2.5 milyon dolara gemi aldığı ortaya çıktığında ben bir soru önergesi vermiş... Bu kredinin hangi banka veya bankalardan hangi koşullarda alındığını sormuş... Önergeme Başbakan adına Cemil Çiçek, şu komik yanıtı vermişti: ‘Söz konusu kredi normal her Türk vatandaşına uygulanacak koşullarda alınmıştır.’
Benim o zaman söz konusu peşinatın örtülü ödenekten temin edildiği yönünde ciddi kuşkularım vardı... Başbakanlık’taki kaynaklarımdan aldığım duyumlar bu yöndeydi. Örtülü ödenek harcamalarıyla ilgili son günlerdeki tartışmalardan sonra bir kez daha ve açıkça soruyorum: 500 bin dolar bankadan alındıysa o bankanın adı nedir? Kredi hangi tarihte hangi koşullarda alınmıştır? Bu iki basit soruma şimdi de yanıt vermezlerse... Bu sükutun ne anlama geldiğini kamuoyu herhalde en doğru şekilde değerlendirecektir.”

Bu Mu Demokrat?!


Fırat, AK Parti Genel Merkezinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından AK Parti’ye açılan kapatma davasına ilişkin yaptığı açıklamada, şunları kaydetti:
"Biz AK Parti olarak 22 Temmuz’da sandıkta verdiğiniz temsil yetkisine sonuna kadar sahip çıkacağız. Milletimizin uzun yıllar boyunca ağır bedeller ödeyerek elde ettiği demokratik ve ekonomik kazanımların bir kalemde silinip gitmesine hiçbir surette izin vermeyeceğiz. Bu başvuru, AB ile katılım müzakerelerine başlamış, Atatürk’ün işaret ettiği çağdaşlaşma hedeflerine her gün daha fazla yakınlaşan ülkemize ve aziz milletimize üçüncü sınıf bir hukuk anlayışı ve demokrasiyi reva görmektedir. Bir kısım yargı makamları, hukuku, iktidar mücadelesinin aracı haline getirmemelidir. Aksi takdirde bu tür hedeflerden en büyük zararı korkarız ki yine bir gün herkesin ihtiyaç duyacağı yargı kurumu ve hukukun üstünlüğü ilkesi görecektir. Unutulmamalıdır ki, demokrasilerde temsil yetkisinin kaynağı millettir. Demokrasi ve hukuk karşı karşıya getirilemez, getirilmemelidir. Türkiye bu çağda böyle bir tartışmanın içine çekilmeye layık değildir. Bu görüntüyü asla hak etmemiştir."

Dengir Mir Mehmet Fırat 13.03.2008 Akp kapatılması davası hakkında

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat, "Ergenekon" soruşturması kapsamındaki son gözaltıları,
"Yargı kararlarına herkesin saygı göstermesi gerekir" diye değerlendirdi.
Fırat, TBMM’de gazetecilerin, gözaltılara ilişkin sorularını yanıtladı. Yargı kararlarına herkesin saygı göstermesi gerektiğini ifade eden Fırat, "Yargının tarafsızlığına, bağımsızlığına saygı gösterilmesi lazım" dedi.
AK Parti’li Fırat, "İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın gözaltılarla ilgili haberi yokmuş" diyen gazeteciye, "Öyle şey olur mu? Talimat vardır. Polis kendi başına yapmaz" diye karşılık verdi.

Dengir Mir Mehmet Fırat 01.07.2008 Ergenekon soruşturması gözaltıları hakkında

Daha ne söylenebilir ki? Kendi aleyhine dava olunca kükreyen dağları yıkan aslan, anca karşıtına soruşturma açılınca demokrat kesiliyor, demokrasinin en önemli unsuru bağımsız yargıya saygı duyuyor..YAZIKLAR OLSUN!!!

1 Temmuz 2008 Salı

100 Açıldı, 54 Kapandı

Ekonomik durumun en önemli göstergelerinden birisi olan işyerlerinin açılma ve kapanma oranı verilerine ilişkin son rakamlar sıkıntıya işaret ediyor. Kapanmalar son 19 yılın en yüksek seviyesine ulaşmış durumda.

Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) Türkiye İstatistik Kurumu verilerinden yararlanılarak yapılan çalışmaya göre, bu yıl ilk 5 ayda, açılan her 100 işyerine karşılık 54 işyeri kapandı, açılan her 100 ticari küçük işyerine karşılık da 148 işyeri kapandı.

Araştırmada, şirket ve firmalardan oluşan işletmelerin ekonomik krizlerin yaşandığı yıllarda bile bu derecede kötü etkilenmedikleri ifade edildi. Araştırmaya göre, ekonomik bozulmadan işletmelerin en fazla etkilendikleri 1989 yılında, işyerlerinin kapanma oranı yüzde 51.2 olmuştu.1994 krizinde açılan her 100 işletmeye karşılık 20 iş yeri kapanırken, 2001 krizinde bu sayı 35’e yükseldi. 2007 yılında yüzde 32.3 olan kapanma oranı, bu yılın ilk beş ayında yüzde 54.4’e çıktı. Bu dönemde, şirket ve kooperatiflerle bunların dışında kalan ticari işletmeler olmak üzere toplam 47 bin 393 iş yeri açılırken, 25 bin 785 işyeri kapandı.

Siyasal İslam'ı Yükseltenler

Biliyorsunuz, Radikal, Rand Corporation adlı Amerikan düşünce kuruluşunun Pentagon için hazırladığı ilan edilen “Türkiye’de Siyasal İslamın Yükselişi” başlıklı bir raporun geniş özetini önceki hafta tefrika etti. Rapor, Amerikan medyası ve akademik dünyasının bir kesiminin bu sütunda da defalarca eleştirilmiş olan kavramsal tutarsızlıklarıyla maluldü. Diğer taraftan, okuyunca, “Bu raporun asıl adresi Pentagon mu, yoksa Türk kamuoyu mu?” diye sormadan edemedim kendime. Okuyanı AKP’den yana koşullandırma gayreti metne o kadar sinmişti ki, bu rapor gerçekten de “hizmete özel”se, müellifleri, müşterileri olan Pentagon’u aydınlatmak mı istemişti, yoksa yanıltmak mı, anlamadım!

Neden sonra geçen çarşamba Milliyet’te yayımlanan Ahu Özyurt imzalı haber rapor hakkında oluşan şüphelerimin boşuna olmadığını gösterdi. Rand Corporation raporunun tanıtımı 23 Haziran’da Washington’da, Fethullah Gülen’in onursal başkanı olduğu “Rumi Forum” adlı kuruluşta yapılmıştı. Raporda Stephen Larrabee ile birlikte imzası bulunan, Rand Corporation uzmanlarından Angel Rabasa, “Raporu yazma fikri Rumi Forum’un davetiyle gittiğim Türkiye’de oluştu” diyordu.

Yazım öyküsü Fethullah Gülen’in Rumi Forum’uyla başlayıp Rumi Forum’unda noktalanan bir rapor...
Pentagon’un bu rapordaki rolünün esasında figüranlık olduğunu da Rabasa’nın habere yansıyan ifadelerinden öğreniyorduk. Rapor yazma fikrini Pentagon’da siyasi işlerden sorumlu müsteşar konumundaki, ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’a açmış, o da olumlu bakmış.
Yani durum şu: “Türkiye’de Siyasal İslamın Yükselişi” başlıklı bir raporun yazılması için talep aslında Pentagon’dan gelmemiş, fikir Pentagon’a Rumi Forum’un Türkiye’ye davet ettiği yazar tarafından pazarlanmış ve böylece raporun kendilerine ısmarlanması temin edilmiş...

Ve ortaya AKP’ye, genel olarak da Türkiye’deki İslamcı hareketin siyasi çıkarlarına katkıda bulunan bir rapor çıkmış. Bence raporun gerçek sahibi Pentagon değil. Pentagon burada aslında raporun sponsorluğunu yapıyor. Amaç da Pentagon’un adını kullanarak rapora ciddiyet ve meşruiyet kazandırmak. Ancak, tanıtım için Rumi Forum’un seçilmiş olmasıyla görüntü bozuluyor.
Bu yazıda kaynak olarak raporun Radikal’de yayımlanmış Türkçe çevirisini kaynak alıyorum. Raporda The New York Times ve Financial Times gibi Anglosakson medyasının Türkiye analizlerinde de sıkça karşımıza çıkan kavramsal deformasyonun tipik örnekleri var.

Örneğin “Türkler iki sosyo-politik kesime bölünmüş halde: Üçte biri laik, üçte ikisi dindar” deniliyor ve Türkiye’deki karşıtlığın denklemi, “laikler ve dindarlar çelişkisi” temelinde kuruluyor. Halbuki “dindarlar” yerine “İslamcılar”, buna dilleri varmıyorsa “İslami-muhafazakârlar” demeliydiler.
Türkiye’nin sorununu “laik-dindar karşıtlığı” ile tanımlamak hem vicdansızlıktır, hem de gerçekleri tahrif etmektir. Bundan en başta laiklerin dindar, dindarların da laik olamayacağı gibi bir sonuç çıkar ki, bunun hayatın gerçekleriyle ilgisi yoktur! Çünkü Türkiye’de dindar olup da laikliği benimsemiş milyonlarca insan vardır.
Raporda ileri sürülen laiklik ve dindarlığın birbirini dışladığı savı bütün dindarların politik İslamı desteklediği, laikliğin de dinsizlik olduğu şeklindeki İslamcı propagandaya hizmet ediyor.
Hatta daha da ileri gidilerek dindarların reformcu, laiklerin de milliyetçi-devletçi oldukları gibi indirgemeci ve toptancı bir ima da raporun satır aralarına sızdırılmış.

Türkiye’de hem ulusalcı hem de İslamcı kampla sorunu olan insanların oluşturduğu, küçümsenemeyecek bir “gri bölge” vardır. İşlerine gelmiyor olsa gerek, raporda bu gri bölgeden hiç söz edilmiyor.
Son zamanlarda AKP hakkında yapılan sınıfsal analizlerde partinin, Anadolulu “dindar girişimci sınıf”ın çıkarlarını temsil ettiği görüşünün giderek yaygınlık kazandığını görüyoruz.

Hatta bazı analistler İstanbul burjuvazisi ile Anadolu burjuvazisi arasında karşılıklı bir saflaşma varmış gibi yansıtıyorlar durumu. Tartışma götürür bu saflaşma tespiti ayrı bir yazı konusu olsa da; burada parmak basmak istediğim başka bir nokta var... Rapordaki yanlış ifadesiyle “laik-dindar” bölünmesinin aslında bir “merkez-çevre” rekabetini, ve hatta, yine rapordan aktarıyorum; “gücün geleneksel iş kurumları ve onların bürokrasi ve ordu içindeki müttefiklerinden yükselen ve siyasi anlamda ifadesini AKP’de bulan bu sosyal sınıfa geçmesi şeklinde yeniden dağılımını” yansıttığı doğrultusundaki sol yorum, çok önemli bir faktörü ve bence işin esasını gözden ırak tutuyor; o da ideolojidir! “İşte bu gördüğünüz aslında bir sınıf mücadelesidir” söylemi, İslamcı ideolojiyi geri plana itiyor ve hatta meşrulaştırılmasına hizmet ediyor. Raporda yapılan budur.
AKP’nin ideolojisini kâh aklamak kâh saklamak, raporu yazanların başlıca meşguliyeti olmuş.
Yazarlarına, “İslamcı köklerine rağmen AKP gizli bir İslamcı gündem izlemiyor” dedirten başka ne olabilir?

Raporun 2 numaralı senaryosu “Sinsice İslamileştirme” başlığını taşıyor. Yazanlara bakarsanız, Türkiye’nin “sinsice İslamileştirilmesi”, gerçekleştirilmesi ihtimali pek olmayan bir senaryoymuş. İyi de, şu an, AKP’nin yaptığı sinsi ya da açık İslamileştirme değil mi? Türkiye’deki ayrışma, bölünme, adına ne derseniz deyin bundan kaynaklanmıyor mu? Amerikalı yazarlara bakarsanız hayır! Onların birçok defa vurguladığına göre AKP’nin yaptığı “kamusal alanda İslama yer açmak”mış! Bunu “Siyasal İslamın kamusal alanı kendinden olmayana kapatması” diye yazsalardı doğru olurdu.
Etkileyici bir örgütlenme
Bu rapordan çıkan bir başkasonuç, Fethullah Gülen cemaatinin Washington’daki örgütlenmesinin ulaştığı etkinlik seviyesinin bir kez daha görülmesi olmuştur.

Başbakan Erdoğan'dan Ekonomi Bilimine Özgün Katkı: Enflasyonu Yüksek Faiz Azdırıyor!


Dünyanın önde gelen ekonomi hocalarını İstanbul’da bir araya getiren Dünya Ekonomi Kongresi’nin açılış konuşmasını Cumhurbaşkanı Abdullah Gül yaptı ama ekonomi literatürüne özgün katkı Gül’den ya da Kongre’ye katılan ünlü ekonomistlerden değil, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan geldi. Kongre’nin açıldığı gün gene İstanbul’da, uluslararası nitelikteki bir yuvarlak masa toplantısına katılan Başbakan Erdoğan’ın bu toplantıda yaptığı konuşmada, faiz ile enflasyon arasındaki ilişkiye yepyeni bir bakış açısı getirdiği anlaşıldı. Kendine özgü üslubuyla şöyle konuşmuştu Sayın Başbakan:
“Yüksek faizin birinci derecede enflasyonu da tahrik ettiğine inananlardanım. Bir de işin bu boyutu var. İnanıyorum ki bu düştükçe doğru orantılı olarak enflasyonu da geri çekecektir. Ben bir de şuna inanıyorum; faizi bu noktada bir sebep olarak görenlerdenim. Enflasyonu ise bir netice olarak görenlerdenim. Bu sebep netice ilişkisinde ne yazık ki faizin yükselmesi, enflasyonu da şu anda yükseltmiştir.” (Sabah Gazetesi, A.Yıldırım’ın yazısı, 26 Haziran 2008)

‘Erdoğan hipotezi’
Başbakan Erdoğan’a göre Türkiye’de enflasyonu yüksek faiz tahrik etmişti, yüksek faizi tahrik eden olay ise 14 Mart’ta Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) kapatılması istemiyle açılan dava olmuştu. Sayın Başbakan’ın mantığıyla, enflasyondaki yükselmeyi tahrik edenler de mutlaka bu davayı açanlar olmalıydı.
Sayın Başbakan’ın bu saptaması, kabinesindeki bazı bakanların yüksek faizin baş sorumlusu olarak gösterip sürekli olarak eleştirdiği TC Merkez Bankası Başkanı’na biraz rahat nefes aldırabilirdi zira Sayın Başbakan yüksek faizin sorumlusu olarak Merkez Bankası Başkanı’nı değil, AKP’ye karşı kapatma davası açmış olanları gösteriyordu.
Dünya Ekonomi Kongresi’nin kapsamlı programı aylar öncesinden yapılmış olduğu için Başbakan Erdoğan’ın bu orijinal katkısı ne yazık ki Kongre gündemine alınıp tartışılamadı. Ancak faiz ile enflasyon arasında bulunduğu varsayılan ilişkiyi altüst edip işin içine inanç ve tahrik gibi öğeleri de kattığı için dikkate değer bulunan ‘Erdoğan hipotezi’nin bundan sonraki Dünya Ekonomi Kongresi’nin gündemine alınması beklenebilir.
Bu arada ‘Erdoğan hipotezi’nden habersiz olduklarından hâlâ enflasyonu kontrol altında tutmak için faizleri yükseltmek gerektiğine inanan ABD ve AB merkez bankalarının başkanları da artık rahat bir nefes alabilir. Bir yandan yükselen enflasyonu kontrol altında tutmak için faizleri yükseltmeleri gerektiğini, öte yandan faizleri yükseltmenin zaten yavaşlamış olan ekonomiyi iyice durdurabileceğini düşündükleri için ciddi bir ikilem yaşayan Bernanke ve Trichet şimdi bu ikilemi kolaylıkla aşabilir ve ‘Erdoğan hipotezi’ne göre enflasyonu düşürmek için faizleri indirmeye başlayabilir.

Faiz enflasyonu kamçılar mı?
Sayın Erdoğan’ın açıklamasını biraz daha ciddiye alıp şu soruyu sormak da mümkün aslında: Türkiye gibi iç tasarruf yetersizliği çeken ülkelerde reel faizlerin yüksek tutulması sonuçta enflasyonu artıran bir unsur olabilir mi? Yüksek faizin cazibesine kapılarak dışarıdan Türkiye’ye akan para, Türkiye’deki harcama gücünü artırarak enflasyonist baskı yaratabilir mi?
Bu ilk bakışta mümkün gibi görünüyor ama öte yandan Türkiye’ye bol miktarda dış kaynak girişinin Türk parasının değerlenmesine yol açarak enflasyonu düşürücü etki yaptığını da unutmamak gerekiyor. Yaşanan süreç de bunu gösteriyor. Enflasyonla birlikte düşüşe geçmiş olan faizleri yükseltme gereğinin, 2006 yılının ortalarında, Türkiye’ye dış kaynak girişinin azalmasının Türk parasının hızlı değer kaybına yol açtığı noktada ortaya çıktığı görülüyor.
Bu konuyu tartışırken asıl hatırda tutulması gereken nokta da bu. AKP iktidarı ekonomideki başarısını büyük ölçüde dış kaynak girişine dayandırdı ancak bunu sağlarken Türkiye’yi dünyada en yüksek faiz ödeyen ülkelerden biri olmaktan çıkartamadı. Şimdi küresel ekonomideki olumsuz koşulların da etkisiyle dış kaynak girişinin zayıfladığı ve siyasi istikrarın tehlikeye girdiği noktada Türkiye’nin bir çıkmazın eşiğinde bulunması hiç de şaşırtıcı değil.

Ufuk Uras

Biz konuya laiklikten girmiyoruz, çünkü hangi laikliği anlatacaksınız? Zorunlu din derslerinin ve tek tip bir Diyanet’in olduğu laikliği mi? Böyle bir muhalefet stratejisi bilakis AKP’yi kendi sahte platformunda daha fazla güçlendiriyor.
Sosyal Güvenlik Yasası’nda o kadar insanın sokaklara dökülmesi biraz da bunu yapmadan konuşmayı başarabildiğimiz içindir. Çünkü işçilere gittiğiniz zaman bakıyorsunuz, bir bölümü başörtülü, bir bölümünün başı açık. Zaten kendileri muhafazakâr olan o insanlara AKP’yi “Türkiye’yi muhafazakârlaştırıyor” diye şikâyet edemezsiniz, onları bir de siz bölemezsiniz.

O halde siz ne anlatıyorsunuz?
Biz her yerde AKP’nin tipik bir düzen partisi olduğunu anlatıyoruz, kapitalist karakterinin altını çiziyoruz... Diyoruz ki, AKP’nin muhafazakârlığı “alttakilere din imam, üsttekilere han hamam” politikasıdır. Bu da Türkiye’nin görüp göreceği en pragmatik, en faydacı harekettir.
AKP zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul eden politikalarının mağdurlarını, milliyetçilik ve siyasi İslam şemsiyesi altında tütsülüyor. Yani dini motiflerin bile onlar açısından ne kadar araçsal olduğunu; oysa kutsal olanın asla siyasete bir araç olarak kullanılamayacağını; çünkü kutsal olanın eleştirilemez olduğunu; demokrasilerde ise eleştirinin esas alındığını; bu yüzden de demokrasinin merkezine kutsiyetin konulamayacağını; bunun ülkeyi hızla otoriter rejimlere götüreceğini anlatıyoruz.
İnsanlara “AKP tıpkı o hikâyedeki bisikletli adam gibi ” diyoruz... Bisikletli bir adam, yanında beyaz çakıl taşlarının olduğu poşetiyle ikide bir sınırdan Türkiye’ye geçiyormuş. Tabii bu durum gümrükçülerin dikkatini çekmiş, ama bir türlü o çakıl taşlarının sırrını çözememişler. Yıllar sonra adamı bulup sormuşlar, sen ne kaçırıyordun, diye. Adam “Ben bisiklet kaçakçısıydım” demiş. “Peki ya o naylon torba içindeki çakıllar?” Adam yanıtlamış: “O sadece sizin dikkatinizi çekmek içindi.”
Bizim de önümüze bir şey atıyorlar, biz de onun arkasından debelenip duruyoruz, ama o arada malı alan götürüyor. Biz AKP’nin ve düzenin bu yanını anlattığımızda insanlar hemen anlıyor, çünkü onlar da görüyor. Ve gerçekten insanlar artık demokrasiden, sosyal politikalardan, laiklikten yana bir adres gösterilse onun etrafında buluşmaya hazır halde. Bu ihtiyacı Anadolu’nun her yerinde görüyoruz.

Peki ama o yıllardır bulunamayan “tek adres” olmanın formülü ne?
Cebimizde hazır bir model yok, ancak esnek koalisyon tipinde bir yan yana diziliş olabilir. Tıpkı Latin Amerika’da, Avrupa’da olduğu gibi...

Solda birlik modeli mi?
Birlik demesek de, daha geniş ve gevşek yapıda bir ‘sol koalisyon’ oluşturabiliriz. Üstelik bunun tam da şimdi zamanı. Daha önce erken olabilirdi, biraz gecikirsek geç olabilir, ama Anayasa Mahkemesi’nin kararı ve sonrasının takvimi belli olduğu anda hemen harekete geçmek gerekiyor.

Yani temmuz-eylül arası yapmak şart?
Mutlaka, çünkü Türkiye’nin yeniden yapılanmasıyla solun yeniden yapılanması ilk defa bu denli örtüştü. Bu bir fırsat. Aynı şekilde Türkiye’nin demokratik dönüşümüyle Avrupa’nın geleceğini de senkronize etmek lazım. Bu ikisinin de örtüşen bir yanı var. Yani Türkiye’nin bu yol ayrımından siyasetin alanını genişleterek, krizin rejim krizine dönüşmesini ve Türkiye’nin felce uğramasını önleyerek, demokrasiyle çıkmak mümkün. Bunu da yaparsa bir tek sol yapabilir.

Böyle bir oluşum yüzde 47’den ne kadar pay alabilir sizce?
Bugün yüzde 30 civarında kararsız var. O kararsızları örgütlemek mümkün, yeter ki karşılarına istedikleri gibi ortak adaylar çıkarılsın. Ortak aday gösterildiğinde neler yapılabildiğini benim seçilmem sırasında gördük. İstanbul Birinci Bölge’den 82 bin oy aldım. O oyların 3’te biri Kürtlerden, 3’te biri soldan, 3’te biri de Alevilerden geldi. Yani tam Türkiye İşçi Partisi’nin 1960’lardaki hali gibi... Şimdi biz bunu daha da esnek bir koalisyona dönüştürebilir ve Türkiye’yi AKP’den demokratik yollarla kurtarabiliriz.

Sizce bu formül Başsavcı Yalçınkaya’nın iddianamesinden daha mı etkili sonuç alır?
Tabii, AKP’yi çökertecek asıl formül budur. Yasakçı anlayış tam tersine güçlendirir AKP’yi, ama güçlü bir sol koalisyon çökertir. Zaten dikkat edin birden bire sokak muhalefetinde bile ciddi bir düşüş oldu. Niye? Çünkü insanlar AKP’nin düştüğünü görüyorlar, ama çok statükocu düzen güçlerine de sıcak bakmıyorlar. O yüzden bizim ne yapıp edip, demokrasiden, gerçek ve özgürlükçü bir laiklikten, sosyal politikalardan yana, yüzünü sola dönmüş bütün sosyal demokratları, Alevileri, şiddetle sorunun çözülemeyeceğini gören Kürt muhalefetini, solun bütün renkleriyle bir sol koalisyonda toplamamız lazım. Türkiye’nin tek çözüm yolu bu.
***
Çok güzel konuşuyorsun Sayın Uras; ama 1 yıldır Meclis'te bulunup yapmayı düşündüğün tek icraat DTP grup kurma yeterlilik sayısına ulaşamazsa onlara katılmaktı.. Kim gelsin ki peşinden?

UEFA' nın EURO 2008 En İyi 23 Futbolcu Listesi


Kaleciler: Gianluigi Buffon (İtalya), Iker Casillas (İspanya), Edwin Van der Sar (Hollanda)

Defans oyuncuları: Jose Bosingwa (Portekiz), Philipp Lahm (Almanya), Carlos Marchena (İspanya), Pepe (Portekiz), Carles Puyol (İspanya), Yuri Zhirkov (Russia)

Orta saha: Hamit Altıntop (Türkiye), Luka Modric (Hırvatistan), Marcos Senna (İspanya), Xavi (İspanya) (En İyi Oyuncu),Konstantin Zyryanov (Rusya), Michael Ballack (Almanya), Cesc Fabregas (İspanya), Andres Iniesta (İspanya), Lukas Podolski (Almanya), Wesley Sneijder (Hollanda)

Forvet: Andrei Arshavin (Rusya), Roman Pavlyuchenko (Rusya), Fernando Torres (İspanya), David Villa (İspanya)
***
Sahi medyamızca yere göğe sığdırılamayan bi Arda vardı, n'oldu ona?

30 Haziran 2008 Pazartesi

EURO 2008: En İyi 11


Casillas (İspanya)

Ramos (İspanya) - Pepe (Portekiz) - Puyol (İspanya) - Zirkov (Rusya)

Hamit (Türkiye) - Xavi (İspanya) - Sneijder (Hollanda) - Modric (Hırvatistan)

Arshavin (Rusya)

Pavlyuchenko (Rusya)

29 Haziran 2008 Pazar

Fenerbahçe Kimdir?

"Real Madrid, Raul Gonzalez'dir (Transferde tavan ücret, ona verilendir) Liverpool ise Steven Gerrard'dır Milan; Maldini'dir, Gattuso'dur, Pirlo'dur
Barcelona kim ne derse desin Puyol'dur, Xavi'dir.
Peki Inter kimdir?

Fenerbahçe, Mehmetçik Basri'dir
Sinyor Can'dır
Ordinaryüs Lefter'dir
Büyük Kaptan Ziya'dır
Yılmaz Şen'dir
Baba Cemil'dir
"Arkadaşlar sistem-mistem yok. Herkes bildiği gibi oynasın. Bu maçı kaybetmeyeceğiz" deyip 4-1 yenilgiden 4-4 beraberliği getiren Kaptan Alpaslan'dır.
3-0 geride bitirilen ilk yarının ardından soyunma odasında formasını tutup arkadaşlarına bağıran "Bu formayla dalga geçilmez" deyip ikinci yarıda 4 asist yapan Şeytan Rıdvan'dır.
Kırık parmakla kalesini koruyan Harald Toni Schumacher'dir.
En sevilen başkanın başka takıma sattığı; o takımla oynanan ilk maçta en sevilen başkanın gözünün içine baka baka tribünlere çağrılıp alkışlanan İmparator Oğuz'dur; Kral Aykut'tur.
Deli Nezihi'dir.
İsyankar Cesur Yürek Tuncay'dır.
23 maç sarı kart görmeden sezonu tamamlayan, genç ve tecrübesiz takımı tek başına şampiyonluğa taşıyan van Hooijdonk'tur.
"Önüme altından halı da serseler Galatasaray'a gitmem. Fenerbahçe taraftarına bunu yapamam" diyen Rapaiç'tir.
9 kişi kalınan kupa maçında santrfora gidip gol attıktan sonra formasına secde eden Luciano'dur.

Roberto Carlos bir projedir.
Alex büyük futbolcudur.
Deivid kalitelidir.
Maldonado, Şili Milli Takımı'nın kaptanıdır.
Lugano bilhassa Avrupa'da çok iyi maçlar çıkarmıştır.
Ama hiçbiri Fenerbahçe değildir.

Aziz Yıldırım'ın başkanlığının 10. yılında alması gereken son ders budur. "Fenerbahçe şimdi kimdir?" sorusunun yanıtı yoktur.
Başkan kendine şu soruyu sorarsa cevabı daha rahat bulacaktır: "Fenerbahçe kaybettiğinde sahadaki futbolculardan hangisi benim kadar, hatta benden daha fazla üzülür?"

Aziz Yıldırım, 'tek reis'in yetmeyeceğini bu sezon bir şampiyonluk kaybetme pahasına anlamıştır. Yıldızlar topluluğu ile Inter olursunuz, Milan değil...
Yıldızlar iyidir ve gereklidir ama Fenerbahçe'ye asıl Fenerbahçe lazımdır..."

Yazı: Gürcan Bilgiç

Bir Taraftarın Günlüğü

29.06.2008

Aman Allah'ım... Bugün resmi sitemiz fenerbahce.org'da Burak Yılmaz'ın Fenerbahçe'ye transferi açıklandı. Hep istediğim bir futbolcuydu, Beşiktaş'ta iken hep kıskanarak izlerdim, Türk futbolunun en büyük yıldız adaylarından birisi bu 23 yaşındaki genç yetenek. Manisaspor'a transferi şanssızlık idi, şimdi hakettiği yeri buldu. Fenerbahçe forması altında patlama yapacak umarım. 55000 kişilik muhteşem stadımızda süper taraftarımızın önüne çıktığı o günü düşünemiyorum bile.

Bu sene Aziz Başkanım süper transferlere imza atıyor. Önce Emre Belözoğlu gibi bir dünya starına çubuklu formayı giydirdi daha sonra ise İspanya Milli Takımını Avrupa Şampiyonasında final oynatan yaşlı kurt Luis Aragones ile sözleşme imzaladı. Artık sezon başını bekleyemiyorum, bir an önce maçlar başlasın istiyorum. Hatta Luis Aragones'e destek olmak için sarı kırmızı İspanya bayrağını mabede götürmeyi planlıyorum. Kombine görevimi yerine getirdim, şimdi Fenerium'da formalara ve yeni sezon ürünlere saldırmak için bekliyorum.

İmza
Taraftar görünümlü müşteri