7 Aralık 2008 Pazar

Ekonomik Kriz Üzerine

2001 krizinden ülkeyi başarıyla çıkaran ekibin Hazine Müsteşarı Faik Öztrak'ın dünya çapında ve Türkiye'de yaşanan ekonomik kriz ile ilgili yapılan röportajından bazı görüşleri:

Neresindeyiz biz krizin; ortasında mı, yoksa daha başlamadık mı bile?
Önce şunu anlamamız gerekiyor: Biz iki kriz yaşıyoruz. Biri bu dünya krizi, diğeri de Türkiye’nin kendi krizi. Türkiye aslında zaten iki yıldır kendi krizini yaşıyor.
Ama Başbakan tam tersini söylüyor; “Bu, bazı samimiyetsiz kesimlerin dediği gibi Türkiye’de AKP iktidarının ortaya çıkardığı bir kriz değildir, bu krizin kaynağı ABD’dir, Avrupa’dır” diyor...
O zaman biz de biraz rakam verelim:

1 2006’dan itibaren bize benzeyen ekonomiler 7.9 büyümüş, biz 6.9. 2007’de onlar 8 büyümüş, biz 4.6. 2008’de muhtemelen 6 civarında büyümüş olacaklar, biz 2’nin bile altına düşebiliriz. 2009’da onların büyüme tahmini 5.1, biz ise negatife geçmezsek sevineceğiz.

2 Türkiye’de sadece bu yılın ilk dokuz ayına baktığınızda kapanan ticaret unvanlı firma sayısı geçen yıla göre yüzde 70 artmış. Açılan firma sayında da yüzde 0.2 düşüş var.

3 Asıl en önemli sorunumuz işsizlik. Üçüncü çeyrekte işsizlik oranı yüzde 9.8. Bu 9.8 ne demek, biliyor musunuz? 2001 krizinin ortasında bu oran 7.8’di; 2002’de bile en fazla 9.6’ya çıktı, ama asla 9.8 olmadı.

Yani aslında 2001 krizinden daha mı “işsiz”iz şimdi?
Çok daha vahim durumdayız. Üstelik 9.8’in üzerine bir de iş verilirse çalışmaya hazır olanları, mevsimlik işsizleri, eksik istihdamı ekleyin, bu oran yüzde 18 küsuru buluyor. Yani Türkiye’nin 5’te biri işsiz. Daha kötüsü, aslında çalışmak isteyen kadınların sadece 5’te birinin işi var.

O zaman niye, Boğaziçi mezunlarının ancak ofis görevlisi olarak iş bulabildikleri o 2001’deki kadar travmatik bir durum hissetmiyoruz?
Çünkü orada şöyle ilginç bir durum var: Bankalar batıp, o Boğaziçi mezunları işsiz kaldığı zaman bunu herkes duyar. Finans kesimindeki bu insanlar her yere ulaşabilirler. Ama başka kesimlerde çok büyük işsizlik olsa da bunların çığlıklarını İstanbul’a, Ankara’ya duyurmaları çok zordur. Onların sesi ancak anketlerde çıkar. Bakın, yurt çapında yapılan bütün anketlerde “Türkiye’nin en büyük sorunu nedir?” sorusuna yüzde 60-70 oranında verilen yanıt “işsizlik”tir.

İyi, ama hani bizim seçmen çok “homo economicus” düşündüğü için AKP’ye yüzde 47 oy vermişti; işsizlik bu kadar büyük dertse o zaman yüzde 47 nasıl oldu?
Bakın bunun aynısı Yunanistan’da da yaşandı. Küresel risk algılamasındaki azalmanın yarattığı o sahte cennet içinde herkes o kadar borçlandı ki, millet “Borçlandığımıza göre demek ki işler iyi gidiyor, şimdi bunları değiştirip başımıza iş almayalım” psikolojisi içine girdi.

Sizce evlerimiz ne zaman tam olarak yangın yerine dönecek?
Küresel kriz gelişmiş ekonomilerin reel sektörlerini vurdukça yavaş yavaş bizim de canımız yanmaya başladı. Ama asıl dip noktasını sanırım Şubat-Mart’ta göreceğiz.

Gerçi Başbakan’ın yine de bir umudu var, “En az inşallah bizi etkileyecek” diyor?..
Ne yazık ki OECD aynı fikirde değil. Bu hafta içinde yayımladığı raporunda krizden en fazla etkilenecek ülkeleri saymış: Macaristan, İzlanda, İrlanda, Lüksemburg, İspanya, İngiltere ve Türkiye. “Türkiye’nin durumu ancak 2010’da düzelir” diyor OECD, o da doğru politikalar uygularsa... Yine OECD’nin krize karşı tedbir alan ülkelere ilişkin bir tablosu var. O tabloya baktığınız zaman da iki tane ülke var hiçbir tedbir almayan: Biri Çek Cumhuriyeti, öbürü de maşallah biz.

Siz Türkiye’nin 2001’den daha mı kötü bir noktada olduğunu düşünüyorsunuz?
2001, bizim “stop and go” dediğimiz cinsten, bir anda dışarıdan sermayenin gelişinin durmasıyla başlayan çöküş ve ondan sonra da bir çıkış şeklinde olan krizdi. Finans sektöründe bir sıkıntıyı yaşadık ve kısa süre içinde sıkıntı V şeklinde indi-kalktı. Şimdi ise kendi krizimizle küresel kriz çakıştı. Bu krize maalesef büyüme hızımız çok yavaşlamış, cari açığımız da çok artmış bir vaziyette yakalandık. O yüzden şimdi daha yapışkan bir durgunluk, daha yapışkan bir işsizlik içine gireceğiz. Yani bu kriz L gibi hızlı inecek ve ondan sonra bir süre yatay gidecek. Ya da U olacak diyorlar, ama kesinlikle V değil.

Peki çözüm önerileriniz?
Halk Bankası, şu anda Dünya Bankası’ndan 750 milyon dolar kredi alıp, esnafa dağıtmanın peşinde koşuyor. Gerek yok. Para orada duruyor. Diğerlerine yapmasınlar, ama burada haksız işlem ve eylem olduğu için Çalık grubuna verdikleri 700 milyon doları erken çağırsınlar. Bakın kaç esnaf kurtuluyor; bir kişi yerine binlercesinin yüzü gülüyor...
En önce finans sorununa el atın:
İlk iş olarak tüm bankalara bütçeden belli imkânlar sağlayın. Acilen şirketlerin işletme sermayesine ulaşmalarını kolaylaştırın. Azarlamayı falan bırakıp, hemen borcu olan şirketlerle bankaların arasına girin, iki tarafı da rahatlatın. Üretmek isteyen, ama kriz yüzünden kredi kanalları kesilmiş firmalar var. O firmaların derhal üretime geçmesine yardım edin. Çünkü bizi bu durgunluktan çıkaracak tek çare dış talebi artırarak büyümek. Bunun için de ithalatı ikame edecek sanayilerin üretimini artırmak şart. Bu arada sakın döviz kurunu da baskı altına almayın. Yoksa Türkiye’nin rekabet gücünü ciddi şekilde tahrip etmeye devam edersiniz.

Bir şirket batar, sermaye verirsiniz başka bir şirket çıkar. Ama eğer insanlar çocuklarını okutamaz, onları gerektiği gibi besleyemezlerse bir nesli kaybedersiniz. Telafisi çok uzun sürecek bir sosyal tahribata yol açarsınız. Biz 2001 krizinde yoksulları gözeten birtakım sosyal programlar yapmıştık. Şimdi onların daha genişletilerek uygulanması lazım. Ayrıca nasıl makul faizlerle insanların vergi borçlarını ertelediyseniz, vatandaşın kredi kartlarına da vade yayma operasyonu yapın. İşten çıkarmaları önlemek için ise gerekirse işsizlik fonunu kullanın. İstihdamı korumanın maliyeti işsize para ödemekten daha düşük olabilir. Asıl en hassas konu bu.

Bütçe niçin yeniden düzenlenmeli diyorsunuz?
Çünkü bugünkü bütçeyi tamamen yerel seçimlere odaklı hale getirmişler.

Nereden belli?
2008’de cari transferlerin payı yüzde 6.9’du. 2009 için bunu 8’e çıkarmışlar. Aradaki artışın 0.6’lık puanı tamamen mahalli idarelere yapılan transferlerden geliyor. Yine kuruluş bütçelerinin “sermaye transferleri” diye birtakım kalemleri var. Soruyorsunuz, mesela Kültür Bakanlığı’na bu sermaye transferleri talebi ne diye; “İşte yerelde yapılacak yatırımlara desteklerle ilgili transferler” diyorlar.

Dağıtılan kömürün, erzağın parasını bütçede görebiliyor musunuz?
Kömür-erzak paraları Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu’ndan çıkıyor. O fonun hesapları ise bizim önümüze toplu geliyor, tek tek nereye ne harcanıyor göremiyoruz. Bütçede denetlenmeyen fonlardan bir tanesi de o.

AKP, IMF’yle anlaşmak zorunda mı sizce?
Zorunda. Hiç kriz tecrübesi yok. Bugüne kadar bu hükümet IMF olmadan ekonomiyi hiç yönetmedi. AKP o hale getirdi ki ekonomiyi, tabii IMF de buna çanak tuttu, artık bundan sonra IMF ve AKP kol kola olmadan yürüyemezler.

Sizce IMF’den ne kadar almak gerekiyor?
2009’da ödenecek toplam dış borcumuz 135 milyar dolar. Bunun çok iyi ihtimalle 100 milyarını döndürsek, demek ki en az 35 milyar dolara ihtiyacımız var.

Röportajın tamamı için tıklayın.

Hiç yorum yok: