13 Aralık 2008 Cumartesi

Cameron Diaz

Gece rüyama girdi yahu! :)

12 Aralık 2008 Cuma

5 Numara

-Sağ arka adalesinde küçük bir ödem tespit edilen Emre, bugün yapılan antrenmana çıktı ancak, tedbir amaçlı olarak Bireysel Oyuncu Antrenörümüz Dolu Arslan eşliğinde, düz koşu ve aktif dinlenme programı uyguladı.

-Antrenmana sağ arka adalesinde ağrı hisseden Emre Belözoğlu katılmadı.

-Sakatlığı bulunan oyuncularımızdan Emre ve Önder, ısınma ve koordinasyon hareketlerinden sonra fizyoterapist Dolu Arslan eşliğinde takımdan ayrı düz koşu yaptı ve ayrı bir çalışma gerçekleştirdi.

-Önder ve Emre, istasyon çalışmasına kadar takımla birlikte çalışıp, antrenmanı kondisyoner Dolu Arslan eşliğinde saha kenarında düz koşu yaparak tamamladı.

-Oyuncularımızdan Emre Belözoğlu ve Gökhan Gönül ise, antrenman boyunca kondisyoner Dolu Arslan eşliğinde saha kenarında düz koşu yaptı.

-Sakatlığı bulunan oyuncularımızdan Emre Belözoğlu, bireysel oyuncu antrenörümüz Dolu Arslan eşliğinde saha kenarında düz koşu yaptı.

-Oyuncularımızdan Emre Belözoğlu, bireysel oyuncu antrenörümüz Dolu Arslan eşliğinde saha kenarında koşu yaparken, Gökhan Gönül de Carlos Cascallana eşliğinde özel bir çalışma gerçekleştirdi.

-Bu arada sakatlığı bulunan oyuncularımız Gökhan ve Emre de antrenmana çıkmayarak tedavi ve çalışmalarını tesislerde sürdürdü.

-Gökhan ve Emre salonda kuvvet çalışması yaptıktan sonra tedavilerine devam edildi.

Resmi sitede"Emre" diye arattığınızda arama sonuçlarında sadece iki sayfada çıkan haber bu kadar, başka yoruma gerek var mı?

The Things You Own, Start Owning You

11 Aralık 2008 Perşembe

Adriana Lima

Sahanın Aziz(!)liği

Geçen sene yarı finalden döndüğümüz Şampiyonlar Ligi'ne bu sene ilk turda veda etmekle kalmadık, stadımızda yapılacak UEFA Kupası finaline de sadece seyirci olacağımız şimdiden kesinleşti.

Tek yorum şu olabilir; kulüpler düzeyinde son başarısını 30küsur yıl önce elde etmiş bir teknik direktörün takımında bir CL maçında oyuna sonradan giren oyuncular Maldonado, Ali Bilgin ve İlhan Parlak ise bu takımın tur atlaması futbola ihanet olmaz mı?

Biz de alkışlıyoruz!!!

Yatsıya Kadar

Antalya tatiline şehirlerarası çalışan bir otobüsle giderken "tesadüfi" bir şekilde yanlarında basın mensuplarının da olduğu bir polis ekibi tarafından otobüsü çevrilince "bakın halkın içindeyiz, halktan farksızız ehi ehi" şovunu yapan bakan Cemil Çiçek'in şovu kısa sürdü. Şovun hemen ertesi günü bakan ve takımı Tahtalı Dağı'na teleferikle çıkmak için bekleme sırasını pas geçip binmek istemişler, bütün sıradakiler de koyun sürüsü gibi ses çıkarmazken neyse ki Saadet Feldhohn isimli bayan duruma isyan edince sıraya girmeyi kabul etmişler.

Burada diğer ilginç nokta ise o kadar vatandaşın tepkisiz kalması, Almanya' dan gelen vatandaşımızın tepki göstermesi. "Oy verince toplum demokratik olmuyor" lafından kastımız bu işte.

Vergilendirilmiş Kazanç Bir Zamanlar Kutsaldı

Gelir İdaresi Başkanlığı verileri üzerinden yapılan hesaplamalara göre, Ocak-Ekim döneminde ücret ve ücret sayılan ödemelerden 18 milyar 949 milyon 81 bin YTL gelir vergisi tevkifatı yapıldı. Geçen yılın aynı döneminde 15 milyar 435 milyon 589 bin YTL olan vergi tevkifatına göre, bu yıl ücretlinin ödediği gelir vergisinde yüzde 22,8’lik artış meydana geldi. 2007 yılında ücretlerden kesilen vergiler, toplam gelir vergisi tevkifatının yüzde 53,3’ünü oluştururken, söz konusu oran bu yıl yüzde 54,8’e yükseldi.

Buna karşılık 2007 yılının ilk 10 ayında 3 milyar 516 milyon 210 bin YTL olan mevduat faizlerinden kesilen stopaj tutarı, bu yıl aynı dönemde 4 milyar 179 milyon 818 bin YTL’ye çıktı. Mevduat faiz ödemelerindeki tevkifatın, toplam tevkifat içindeki payı ise yüzde 12,15’den yüzde 12,09’a geriledi.

Bu şekilde bankada parası olanlar vergi olarak 1 öderken, ücretlilerin ödediği vergi 5 olarak belirlendi.

Mahmut Hoca Göreve

Bakan Faruk Özak'ın Uzungöl'de inşa edilen duvarla ve gösterilen tepki ile ilgili açıklaması:

“Tabii ki, tepkileri de saygıyla karşılıyorum. Ama onlara karşı da duyarsız değiliz. Biliyorsunuz orada gölde bir çekilme oldu. Yol yapılıyor. Yol ile göl arasındaki ilişkiyi duvarla sağlıyoruz. Duvarın görüntüsü belki doğaya uygun değil, ama o görüntü halledilebilir. Zaten başkanın da öyle bir demeci var. Çevre Bakanımızın da öyle bir şeyi var. Yani orası, sabredelim iş bittiği zaman doğayla uyumlu Türkiye’nin en önemli cazibe merkezlerinden biri olacak.”

Bu nasıl Türkçe? Bu sözleri söyleyen bakan mı, yoksa ilkokul mezunu bir insan mı?

10 Aralık 2008 Çarşamba

Marketing Öyle Değil, Böyle Olur


Daha sahaya çıkmadan o maç için t-shirtler satmaya başlayan zıpırlara marketing dersi verilir!
-el clasico t-shirtler
-4 alana 1 hediye kampanyası

A.C.A.B vol.2

Human Rights Watch örgütüne göre Türkiye’de hem polis şiddeti artıyor, hem de suçlular gereğince cezalandırılmıyor. Örgütün hazırladığı raporda polisin kötü muamelede bulunmasıyla ilgili olarak 2007 yılı başından bugüne dek yaşanan 28 ayrı vaka belgeleniyor ve bu ihlallerin soruşturulma süreci aktarılıyor.

Türk polisinin -bazıları ölümle sonuçlanan- ateşli silah kullanması, göstericilere kötü muamele ve aşırı güç kullanarak müdahalesi, ve kimlik kontrolleri sırasında ve sonrasında yaşanan kötü muamele vakaları raporda yer alıyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne göre, polis hakkında suç duyurusunda bulunanların kendilerini, polise “görevi yaptırmamak için direnme” suçuyla yargılanırken bulmaları oldukça sık karşılaşılan bir durum.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün dikkat çektiği bir nokta, Türkiye’de polis şiddetinin 2007 yılı Haziran ayında Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu’nda yapılan değişiklik sonucu artmış olduğu görüşü. Bu durumu eleştiren çevreler yasadaki değişiklikle polise, ölümcül güç kullanma konusunda geniş takdir yetkisi verildiğini, ayrıca keyfi durdurma ve arama uygulamasının da teşvik edildiğini söylüyor.

9 Aralık 2008 Salı

Su Katılmış Nobel

En büyük silah üreticilerinden olan Honeywell' in Nobel ödüllerini dağıtan vakfa sponsor olduğu ortaya çıktı. Barışa katkıda bulunanlara ödül veren vakfın finansmanını silah firması yapıyor, ne ironi değil mi?

Allaha Yakın Ol Schuster

Schuster yerinde hala nasıl durabiliyor dedik, dakikası olmadı görevinden kovuldu, yerine Juande Ramos getirildi. Kendisi ne kadar iyi bir seçim olacak göreceğiz, en azından selefi gibi ezik olmayacağı kesin.

1 Mayıs (Yine, İnadına)

Ramazan bayramından önce yazmıştım, 1 Mayıs için tatil olmasın çok işgücü kaybımız olur vallahülazim diyen zihniyetin ramazan bayramını dokuz gün yaptığını. Kurban bayramına geldik aynı tas, aynı terane. Gerçi beyefendilerin müthiş ekonomi politikaları sonucunda çalışan ve işçi kesimi artık "zorunlu ve ücretsiz" tatile çıkar oldu, sağolsunlar ellerine sağlık.

Beterin Beteri Varmış

Ekonomik kriz hakkında en önemli yorumu "Hamdolsun bizi teğet geçti" olan başbakanımızdan daha beterleri de varmış. Detroit' teki Greater Grace Temple, otomotiv sektöründeki krizin bitmesi için ayinde sahneye en büyük üç firmanın en şekil araçlarını çekmiş sahneye, vurmuş duanın dibine. Hadi dua edersin bu normal ama otomobillerin orada işi ne? Diyecek birşey bulamadım .

Nina Moric

Biraz İstikrar?

İspanya 2. Ligi takımlarından Real Sociedad'ta kiralık olarak forma giyen Necati Ateş, son haftalarda attığı 2 golün ofsayt gerekçesiyle geçersiz sayılmasını, ''Hakemler, bana gol attırmıyor!'' diye espirili bir şekilde yorumlamış. Kendisi aynı hatalarla galatasaraydayken karşılaştığında neden böyle espirili davranmayıp saldırgan ifadelerde bulunuyordu, anlamak güç.

Saygı

The Guardian yazarı Richard Williams'ın bu hafta Wigan maçında sahadan çıkarken Emmanuel Eboue'yi protesto eden Arsenal taraftarları için yazdığı yazıdan bir bölüm. Türkiye'deki tüm taraftarların eline tutuşturup hafta boyunca maça gitmeden önce 150 defa zorla okutulacak birkaç cümle. Bizim "kendine taraftarlarımıza selam olsun" diyelim verirken.

"We have all cursed players by whom we feel let down, sometimes on a regular basis. But as long as they are in our colours they remain our players, and it seems stupid to comfort the opposition by making public our internal disaffection. The behaviour of the Arsenal fans, however, appeared to be driven by something more than old-fashioned frustration. It was the self-expression of the new breed of football fan, with his £1,000 season ticket and his increasing sense of entitlement."

yani

"Doğal olarak, hepimiz bizi hayal kırıklığına uğratan oyunculara lanet ederiz. Ama renklerimizi taşıdıkları sürece, onlar bizim futbolcularımız olarak kalırlar, ayrıca karşı takıma kendi iç meselelemizi ve hoşnutsuzluğumuzu göstererek yardım etmek de aptalcadır. Ancak her şeye rağmen Arsenal taraftarlarının tepkisi eski moda bir tepkiden farklı bir şeyden kaynaklanmaktadır. Bu yeni peydah olan futbol seyircisinin kendini ifadesidir, 1.000 poundluk kombine bileti ve giderek artan kendini yüksek görmesiyle"

Tanıdık geldi mi bu profil?

Santos Özgür!

Marsilya-Atletico Madrid maçının başlamasına saatler kala nedense biranda Santos'un özgür olduğu açıklandı. Çok garip şeyler oluyor.. Sonuçta özgür, sevinmek lazım!

L'Italia e Inghilterra

"Bir futbolcu İngiltere'ye gitmek istiyorsa, elbette ki gider. Fakat bilmeli ki; orada kötü yaşıyorlar, kötü yemekler yiyorlar ve kadınları kıçlarını yıkamıyor."

Aurelio De Laurentiis -Napoli Başkanı

Rezalet

Dün yapılan Sevilla maçından sonra Schuster bu haftasonu olan Barcelona deplasmanı için "kazanmamız imkansız, bu sene onların senesi" demiş. Arkadaş sen mahalle takımı mı yönetiyorsun, yüzyılın takımını mı? Saraçoğluna gelen galatasaray teknik direktörü bile söylemez bu lafı, hala o görevde nasıl durabiliyor, hayret!

Ornella Vanoni-L'Appuntamento

Ho sbagliato tante volte ormai che lo so già
Che oggi quasi certamente
Sto sbagliando su di te
Ma una volta in più che cosa può cambiare
Nella vita mia
Accettare questo strano appuntamento
È stata una pazzia
Sono triste tra la gente che mi sta
Passando accanto
Ma la nostalgia di rivedere te
È forte più del pianto
Questo sole accende sul mio volto
Un segno di speranza.
Sto aspettando quando ad un tratto ti vedrò
Spuntare in lontananza
Amore, fai presto, io non resisto
Se tu non arrivi non esisto
Non esisto, non esisto
È cambiato il tempo e sta piovendo
Ma resto ad aspettare
Non m'importa cosa il mondo può pensare
Io non me ne voglio andare.
Io mi guardo dentro e mi domando
Ma non sento niente
Sono solo un resto di speranza
Perduta tra la gente.amore è già tardi e non resisto
Se tu non arrivi non esisto
Non esisto, non esisto
Luci, macchine, vetrine, strade tutto quanto
Si confonde nella mente
La mia ombra si è stancata di seguirmi
Il giorno muore lentamente.
Non mi resta che tornare a casa mia
Alla mia triste vita
Questa vita che volevo dare a te
L'hai sbriciolata tra le dita.
Amore perdono ma non resisto
Adesso per sempre non esisto
Non esisto, non esisto

* * *

I've Been Mistaken So Many Times By Now That I Already Know
that Today Is Almost A Certainty
i've Been Wrong About You But Once More
that You Can Change My Life...
to Accept This Strange Appointment
has Been A Madness!
i Am Sad Among The People
that You Are Passing By Me
but The Nostalgia Of Seeing You Again
it Is Stronger Than Weeping:
this Sun Shines On On My Face
a Sign Of Hope.
i Am Waiting When Suddenly
you Appear In A Distance!
love, Make It Soon, I Don't Resist...
if You Don't Come, I Don't Exist
i Don't Exist, I Don't Exist...
and The Time Has Passed And It's Raining
but Only To Wait
it Doesn't Concern Me What The World Thinks
i Don't Want To Go.
i Look Inside Myself And I Wonder
but I Don't Feel Anything;
i Only Have Is Hope
lost Among The People.
love Is You Already Late And I Don't Resist...
if You Don't Come I Don't Exist
i Don't Exist, I Don't Exist...
lights, Cars, Showcases, Roads
everything Seems So Confusing
my Shadow Has Gotten Tired Of Following Me
the Day Dies Slowly.
it Doesn't Befit Me To Return To My House
to My Sad Life
this Life That I Wanted To Give To You
you Have Crumbled Between The Fingers.
love Pardons But I Don't Resist...
forever, I Don't Exist Now
i Don't Exist, I Don't Exist..

8 Aralık 2008 Pazartesi

A.C.A.B *

Yunanistan'da bir polis arabasına sopayla saldırmaya çalışan gençlerden biri polis tarafından vurularak öldürüldü. Devamında ise ülkenin tamamında kendini anarşist ve iktidar karşıtı olarak tanımlayan gençler kamu binalarına, araçlara ve bankalara saldırarak isyan başlattı.

Özgürlük kısıtlamasına verilen tepki, politize gençlik, toplumsal refleks konularında Yunanistan'a göre bile ne kadar geride olduğumuzu gösterir bu eylemler. Bizde olsa "kesin haketmiştir anarşik şerefsiz" sözleriyle tepki gösterilirdi herhalde..

* A.C.A.B: All Cops Are Bastards

Sömüür, Başkası Sömürmeden

Sosyal Güvenlik Kurumu Başkan Yardımcısı Veysel Uyar’ın 13 ve 5 yaşındaki iki çocuğunu, emeklilik yaşını yükselten Sosyal Güvenlik Reformu’nun ardından sigortalattığı iddiası doğrulandı. Milletin çocuğunu bu yasanın aşırı ağır şartlarından kaçırmak için sigortalı yapmasının peşinde koşturanların hallerini de görmüş olduk böylece..

Santos Mirasierra'ya 3.5 Yıl

Blogda daha önce bahsettiğimiz Marsilya tribün lideri Santos, polise saldırmak suçundan 3.5 yıl hapise mahkum oldu. Artık İspanya'ya gittiğinizde dikkat edin, pasaportunuzu polise hızlı vermeyin, 6 aydan başlar cezası..

e-devlet!

e-devlet portalı www.turkiye.gov.tr 18 Aralıkta hizmete giriyormuş. Verilecek hizmetleri sayıyorum, sıkı durun:

-Başbakanlık BİMER’e başvuru ve başvuru sorgulama,
-Ulaştırma Bakanlığından yetkili taşıma kuruluşlarını sorgulama,
-Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün uçuş mürettebatı lisans başvuru sorgulama,
-TCDD’nin e-bilet uygulaması,
-Denizcilik Müsteşarlığının amatör denizci belgesi, kısa mesafe telsiz operatörlüğü başvurusu,
-Türkiye İş Kurumunda iş sorgusu ve başvurusu,
-PTT’de kayıtlı gönderi takibi,
-Milli Eğitim Bakanlığının diğer kurumlar için hazırladığı sınavlarda yer sorgulama,
-İçişleri Bakanlığında evrak durum takibi,
-İş-Kur’da işsizlik ödeneği ödeme başvurusu ve meslek kursları sorgulama.

Vatandaşın en az kullanacağı, ihtiyaç duyacağı ne kadar hizmet varsa hepsini toplamışlar, vallahi bravo!

Bu Forma Kutsaldır, Nasip Olmaz Herkese!

7 Aralık 2008 Pazar

Güleryüzlü Francoculuk??

10-11 Kasım 2008 tarihlerinde düzenlenen “Anayasalardaki Değiştirilemez İlkeler” konulu sempozyum, Türk Anayasası’ndaki değiştirilemez maddelerle ilgili bir tartışmaya yol açtı.

Toplantıdaki Türk katılımcıların yaptıkları konuşmaların doğurduğu tartışma kanımca yararlı oldu.
Hiç olmazsa Türkiye’de, devletin şeklinin cumhuriyet olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliğini taşıması gibi temel ilkelerinin değiştirilmesi görüşünü savunanlar olduğunu ortaya çıkardı.
Bu dahi, Türkiye’de anayasal düzen üzerinde bir görüş birliği bulunmadığını, dolayısıyla Anayasa’da bu düzeni koruyan değiştirilemez ilkelere yer verilmesinin haklılığını göstermiyor mu?

Alman Anayasası’nda da değiştirilemez maddeler var. Ama toplantıya katılan Alman hukukçuların kendi anayasalarıyla ilgili böyle bir talepleri olmadığı toplantıdan sonra yayımlanan bildiriden anlaşılıyor.
Buna göre, “Toplantıya katılan Alman bilim adamlarının tamamı, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, Federal Alman Anayasası’nda da değiştirilemez ilkelerin yer aldığını ve bu ilkelerin demokratik rejimle çelişki içinde bulunmayıp aksine bu rejimi korumak için kabul edildiğini açıkça dile getirmişlerdir. (...)
Prof. Hassemer anayasalardaki değiştirilemez ilkelerin siyasal iktidar ve yasama erkinin tasarruf alanının dışında bırakıldığını, bu ilkelerin sosyal değişimlere uyum sağlaması gibi bir hukuki zorunluluğun da söz konusu edilemeyeceğini açıkça belirtmiştir.”

Anayasa’da değiştirilemez ilkelerin bulunmasını “güler yüzlü Frankoculuk” şeklinde niteleyen bir Türk konuşmacının benzetmesini esas alırsak, Avrupa güler yüzlü Franco’larla dolu. Nereye baksanız üniforması, başında külahıyla sırıtan General Franco’ları görüyorsunuz.
Almanya, Fransa, İtalya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve daha bir sürü devletin anayasalarında devletin temel yapısına ilişkin hükümler değiştirilemez nitelikte. Çünkü, bu devletler kurucu iradenin belirlediği devlet olmaktan çıkıp başka bir devlet olmak istemiyorlar.
Alman Anayasası üzerinde özellikle durmaya değer. Alman Anayasası’nın 79. maddesi 1 ve 20. maddelerin değiştirilemeyeceğini öngörüyor.
Ama, asıl ilginç olanı, 20. maddenin 4. fıkrası. Buna göre, Almanya’nın anayasal düzeninin değiştirmeye yeltenilmesi durumunda, başka yollar mevcut değilse, bütün Almanların direnme hakkı var.

Örneğin, Almanya’da seçimle işbaşına gelen bir siyasal iktidar, Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerinin değişmesi zamanı geldiğini düşünerek bunları değiştirmek istedi. Bunu hukuk yoluyla önlemek olanağı yoksa, Alman Anayasası Alman vatandaşlarının sokağa çıkarak direnmelerini meşru bir anayasal hak olarak görüyor. Anayasal denetimin ötesinde bir güvence yaratıyor.
Bizim Anayasamızda böyle bir hüküm yok. Sokağa çıkmayı çok sevdiğimizden iyi ki de yok. Buna karşılık, Anayasamızın 68. ve 69. maddeleri temel ilkelere aykırı davranan partilerin kapatılması ya da devlet yardımının kesilmesi yaptırımlarını öngörüyor.

* * *

Sempozyumla ilgili bir sorun da şu: Anayasa Mahkemesi raportörü Sayın Osman Can değerli bir hukukçudur. Ancak, sempozyumda yaptığı konuşmayla bir görüş belirtmiş oluyor. Bundan dolayı Anayasa Mahkemesi’nde açılacak, Anayasa’nın değiştirilemez maddelerini etkileyen davalarda tarafsızlığına gölge düşmüş oldu.

O nedenle, bundan sonra bu tür davalarda görevlendirilmemesi doğru olur. Konuşmayı akademisyen kimliğiyle yapması önemli değil. Önemli olan, bu konuda görüşünü açıklamış olması.
AİHM kararlarına göre, adil yargılamanın temel koşulu olan tarafsızlık, davaya bakan yargıcın ya da raportörün önceden dava konusuyla ilgili bir değerlendirmede bulunmamasını, sadece davanın olgularına dayanarak karar vermesini gerektiriyor.
Nasıl ki, 1995'te, Loizidou/Türkiye davasında, Yargıç Mac Donald, daha önce Kıbrıs sorununa ilişkin bir makale yazdığı için Türkiye’nin itirazı üzerine davadan çekilmişti.
İyi bir hukukçu olan sayın raportörün de bu ilkelere uygun davranacağına inanıyorum.

Yazı: Rıza Türmen

Ekonomik Kriz Üzerine

2001 krizinden ülkeyi başarıyla çıkaran ekibin Hazine Müsteşarı Faik Öztrak'ın dünya çapında ve Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz ile ilgili yapılan röportajından bazı görüşleri:

Neresindeyiz biz krizin; ortasında mı, yoksa daha başlamadık mı bile?
Önce şunu anlamamız gerekiyor: Biz iki kriz yaşıyoruz. Biri bu dünya krizi, diğeri de Türkiye’nin kendi krizi. Türkiye aslında zaten iki yıldır kendi krizini yaşıyor.
Ama Başbakan tam tersini söylüyor; “Bu, bazı samimiyetsiz kesimlerin dediği gibi Türkiye’de AKP iktidarının ortaya çıkardığı bir kriz değildir, bu krizin kaynağı ABD’dir, Avrupa’dır” diyor...
O zaman biz de biraz rakam verelim:

1 2006’dan itibaren bize benzeyen ekonomiler 7.9 büyümüş, biz 6.9. 2007’de onlar 8 büyümüş, biz 4.6. 2008’de muhtemelen 6 civarında büyümüş olacaklar, biz 2’nin bile altına düşebiliriz. 2009’da onların büyüme tahmini 5.1, biz ise negatife geçmezsek sevineceğiz.

2 Türkiye’de sadece bu yılın ilk dokuz ayına baktığınızda kapanan ticaret unvanlı firma sayısı geçen yıla göre yüzde 70 artmış. Açılan firma sayında da yüzde 0.2 düşüş var.

3 Asıl en önemli sorunumuz işsizlik. Üçüncü çeyrekte işsizlik oranı yüzde 9.8. Bu 9.8 ne demek, biliyor musunuz? 2001 krizinin ortasında bu oran 7.8’di; 2002’de bile en fazla 9.6’ya çıktı, ama asla 9.8 olmadı.

Yani aslında 2001 krizinden daha mı “işsiz”iz şimdi?
Çok daha vahim durumdayız. Üstelik 9.8’in üzerine bir de iş verilirse çalışmaya hazır olanları, mevsimlik işsizleri, eksik istihdamı ekleyin, bu oran yüzde 18 küsuru buluyor. Yani Türkiye’nin 5’te biri işsiz. Daha kötüsü, aslında çalışmak isteyen kadınların sadece 5’te birinin işi var.

O zaman niye, Boğaziçi mezunlarının ancak ofis görevlisi olarak iş bulabildikleri o 2001’deki kadar travmatik bir durum hissetmiyoruz?
Çünkü orada şöyle ilginç bir durum var: Bankalar batıp, o Boğaziçi mezunları işsiz kaldığı zaman bunu herkes duyar. Finans kesimindeki bu insanlar her yere ulaşabilirler. Ama başka kesimlerde çok büyük işsizlik olsa da bunların çığlıklarını İstanbul’a, Ankara’ya duyurmaları çok zordur. Onların sesi ancak anketlerde çıkar. Bakın, yurt çapında yapılan bütün anketlerde “Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusuna yüzde 60-70 oranında verilen yanıt “işsizlik”tir.

İyi, ama hani bizim seçmen çok “homo economicus” düşündüğü için AKP’ye yüzde 47 oy vermişti; işsizlik bu kadar büyük dertse o zaman yüzde 47 nasıl oldu?
Bakın bunun aynısı Yunanistan’da da yaşandı. Küresel risk algılamasındaki azalmanın yarattığı o sahte cennet içinde herkes o kadar borçlandı ki, millet “Borçlandığımıza göre demek ki işler iyi gidiyor, şimdi bunları değiştirip başımıza iş almayalım” psikolojisi içine girdi.

Sizce evlerimiz ne zaman tam olarak yangın yerine dönecek?
Küresel kriz gelişmiş ekonomilerin reel sektörlerini vurdukça yavaş yavaş bizim de canımız yanmaya başladı. Ama asıl dip noktasını sanırım Şubat-Mart’ta göreceğiz.

Gerçi Başbakan’ın yine de bir umudu var, “En az inşallah bizi etkileyecek” diyor?..
Ne yazık ki OECD aynı fikirde değil. Bu hafta içinde yayımladığı raporunda krizden en fazla etkilenecek ülkeleri saymış: Macaristan, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, İspanya, İngiltere ve Türkiye. “Türkiye’nin durumu ancak 2010’da düzelir” diyor OECD, o da doğru politikalar uygularsa... Yine OECD’nin krize karşı tedbir alan ülkelere ilişkin bir tablosu var. O tabloya baktığınız zaman da iki tane ülke var hiçbir tedbir almayan: Biri Çek Cumhuriyeti, öbürü de maşallah biz.

Siz Türkiye’nin 2001’den daha mı kötü bir noktada olduğunu düşünüyorsunuz?
2001, bizim “stop and go” dediğimiz cinsten, bir anda dışarıdan sermayenin gelişinin durmasıyla başlayan çöküş ve ondan sonra da bir çıkış şeklinde olan krizdi. Finans sektöründe bir sıkıntıyı yaşadık ve kısa süre içinde sıkıntı V şeklinde indi-kalktı. Şimdi ise kendi krizimizle küresel kriz çakıştı. Bu krize maalesef büyüme hızımız çok yavaşlamış, cari açığımız da çok artmış bir vaziyette yakalandık. O yüzden şimdi daha yapışkan bir durgunluk, daha yapışkan bir işsizlik içine gireceğiz. Yani bu kriz L gibi hızlı inecek ve ondan sonra bir süre yatay gidecek. Ya da U olacak diyorlar, ama kesinlikle V değil.

Peki çözüm önerileriniz?
Halk Bankası, şu anda Dünya Bankası’ndan 750 milyon dolar kredi alıp, esnafa dağıtmanın peşinde koşuyor. Gerek yok. Para orada duruyor. Diğerlerine yapmasınlar, ama burada haksız işlem ve eylem olduğu için Çalık grubuna verdikleri 700 milyon doları erken çağırsınlar. Bakın kaç esnaf kurtuluyor; bir kişi yerine binlercesinin yüzü gülüyor...
En önce finans sorununa el atın:
İlk iş olarak tüm bankalara bütçeden belli imkânlar sağlayın. Acilen şirketlerin işletme sermayesine ulaşmalarını kolaylaştırın. Azarlamayı falan bırakıp, hemen borcu olan şirketlerle bankaların arasına girin, iki tarafı da rahatlatın. Üretmek isteyen, ama kriz yüzünden kredi kanalları kesilmiş firmalar var. O firmaların derhal üretime geçmesine yardım edin. Çünkü bizi bu durgunluktan çıkaracak tek çare dış talebi artırarak büyümek. Bunun için de ithalatı ikame edecek sanayilerin üretimini artırmak şart. Bu arada sakın döviz kurunu da baskı altına almayın. Yoksa Türkiye’nin rekabet gücünü ciddi şekilde tahrip etmeye devam edersiniz.

Bir şirket batar, sermaye verirsiniz başka bir şirket çıkar. Ama eğer insanlar çocuklarını okutamaz, onları gerektiği gibi besleyemezlerse bir nesli kaybedersiniz. Telafisi çok uzun sürecek bir sosyal tahribata yol açarsınız. Biz 2001 krizinde yoksulları gözeten birtakım sosyal programlar yapmıştık. Şimdi onların daha genişletilerek uygulanması lazım. Ayrıca nasıl makul faizlerle insanların vergi borçlarını ertelediyseniz, vatandaşın kredi kartlarına da vade yayma operasyonu yapın. İşten çıkarmaları önlemek için ise gerekirse işsizlik fonunu kullanın. İstihdamı korumanın maliyeti işsize para ödemekten daha düşük olabilir. Asıl en hassas konu bu.

Bütçe niçin yeniden düzenlenmeli diyorsunuz?
Çünkü bugünkü bütçeyi tamamen yerel seçimlere odaklı hale getirmişler.

Nereden belli?
2008’de cari transferlerin payı yüzde 6.9’du. 2009 için bunu 8’e çıkarmışlar. Aradaki artışın 0.6’lık puanı tamamen mahalli idarelere yapılan transferlerden geliyor. Yine kuruluş bütçelerinin “sermaye transferleri” diye birtakım kalemleri var. Soruyorsunuz, mesela Kültür Bakanlığı’na bu sermaye transferleri talebi ne diye; “İşte yerelde yapılacak yatırımlara desteklerle ilgili transferler” diyorlar.

Dağıtılan kömürün, erzağın parasını bütçede görebiliyor musunuz?
Kömür-erzak paraları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan çıkıyor. O fonun hesapları ise bizim önümüze toplu geliyor, tek tek nereye ne harcanıyor göremiyoruz. Bütçede denetlenmeyen fonlardan bir tanesi de o.

AKP, IMF’yle anlaşmak zorunda mı sizce?
Zorunda. Hiç kriz tecrübesi yok. Bugüne kadar bu hükümet IMF olmadan ekonomiyi hiç yönetmedi. AKP o hale getirdi ki ekonomiyi, tabii IMF de buna çanak tuttu, artık bundan sonra IMF ve AKP kol kola olmadan yürüyemezler.

Sizce IMF’den ne kadar almak gerekiyor?
2009’da ödenecek toplam dış borcumuz 135 milyar dolar. Bunun çok iyi ihtimalle 100 milyarını döndürsek, demek ki en az 35 milyar dolara ihtiyacımız var.

Röportajın tamamı için tıklayın.

Al Fakirden, Ver Zengine

Yeni vergi yasamız üniversitelerde part-time çalışan öğrencilere iftiharla sunar:
- Bundan böyle sigorta kesintisi %2 yerine %33.5 olacak.
- Çalışırken aynı zamanda bir burs kazanmışsa burs iptal edilecek.
- Ebeveynleri sayesinde bir sosyal güvenlik kurumundan (Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur) güvencesi varsa çalıştığı için bu güvence de iptal edilecek.
- Çalıştığı için zaten sigortası olacak, herşeyi karşılayacak diyenlere; ilk 6 ay boyunca sigorta öğrencinin alacağı ağrı kesiciyi bile karşılamayacak.

Üniversiteler ve öğrenciler isyanlarda, YÖK sessiz. Neden mi; çünkü bu reform görüşleri için YÖK'e sunulduğunda YÖK, iktidarın piyonu olarak başına getirilen kişi tarafından hallaç pamuğu gibi atılmakla meşguldü..

Kolum Kadar


Ne kadar içerde Hocam.
Kolum kadar.
Hocam sen de ne çok seviyorsun kolu. Gösterip durma kolunu.
Ölçmek için söylüyorum.
Gelecek şimdi santimi.
Kolum kadar diyorum.
Yahu verin şunu kaç santimmiş.

Piero ölçer, kaç santim çıkar ortaya.

78 santimmiş hocam.
Kolum kadar işte.
Yahu getirin bir mezura ölçelim hocanın kolunu.
Kolum kadar dedim işte.
Hocam vallahi bravo, tam 68 santim kolun, 10 da omuz hizası.

Marissa Miller