14 Mart 2009 Cumartesi

Film mi Çekiyorsunuz?




Tünel içi seyahatlerde farlarımızı yakalım, seyahat ederken emniyet kemerimizi takalım, bir kere de kurallara uyalım sayın başbakan !!

Güle Güle

Katkısından! dolayı teşekkür, gamsız, lakayt, ne yapacağı belli olmayan ama aslında çok belli olan, futbolu halı sahada sürdürmesi gereken, topu ayağın her aldığında mutlaka bir çalım atması gerektiğini düşünen, bu çalımı atınca da ‘yahu bir tane daha atsam’ deyip çalımlara devam eden Kazım güle güle. Ne yaptığını anlayamadığım ama yine de en azından formayı taşıdığı için teşekkür, güle güle Josico. Gelme nedenini hiç anlamadığım futbolu dışında, sahadaki adamlığını hep sorguladığım Burak, teşekkürsüz güle güle. Bunlara ek olarak iki sezondur Fenerbahçe’de bulunup, malzemeci kadar katkıda bulunmayan Ali Bilgin, güle güle. Geldiğinde budur dediğim ancak sonra bir iki yenilgide günah keçisi ilan edilip kulübenin hatta tribünün yolunu tutan Maldonado, güle güle. Kupa maçlarında, takımın farklı konsantrasyonu bazen de kendi oyunu nedeniyle gol yemeyen/çok az gol yiyen ancak daha katetmesi gereken uzun bir yol olan Volkan Babacan, kiralık olarak güle güle. Ayrıca senede 2-3 maç oynayan, kabiliyetli ancak zekasını kullanmakta o kadar başarısız, saha sanki ayağına 4 numara büyük krampon giyerek çıkmış gibi, ne koşabilen ne topu kontrol edebilen, yokuş aşağı freni patlamış kamyon gibi gidip rakibine toslayan Uğur, sana da biraz daha süre. Sonra mı? Zaman gösterir. Saymadıklarım kalır gibi bir düşünce olmasın. Kalacaklar belli, kalıp da bir işe yarayıp yaramayacağı belli olmayanlar da ortada.

Ve nihayet, ne kalitesini ne ismini tartışmayacağım ama elindeki kadroyla kafasındaki futbolun örtüşmediği, bazen iyi niyetle bazen de insanlık hali hatalarıyla takımın takım olmasını sağlayamayan Aragones, sana da teşekkürler ve güle güle.

Yazı: Onore

Yaa Bi ...... Git

İki İlginç Şema


Emniyet İstihbaratı’nın Hrant Dink cinayetinden sonra, gerek Dink cinayeti gerek Ergenekon soruşturması açısından ilginç sonuçlar taşıyan iki şema hazırladığı ve bu şemaların cinayetten tam 10 gün sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne koyduğu ileri sürüldü.

Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi tarafından hazırlandığı öne sürülen bu belgelerden birincisi, bir tarafta Dink cinayetinden yargılanmakta olan Ogün Samast, Yasin Hayal, Mustafa Öztürk ve Ahmet İskender ile diğer tarafta Ergenekon davası sanıkları Veli Küçük, Kemal Kerinçsiz, Sedat Peker, Muzaffer Tekin gibi isimler arasındaki dolaylı telefon bağlantılarının bulunduğunu ortaya koyuyor. Dolaylı telefon bağlantıları, bu şahıslar arasında mutlak ilişki olduğu anlamına gelmiyor, ancak, üçüncü kişiler üzerinden dolaylı irtibatlar olabileceğine işaret ediyor.

Şemalardan ikincisi ise Ergenekon soruşturmasında Emniyet İstihbaratı’nın oynadığı rol hakkındaki tartışmalara yeni bir boyut katacak nitelikte. İkinci şema, Silivri’de yargılanan birçok kişi ve kuruluşun, Ümraniye’deki el bombaları bulunmadan beş ay, soruşturmaya “Ergenekon” adının verilmesinden de yaklaşık bir yıl önce, Emniyet İstihbarat’ı tarafından “hükümet karşıtı çalışmalar”, “etnik ayrımcılık”, “motorize istihbarat timleri kurmak”, “Kuvvacı milis oluşturma gayretleri”, laiklik-antilaiklik tartışmaları” gibi gerekçelerle izleme altında olduğunu gösteriyor.

Bu şemaların Emniyet İstihbaratı tarafından hazırlandığı kesinlik kazanırsa, Türkiye’deki ulusalcı grupların çok büyük bir bölümünün polisin yakın izlemesi altında olduğu ortaya çıkıyor.
Bu gruplar arasında Sedat Peker gibi yeraltı dünyasında tanınan isimlerle laiklik konusunda duyarlı bazı derneklerin, bu arada bazı medya kuruluşlarının da aynı şema altında birlikte kümelendirilmeleri dikkat çekici bir durum oluşturuyor.

Dikkat çeken bir başka önemli nokta da, özellikle ikinci şemada adı geçen dernek ve kuruluşların yöneticilerinin büyük bir bölümünün sonradan Ergenekon soruşturması çerçevesinde gözaltına alınıp tutuklanan isimler olması. İkinci şemadaki 21 kuruluştan 14’ü Ergenekon soruşturma sürecinde ya takibata uğradı ya da yöneticilerinin çoğunluğu tutuklandı. Tutuklu Taner Ünal’ın “VKGB”si, tutuklu Fikri Karadağ’ın “Kuvayi Milliye Derneği”, tutuklu Erkut Ersoy ve Durmuş Ali Özoğlu’nun “DSS Özel Büro”su, tutuklu Kemal Kerinçsiz’in “Büyük Hukukçular Birliği”, Ergenekon sanığı Bekir Öztürk ile tutuklu Adil Serdar Saçan’ın “kuvvaimilliye.net”i, Erol Poyraz’ın “1919 Grubu”, tutuklu Mustafa Özbek ve Behiç Gürcihan’ın “Türkiyem Topluluğu”, tutuklu Doğu Perinçek ve Ferit İlsever’in “İşçi Partisi”, sanık emekli Orgeneral Şener Erguygur’un “Atatürkçü Düşünce Derneği”, Tuncay Özkan döneminin “Kanaltürk”ü, sanık İsmail Yıldız’ın “SESAR”ı, tutuklu Ümit Sayın’ın “Açık İstihbarat Çevresi” bunlar arasında sayılabilir.

Depremin Fotoğrafı: Arçelik Bilançosu

Sayın Başbakan ve bakanları hangi göstergelere bakarak Türkiye’nin küresel krizden en az etkilenen ülke olduğunu iddia etmeye devam ediyor, doğrusu bilmiyorum ama ekonomideki depremin sarsıntılarını artık herkes hissetmeye başladı.

Grafikte de görüldüğü gibi Arçelik, satış cirosunu ve net kârını 2008 yılının ikinci çeyreğinde artırmış; üçüncü çeyrekte ise ciroyu korumaya çalışmış fakat net kârın eksiye geçmesini önleyememiş, yani zarar yazmaya başlamış. Arçelik, satış cirosunu ve pazar payını koruma çabasını geçen yılın son çeyreğinde de sürdürmüş ama zararın kartopu gibi büyümesini önleyememiş.

Şirketin 2007’deki yıllık kârı 137 milyon TL iken yalnızca 2008’in son çeyreğindeki zararı 106 milyon TL’yi aşmış ve yıllık kâr 2008 sonunda % 95 azalarak 6.5 milyon TL olmuş. Arçelik’in bilançosundaki çarpıcı bozulmaya yol açan belirleyici etken, kur farkları giderinin % 160 artması.
Arçelik örneği önemli çünkü Arçelik ülkemizin en büyük gruplarından birinin şemsiyesi altında bulunan, yüksek pazar payına sahip, finansman kolaylıklarına erişme şansı fazla olan bir şirket. Şirketin iş yaptığı sektörler örneğin otomotiv kadar büyük darbe yemiş değil. Ortaya çıkan zarar yalnızca yılın son bölümündeki çöküşü yansıtıyor.

Şimdi gözler diğer şirketlerin yıl sonu bilançolarında ve özellikle de 2009 bilançolarında olacak. Krizin Türkiye’nin neresinden geçtiğini de herkes daha iyi anlayacak

Meçhul Şehir

Mutluyum; son 5 yılda hayatımda çok şey değişti.
Artık, çocuklarımın huzurla büyüyeceği güvenli bir çevrem,
Taksitlerini kira öder gibi ödediğim mutlu bir yuvam var.
Tertemiz havasıyla, suyuyla, ışıl ışıl caddeleriyle
huzurla yaşadığım bir şehrim var.
Gurur duyuyorum;
Yaşadığım şehir dünyanın en güzel, en bakımlı şehirleriyle yarışıyor.
Geleceğe güvenle bakıyorum;
Bana ve şehrime hizmet vermek için gece gündüz çalışan bir belediyem ve başkanım var.
İyi ki AK Belediyeler var, İyi ki AK PARTİ var.”

Bu ilan gazetelerde yarım sayfa yer aldı. Peki nerede bu şehir? Yoksa Atlantis mi?

Telefon Dinlemece, Dinlenmece


Gelir İdaresi Başkanı Akif Ulusoy’un Doğan Yayın Holding İkinci Başkanı Soner Gedik’le yaptığı konuşma kayda alınmış... İnternete aktarıldı. Akif Ulusoy Kıbrıs’a tayin edildi. Olay, iş dünyasının da izinsiz dinlemeye alındığını gösteriyor. Başbakan Erdoğan, izinsiz dinlemeleri kimin yaptığını bilmediğini söylüyor, peki bunu yapanlar aranıyor, ortaya çıkarılıyor mu? Hiç öyle bir niyet ve çaba da gözlenmiyor.

Bu tezgâhı kuranlar, örneğin Merkez Bankası Başkanı’nın, Maliye Bakanı’nın telefonlarını dinleyerek bu bilgileri kazanç amaçlı kullanamaz mı? Banka yöneticilerinin, önemli bürokratların, özel sektör patronlarının yaptıkları konuşmaları dinleyenler, bunları gizlice pazarlayamaz mı?
Bilgiler borsada veya bir başka yerde kullanılamaz mı? Banka hesaplarının veya kartlarının şifreleri telefonla ulaştırılıyor. Bu trafiğe girenler şifreleri ele geçirerek hesaplara giremez mi?
Hesaplardaki paraları boşaltamaz mı?

Bu dinlemelere sır kaptırmamak için işler yavaşlıyor. Bu durum uzun vadede yabancı yatırımcının da Türkiye’den soğumasına yol açacaktır...

Sam Amca’dan Hillary Yenge’ye...

Türkiye ziyaretini izlediğim ilk Amerikan Dışişleri Bakanı Alexandre Haig’di. 1981 sonunda gelmişti.
Türkiye yangın yeri gibiydi.
Arkadaşlarımız içerde, işkencedeydi. Siyaset, sendikalar, basın tamamen susturulmuştu. Rejimin ipleri Washington’un elindeydi.
Gazeteciler, Haig’in ağzından “insan haklarına da biraz özen gösterin” türü bir cümle alabilmek için çırpınıyordu. Ama bu çabalar, “stratejik ortaklık bağı”nın duvarına çarpıyordu:
Sonradan ABD’nin o ortaklığa halel gelmesin diye nasıl NATO bünyesinde kontrgerilla teşkilatı kurduğunu, güvenlikçilere nasıl işkence kursları verdiğini, nasıl 1 Mayıs 1977 türü provokasyonlara imza attığını öğrenecektik.
* * *
Şimdi şu hale bakın:
Aradan 28 sene geçmiş.
Son gelen Amerikan Dışişleri Bakanı, Türkiye Başbakanı’nın eline bir “İnsan Hakları Raporu” tutuşturuyor.
İçinde ne ararsanız var: Basına baskılar, gözaltında kayıplar, işkence uygulamaları, yolsuzluklar...
Hele raporun “1 Mayıs bölümü”nü okuyunca aklım başımdan gitti:
“Kimliği meçhul kişilerin kalabalığın üzerine açtığı ateş sonucu 30’u aşkın göstericinin öldürüldüğü kanlı işçi bayramının yıldönümünde Taksim’e çıkan işçilere polis aşırı güç kullandı” diyordu rapor...
Kimlerdi acaba 31 yıl önce “Kahrolsun ABD emperyalizmi” diye yürüyen işçilerin üzerine ateş açan o “kimliği meçhul kişiler”?
O silahları nereden bulmuşlardı?
Nasıl öyle kolayca ortadan kaybolmuşlardı?
* * *
Devir değişiyor:
30 yıl önce “Katil ABD” diye yürürken katledilen işçilerin hakkını, bugün ABD Dışişleri Bakanlığı savunuyor.
Türkiye’de Gladio’yu kuran imparatorluk, şimdi yazdığı raporda “Ergenekon çetesi”nden söz ediyor.
Vereceği röportajda hangi soruların sorulup hangilerinin sorulamayacağına bizzat müdahale eden Amerikalı Bakan, Türkiye’ye basın özgürlüğü dersi ve “eleştiriye tahammül” mesajı veriyor.
Irak’ta aylardır insanlık tarihinin en büyük insan hakları suçlarını dünyanın gözü önünde işleyen ülke, Türkiye’nin insan hakları sicil amiri rolüne soyunuyor.
Ve Türkiye, “Acaba bize yine ılımlı İslam ülkesi” diyecek mi; “Nisanda ‘soykırım’dan söz edecek mi” diye, büyük müttefikinin ağzının içine bakıyor.
* * *
“Siz desteklemeseniz o darbeler olmaz, o işkenceler yapılmaz, bu hükümetler kurulmaz, basın özgürlüğü böyle ayaklar altında olmaz” diyemiyoruz.
“İnsan haklarını bir de Irak’ta 15 yaşında ırzına geçip öldürdüğünüz çocukların ailelerine sorun” demiyoruz.
Çünkü kendimizi içerde yalnız ve savunmasız hissediyoruz.
Sam Amca nihayet hakkımıza, hürriyetimize sahip çıkıyor diye mutlu oluyoruz.
Hillary Yenge AB reform paketini sordu diye seviniyoruz.
Tutuklu Ergenekoncu “Valla Amerikancıyım” diyerek tahliye oluyor.
Sıkıştırılan medya, hükümete yapılacak dış baskıdan medet umuyor.
İşçiler, 30 yıl önce “Kahrolsun Amerika” diye yürürken üzerlerine kurşun yağdırılan meydanda, “Yaşasın Obama” pankartıyla yürümeye hazırlanıyor gelecek 1 Mayıs’ta...
Acınacak halimize gülüyoruz.

Yazı: Can Dündar

Ahmet Türk & Emine Ayna

DTP Başkanı Ahmet Türk, Avrupa Parlamentosu üyelerine, partisinin Avrupa bürosundan yolladığı bir mektupta, PKK’dan "terör örgütü" olarak söz edilmemesini talep etti.
(Malum PKK aslında kanaryasever kamyoncular derneğidir.)


İki sayfalık mektupta şu görüşler var: PKK’ya "terörist" diyen paragraf tamamen değiştirilmelidir. PKK’ya hem terörist deyip hem de ateşkes çağrısı yapmasını nasıl beklersiniz? Eğer Türkiye’ye terörle mücadelede destek verirseniz, bu Leyla Zana’nın hapse atılması için Türkiye ile dayanışma içinde olduğunuzu gösterir. Zira Türk devlet mantığına göre devleti eleştiren Zana, siyasetçiler, gazeteciler ve aydınların hepsi teröristtir.
(Adam kendi mektubunda çelişkiye düşüyor; PKK'ya terörist demeyin derken Türkiye'ye terörle mücadelede destek vermeyin diyor. Bir de devleti eleştirenlerle PKK' yı aynı kefeye koyması var ki vay anam vay.)

DTP Genel Başkan Yardımcısı Emine Ayna, Adıyaman'da yaptığı konuşmada, '... varsın bize terörist desinler' derken, Kürtçe konuşması talebine de, 'Kürtçe bilmiyorum' yanıtını verdi.
(Kürt toplumunun haklarını da böyle insanlar savunuyor ya, ben daha birşey demiyorum.)

PKK İtirafçısı Abdulmüttalip Tuncer'in İfadesi

1990-93 yılları arasında PKK’da yer alan Tuncer, 1993 yılında teslim olup itirafçı olmuştu. Tuncer, iddianamede Ergenekon’un tutuklu sanıklarından Hayrettin Ertekin’e bağlı çalışan örgüt üyesi olmakla suçlanıyor.

Tuncer savunmasında, Ertekin’in kendisine sadece iş verdiğini, örgüt ilişkisi bulunmadığını, Ertekin’e ait olduğu belirtilen Glock marka tabancanın kendisine ait olduğunu ve ruhsat alacak parasının olmadığını söyledi. Tuncer, PKK saldırılarından korunmak için silahı bulundurduğunu belirtti.

Tuncer ifadesini alan savcıların, PKK itirafçısı olarak Jandarma İstihbarat’ta çalıştığı dönemde kendisinden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Güneydoğu’daki kanun dışı işlerini anlatmasını ve kanun dışı iş yapan komutanların isimlerini vermesini istediğini söyledi. Savcıların kendisini tanık olarak tanımlayabileceklerini söylediğini iddia eden Tuncer, bu talebi reddettiği için tutuklandığını ileri sürdü.

Tonçer, görev yaptığı dönemden pek çok komutan tanıdığını, 7 yıldır hiçbiriyle görüşmediğini belirterek “Komutanımın beni tanıması suç değil ki?” dedi.

Sanık Tonçer, JİTEM’le faaliyetlere katıldığı yönündeki iddiaların doğru olmadığını savunarak, “1993 Ekim ayında PKK’dan yeni ayrılmıştım. Diyarbakır Cezaevi’ndeydim. JİTEM diye bir şey yok. Jandarma İstihbaratı, kısa adıyla JİT var” iddiasında bulundu.

Hayrettin Ertekin ile PKK itirafçısı Adil Timurtaş aracılığıyla tanıştığının doğru olmadığını ileri süren Tonçer, “Ertekin ile ismini vermek istemediğim, çok sevdiğim emekli bir komutanım aracılığıyla tanıştım. Sağ olsun beni kabul etti. Bana iş verdi” diye konuştu.

Hayrettin Ertekin dışındaki sanıkların hiçbirini tanımadığını söyleyen Tonçer, gerçek isminin ve adresinin iddianameyle deşifre olmasına tepki gösterdi.

PKK itirafçısı olarak can güvenliğinin olmadığını savcılara ifade ettiğini vurgulayan Tonçer, “Buna rağmen, ismim, adresim gazetelerde çıktı. PKK hiç kimseyi affetmez, özellikle beni. 10 generale sıkacağınız kurşunu bir itirafçıya sıkın derler. PKK beni Cizreli Ali diye biliyordu. Bu kod adını 15 yıldır can güvenliğim için kullanıyordum. Oğlum bile beni Ali diye biliyor. Aile bilgilerimin deşifre edilmesiyle suç işlendi. Aileme zarar gelirse bunun sorumlusu Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel’dir. 20 yıl geçse de bu böyledir ya da beni korumaları lazım.”

Adalet Bakanlığına iki kez başvuruda bulunduğunu ancak savcıların görevlerini kötüye kullanmadığının belirtildiğini anlatan Tonçer, ”(İşlem yapılmasına gerek yok) diyorlar. PKK’yı unuttular herhalde. Ailemi korumadıktan sonra isterse 40 yıl versin. Benim ailemi kim koruyacak? Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin mi? Olacakların sorumlusu önce savcılar, sonra odur” dedi.

Tonçer, PKK itirafçısı Aldülkadir Aygan’ın, son dönemdeki açıklamalarını PKK’nın isteği üzerine yaptığını öne sürerek, “Aygan, PKK’nın kucağındadır. Aygan isterse söylemesin, kafasına sıkarlar. İsveç’te yaşıyor, ben niye yaşamıyorum?” ifadesini kullandı.

Angelina Jolie

13 Mart 2009 Cuma

Cumhuriyet Rekorları


Başbakan sık sık, cumhuriyet tarihinde yapılmamış işlerin AKP iktidarında tamamlandığını söylüyor. Doğru olabilir. Bunun iki örneği de bu hafta yaşandı. Biri döviz kurunun geldiği düzey, diğeri de bir ay içinde sanayinin gösterdiği en büyük küçülme oranı! Bu veriler krizin bizi teğet geçtiği veriler. Geçmeseydi ne olacaktı?

Bu hafta sanayi verileri açıklandı. Ocak ayında daralma geçen yıla göre yüzde 21 olmuş! Dayanıklı tüketim malları yüzde 25’ten fazla daralmış. Fakat özellikle sermaye malları imalatının yüzde 44’e ulaşan daralması, yatırımların durduğunu ve büyük bir durgunluğun tam da göbeğinde olunduğunu gösteriyor.

Bütçe yönetiminde de sorunlar büyüyor. Açık giderek artıyor. Durgunluk derinleştiği için de başta vergi tahsilatı düşüyor. Harcamalar ise seçim öncesi bol kepçe sürüyor. Bu durumda açık büyüyor ama yapılabilecekler daha kısıtlı hale geliyor.

Pazartesi açıklanan verilere göre, ara malı üretimi (bir önceki yılın aynı ayına göre) yüzde 24, dayanıklı tüketim malı üretimi yüzde 25.4, yatırım malları üretimi ise yüzde 45 düşmüş. Olağanüstü düşüşler. Özellikle yatırım malları üretimindeki düşüş sanayinin bu krizin pek de kısa vadede atlatılamayacağına inandığını gösteriyor. Yukarıdaki tablodaki temel sektörlere bakılırsa, gerilemenin çok daha büyük ve emek yoğun sektörlerde olduğu görülür. Yani hızla artacak bir işsizlik kapının eşiğinde bekliyor.

Benzer bir düşüş 2001 yılının kasım ayında da gerçekleşmişti. Düşüş yüzde 14.4’tü. Ancak bu bir kez olmuş ve şubat krizinden tam 9 ay sonra gerçekleşmişti. Oysa ekim krizinden bu yana 4 ay geçti ve sanayi daralması yüzde 21 oldu. Demek ki, çok daha kötü bir krizin eşiğinde ya da ortasındayız. 2001 yılında ekonomi yüzde 5.7 daralmıştı. Bu yıl ekonomi yüzde 7-8 daralırsa hiç şaşmamalı. İşte o da bir cumhuriyet rekoru olabilir.

Dış ticaret açığı yıl sonunda 15, dış açık da 10 milyar doları bile bulmayabilir. Peki, bu finanse edilebilir mi? Zor. Çünkü özel kesim dış borçlarını ödemeye devam ediyor. Üstelik bir ölçüde de sıcak para çıkışı yaşanıyor. Bu nedenle, Türkiye IMF ile anlaşmak zorunda.. O da yetmez, dolu dolu bir 20-25 milyar dolar alması gerek.

Ekonomi küçülüyor. İşsizlik artıyor. Başbakan ise bir meydandan ötekine koşturuyor. Ama endişelenmeyin, galiba yine ABD yardıma -değirmene taşıma su getirmeye- geliyor.

12 Mart 2009 Perşembe