11 Mart 2009 Çarşamba

Demokratik Sıkıyönetim

Benim kitaplarım bir kenarda duruyor, bilhassa İslami çevrelerde popüler olan İskender Pala’nın kitapları bir kenarda. İkimizin kitapları da aynı yayınevinden çıkıyor. Bursa Kitap Fuarı’nda oluyor olay. İnsanlar sıraya girmiş, konuşuyoruz, kitap imzalıyorum vesaire.
Yan tarafta da Pala’nın kitaplarına bakmak için başörtülü kızlar gidip geliyor. Arada bir genç kadınla bir başörtülü hanım birbirlerine değiyorlar. Bir bakıyorlar birbirlerine, aman Allah!
Hatta arada bir dokunuşları gergin ‘pardonlar’ takip ediyor. Karşıya bir kamera koysak Türkiye’de yaratılan gerginliği, tele-vizyoncuların söylediği gibi ‘real time’ izleyeceğiz.

Toplantı salonunun bulunduğu bir üst kattan gürültüler geliyor, alkış kıyamet. Balbay’ın tutuklanışını protesto eden insanlar konuyla ilgili yapılan toplantıda öfkeli ve gerginler.
‘Mustafa Balbay burada!’ yazılı pankart fuarın girişinde, tepede asılı. Balbay’ı destekleyenler parmağıyla gösterip öfkeli bir şeyler söylüyorlar. Sonra Balbay’ın alınmasına ‘oh çekenler’ kaldırıyorlar parmaklarını, gariptir onlar da öfkeli. Hangi tarafta olursa olsun insanlar öfkeli, gergin ve mutsuzlar.
AKP bunun hesabını verecek işte. Tarih önünde vereceği hesap ne Türkiye’nin muhafazakârlaşmasıyla ilgili olacak, ne ekonomik krizle ne de yolsuzluklarla. İnsanları birbirlerine bu denli düşman etmekle ilgili bir hesap vermek zorunda kalacak AKP.
Çünkü başta Başbakan olmak üzere AKP politikaları bu ülkenin içinde uyuyan kötülüğü uyandırdı. Öyle bir kötülük ki bu, bir gazeteciye “Bu belgeler sende ne arıyor?” sorusunun saçmalığı üzerine yazamıyoruz.
Öyle bir kötülük ki bu herkes kendisine benzemeyenin yok olmasını istiyor. Öyle bir kötülük ki, “Demokrasi mevzu bahisse gerisi teferruattır” diyenlerle “Vatan mevzu bahisse gerisi teferruattır” diyenlerin çekiştirdiği siyasi halatlar üzerinde yürümek zorunda kalıyor kafası çalışan herkes. Cambazlık yapıyoruz.

“Bana benzemeyen taş olsun” oyununu Başbakan başlattı. Başbakan Mersin’de bulunduğu süre boyunca, vaktiyle Başbakan kendisine “Lan!” diye hitap ettiğinde “Ne oluyor lan!” diye hesap soran meşhur çiftçi Kemal Öncel gözaltında tutulmuş.
Mazallah ortaya çıkıp Başbakan’ı ya da partisini eleştirir diye Öncel’i içeride tutmuşlar.

Siyasiler bu işe “Abdülhamit dönemine benziyor” demişler. Abdülhamit dönemini bilemem ama kesinlikle 12 Eylül dönemine benziyor.
Sevgili dostum, ‘Beynelmilel’ filminin yönetmeni Sırrı Süreyya Önder anlatmıştı. 12 Eylül’de içeride yattıktan sonra memleketi Adıyaman’a dönmüş.
Ve fakat şehre kalın şahsiyetlerden kim gelse derhal Sırrı ile birlikte ‘sakıncalı’ kim varsa içeri alınıyorlarmış. Bakan geldi Sırrı gözaltına, milletvekili geldi Sırrı karakola.
Nihayet bir gün Semra Özal’ın geleceği tutmuş şehre. Sırrı ‘Papatyalar’ için bile gözaltına alınınca ‘Buraya kadar’ deyip terk etmiş şehri. Şimdi Başbakan sıkıyönetim ilan etmeden sıkıyönetim diktatörü olmanın keyfini çıkarıyor. Nereye gitse ona benzemeyenler içeri tıkılıyor.
Başbakan bu ülkedeki insanları birbirlerine düşman ederek ve “Bana benzemeyen herkes ölsün” anlayışını siyasetin en tepesinden kışkırtarak bu ülkeye en büyük kötülüğü yaptı. Bunun hesabını ya inandığı öteki dünyada ya kendi vicdanı karşısında ama mutlaka gelecekteki çocuklarımıza verecek.

Yazı: Ece Temelkuran

Hiç yorum yok: