30 Ağustos 2008 Cumartesi

Kızım Seni Futbol Delisine Vereyim Mi?

Kızlara bu soruyu soracaksın.. Eğer türküdeki gibi “İstemem babacığım istemem..” nakaratıyla karşılık verirlerse televizyonda dizi izlemeyi yasaklayacaksın.. Açacaksın belgesel kanallarından birini.. Börtü böceğin aşk hayatını seyredip dursun..

Aile yazarınızın “Kızlara en hayırlı kısmet maç manyaklarından çıkar” bahsinde kaleme aldığı risalelerin ikincisidir..
Hayatta maç seyretmek ve üremekten başka isteği olmayan erkek ırkının ıslahından bahseder..
Yan etkisi yoktur..
Bu peşrevi yaptıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim..
Çarşamba günü oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının neden kısmet seçme konusunda en iyi pazar olduğunu açıklayalım..

***


Köşe yazısı marifetiyle verdiğimiz kurslara devam eden genç kızlar bilir.. Kursa yeni yazılan kızlar için bir daha söylüyorum..
Niyetiniz eğlenmek, hoşça vakit geçirmekse “uçuk kaçık, hafif serserimtrak..” erkeklere takılın..
Hani üç beş günlük kirli sakalla dolanan.. Kendilerine yaptıkları şekillle “İkinci el James Dean” havalarında gezinenler vardır ya!
Bunlardan iyi flört olur..
Çoğu baba parası yediğinden evlenecekleri kızlara o kadar hayırları dokunmaz..

EVLİLİK FARKLI

Ammaaa! Evlenme vaktiniz geldiğinde kendinize mutlaka bir sersem bulun..
Hafif şaşkın olsun.. Kravat bağlamayı bir türlü öğrenemesin.. Evde tek başına kaldığında karnını doyuramasın..
Diyelim ki yumurta kıracak..
Sahanı ocağa koysun, yumurtayı eviyenin içine kırsın.. Sonra “Nerede yanlış yaptım?” diye bön bön baksın..
Bunlardan iyi koca olur.. Karılarının dizinin dibinden ayrılmazlar.. Dışa karşı pek itiraf etmeseler de elindekinden daha iyi kadın bulamayacaklarına inanırlar..
Bu da sadakatlerine kaynak yapar.. Kuvvetlendirir..
Memleketimiz ünlü bir mankenimizin “Tamam anladık geri bir ülkeyiz ama lütfen bu kadar da geri olmayalım..” dediği türden bir yerdir..
O yüzden de mankenimizin lafı bize pek “ileri” gelir..
Geri olduğumuzdan evlenme vakti gelmiş tüketici kızlara “iyi kısmet bulacak” pazarlar kuramamışız..
Nisa kısmına “Aman Fener-Cimbom maçlarını kaçırmayın.. Gözünüzü dört açın..” dememiz bundandır..

***


Test edilip, Türk Standardları Enstitüsü’nden onay alınmıştır..
Bu memlekette erkeğin en dağıldığı ortamlar bu maçların oynandığı günlerde gözlenir..
Herhangi bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yaklaştığında erkek kısmı hafiften sapıtmaya başlar..
O maçı düşünerek yatıp kalkar.. O maçın kendine göre umduğu sonucundan “şehvetengiz hazlar” türeten akıl oyunlarına girer..

İLK BELİRTİLER..

İster Fenerli ister Cimbomlu olsun, maç havasına giren bir erkeğin önce paranoyaları yükselir..
Federasyonun, hakemlerin tuttukları takıma karşı bir komplo düzenlediğine inandıklarından “Ben söylemiştim..” demek için, maç saatini heyecanla beklerler..
Heyecan iştahı keser..
Sosyal hayata dönük isteksizliği artırır.. O günlerde evli erkeğe karısı ne derse desin “evet” cevabını alır..
Çünkü erkeğin muhakeme yeteneği maça kilitlendiğinden hiçbir şeyin önünü ardını göremez hale gelir..
“Kocacığım.. Ben bavulları hazırladım.. yandaki komşu ile kaçıyorum.. Hani beyaz Honda’sı olan..”
“Uyar..”
“Akşam annenler yemeğe gelecek.. Tarım ilacını çorbalarına koymayı unutma.. Bu gece bitirelim bu işi..”
“Hallederiz..”
“Kız evden kaçtı.. Pavyonda çalışacakmış..”
“Hayırlısı olsun..”
Böyle bir kocadan iyisi Şam’da kayısı.. Arasanız bulamazsınız..

***


Bekâr bir genç kızın böyle bir koca bulabilmesi için yapması gereken tek şey, televizyondan topluca maç seyreden erkekleri gözlemesidir..
Özellikle bekâr erkeklerden gözünü ayırmaması lazımdır..
Maçı sakin sakin seyreden biri varsa ondan koca olarak hayır gelmez.. Çünkü duygularını kontrol edebildiğinden içten pazarlıklıdır..
Düğünün haftası bitmeden kıza verilen takıları bozdurup, repo yapmaya kalkar..
Kıza da hayatı boyunca “tek taş yüzük” almaz..
ZIRVA BORSASI..
Adaylar içinde en çok bağırıp çağıran en makbûlüdür..
Hele şuursuz şuursuz konuşuyorsa ona koca olarak paha biçilmez..
Kısmet aranan genç kız mümkünse, maç seyredilirken yapılan konuşmaları teybe almalı.. Daha sonra defalarca dinlemeli..
Hangi koca adayının kafadan gayri müsellah olduğu böylece kabak gibi ortaya çıkar.. Yanılma payı azalır..
Son Fenerbahçe-Galatasaray maçı bunun için harika bir örnekti..
Kendi sektörünün en akil adamı olarak bilinen bir büyük yönetici, bir CEO ile birlikte maç seyrediyorduk..
Adamcağızın karısı telefonla aradı.. Olur ya! Kocasını özlemiş.. Gündüz vakti görmek istiyor..
O da yarım ağızla “Peki gel..” dedi..
Kadıncağız geldi..
Adamın şuuru maç saatine doğru yavaş yavaş gitmeye başladı.. Karısına “Sen çek git.. Evde otur..” demeye gelen laflar ediyor..
Neden mi?
Daha evvel denenmiş, test edilmiş.. Kadıncağız Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynanırken televizyonun etrafında dolanmış..
O maçları da Fener kaybetmiş..

***


Yani kocanın elinde “bilimsel sonuçlar” var.. Çok sevdiği karısının maç saatlerinde takımına hayır getirmediğine inanıyor..
Ben böyle şeylere inanmam lakin adam haklı çıktı..
Karısı “Peki.. Peki..” gidiyorum dedi, kalkıp mantosunu giyene kadar Hakan Şükür ilk golü attı..
Adam “Bak erken gitmedin golü yedik..” diye cıyakladı..
Kadın ister istemez başkalarının yanında kendini savunmaya çalıştı.. “Benimle ne ilgisi var..” diye biraz oyalandı..
Kadın oyalanırken bu kez hakem Fener’den Lugano’yu oyundan attı..
Bu örneği herkese ders olsun diye anlattım..
Maç ortamından kocanın en sersemini seçmek “evlilikte huzuru korumak için” tek başına yeterli değildir..
Kocaya maçlarda sapıtma özgürlüğü de tanımalı ki işin sonu hayırla bitsin..

Yazı: Selahattin Duman

Bayan Futbolu :)


Yüzyılın Maçı

En İyi 10 Tiyatrocu



















10-Rivaldo: Tarih 3 Haziran 2002 Brezilya-Türkiye Dünya Kupası grup karşılaşması. Maçın sonlarına doğru 2-1 mağlup duruma düşen Türkiye'nin sol beki Hakan Ünsal korner kullanmak için bayrakta bekleyen Rivaldo'ya çok da sert olmayan biçimde topu atar. Top Rivaldo'nun bacaklarına isabet eder. Rivaldo acı içinde yere yığılır. Yalnız bir problem var. Rivaldo yüzünden et kopmuş gibi yüzünü tutmaktadır. Numarası başarıya ulaşır, Hakan Ünsal kırmızı kart görür. Ancak UEFA Rivaldo'nun bu şovunu para cezasız bırakmaz. Rivaldo sonradan "hem kurban benim, hem de ceza aldım, kimse o Türkün bana yaptığını konuşmuyor" diye Kemalettin Tuğcu edebiyatına devam etmiştir.

9-Otto Bariç: Otto Bariç Fenerbahçe'yi çalıştırırken Şubat 1998'de Trabzonspor deplasmanındaki kupa maçında oyunu 10 kişi ve 1-0 mağlup götürürken sırtına isabet eden hayali bir taşın etkisiyle kendisini yere atar. Bana göre böbrek taşını düşürmüştür ya, Fenerbahçe'liler yürüyerek o da sedyeyle sahadan çıkarlar. Sarı lacivertliler hükmen mağlup olur. Bariç ertesi gün ayağa kalkıp normal hayatına devam eder. Gazeteler ertesi gün Bariç'in 2 metre yakınındaki siyah bir cismi yuvarlak içine alıp basarlar, ama anlaşılır ki o film lekesidir. Yıllar sonra Bariç'in o zamanki tercümanı Cemşir Muratoğlu "Otto Bariç orada rol yaptı. O durumdan dolayı utandım. Ancak benim görevim söylenenleri tercüme etmekti. Ben de konuşmalarını tercüme etmekle yetindim" şeklinde itirafta bulunmuştur.

8-Faryd Mondragon: İşte "ben neden bu adamın oynadığı bir takımı tutuyorum" dedirten anlardan birisi. Galatasaray rezalet bir oyunla Yunanistan'ın Pire kentinde Olympiakos karşısında 2-0 geridedir. Mondragon bari bu maçta bir iz bırakayım diyerek hiç bir hareket yapmayan Djordjevic'e kafayı yapıştırır sonra da kafayı vuran değil de yiyenmiş gibi kendini yere atıp kıvranmaya başlar. Ama özel efektleri çok inandırıcıdır. Zira kartı iyip 2-3 maç ceza alması gereken kendisi iken, kaşı açılıp kırmızı yiyen Djordjevic olur. Tam bir utanç.

7-Figo: Tamam Hollandalı Boulahrouz meşhur "Maasluis kasabı"dır ama Figo'nun 2006 Dünya Kupası'ndaki Hollanda-Portekiz maçında yaptığı numarada suçu yoktur. 4 kırmızı kartın çıktığı meşhur maçta Boulahrouz bir ikili mücadelede Figo'nun attığı topu kovalarken koluyla Figo'ya hafiften dokunur, Figo narkozsuz burun ameliyatı olmuş gibi kendisini yere bırakır. Boulahrouz kötü ünü sebebiyle kırmızı kartı görür ve oyundan atılır.

6-Bilic: Bizim avukat Bilic avukat veya Hırvatistan teknik direktörü olmasa kesinlikle aktör olabileceğini 1998 Dünya Kupası yarı finalinde kanıtladı. Fransa 2-1 öndeyken kazanılan serbest vuruşta ceza sahası içindeki itişmede, Fransa kaptanı Laurent Blanc kendisini göğüs bölgesinden iter. Ama Bilic aynen Rivaldo gibi kafasının göğsünde olduğunu hatırlayıp alının tutarak kendini yere atar. Sonuç: Blanc finali göremeyeceği bir kırmızı kart yer. Fransa yine de 2-1 kazanır.

5-Klinsmann: Klinsmann Tottenham'a transfer olduğunda hakkında çıkarılan "dalgıç" yakıştırmalarının en ünlü dayanağı budur. 1990 Dünya Kupası finalinde Klinsmann 83. dakikada ceza sahası içinde Arjantin'li Monzon'un kendisine neredeyse hiç dokunmamasına rağmen kendini uçurur. Penaltı. Brehme topu içeri atar, Almanya şampiyon olur. Hep şunu söylerim. Bu maçtan sonra Almanlar "1966 Dünya Kupası'nda neden Hirst'ün topunu aleyhimize gol verdiler" diye sızlanma hakkını kaybetmiştir. Hoş Klinsmann daha sonra bu kendini yere atma ününün bir parodisini Tottenham'da attığı gol ile yapmıştır.

4-Arif Erdem: Diğer futbolcuları bilemem ama Arif Erdem'in bu konudaki master statüsü gözardı edilemez. Hiç unutmadığım ve Hasan Ceylan'ın yönettiği, karlar altında oynanan bir Galatasaray-Samsunspor maçı vardır. Arif bu maçta 3 kez penaltı çaldırmıştır hakeme. 6-1 kazanır Galatasaray. Penaltıların hepsi Arif'in eseridir. Kabul edelim bu işi en iyi yapanların da başında gelir oyuncu. Topu rakibin arkasına atar, sonra vücuduna doğru koşup ona kendini çarptırarak sert bir biçimde kendini yan şekilde yere bırakır. İzleyince sanki rakip ona şarj yapmış sanırsınız ama gerçek farklıdır.


3-Diego Simeone: 1998 Dünya Kupası Arjantin-İngiltere maçı. Özetle. Diego Simeone bir hava topunda David Beckham'ı arkadan yere yapıştırır. Yetmez bir de diziyle üstüne basar. Yetmez bir de Beckham yerde yatarken ayağa kalkıp geri geri yürürken kendisini yerdeki Beckham'dan tekme yemiş gibi yere atar. Hakem Kim Milton Nielsen bütün bu tiyatroyu görmesine rağmen David Beckham'ı oyundan atar. Şaşırdığım Beckham olayda tamamen suçsuzken hiç itiraz etmeden dışarı çıkmıştır. O kartı o şekilde Hasan Şaş görseydi bugün ne Simeone, ne Nielsen iki bacağının üstünde yürüyemiyordu onu bilirim.

2-Gilardino: 20 Şubat 2007, Celtic-Milan Şampiyonlar Ligi maçı. Milan'ın müzmin yedeği Gilardino maç içerisinde gol olmayacağını anlayınca böyle bir tiyatroya başvurur. Ama futbol tarihinin en kötü performanslarından biriyle. Zira kendisini yere attığında en yakın oyuncu ona 1 metre uzaklıktadır, Lubos Michel de yemez tabi, sarıyı alnının ortasına yer.

1-Rojas: Bunun adı tiyatro değil resmen belgesel. Bu pozisyonu izlerken X Files veya CSI: New York dizisini izler gibi oluyorum. 1990 Dünya Kupası elemelerinde Brezilya karşısında maçı 2-0 geride götüren Şili'nin kalecisi Rojas, tribünlerden yakınına atılan bir çatapat üzerine kendisini yere atar, eldiveninin kenarından çıkardığı bir jiletle alnına bir çizik atar ve sedyeyle sahadan çıkartılır. Takım arkadaşları da sahadan çekilir. Ancak bu olay maç kameraları tarafından yakalanınca Şili 1990 ve 94 Dünya Kupalarına katılamama cezası alır ve Rojas da futboldan ömür boyu men edilir. Daha sonra ilgili maddeyi sahaya atanın bir kadın taraftar olduğu ortaya çıkar ve söz konusu bayan Brezilya Playboy'una kapak olur. Bu nasıl bir senaryodur ve plandır hala düşünürüm.

Yazı: Flying Dutchman

Geçmiş Olsun Büyük Kaptan

Çatışmalar Başlasın!


Futbol ve Aşk

80li Yılların Tribünleri

TARİH 08.11.1992...GS-0 FB-1...GOL : AYKUT...
şu lafı o kadar çok duymuştum ki, ama hep gülüyordum söylendiğinde : " FENER'LİLER BU MAÇA GELMEZ "..
hangi maçta yalnız bırakmıştık ki Fenerbahçe'mizi...işte samiyen, işte kapalı, işte 4 gün önce kalesinde 7 gol görmüş taraftar, işte pankart : " DÜNYA SENİNLE GÜZEL, HAYAT SENİNLE TATLI "...


M. Oktay Özen: bu maç başlamadan bir kaç saat önce yeni açıktan bir taraftarımız sahaya atladı. elinde bayrakla orta sahaya kadar koştu ve GS tribünlerine de tasvip etmediğimiz hareketlerde bulundu. ben kapalıdaydım. bizim tribünler " sıra sende cimbom sıra sende " diye bağırırken, yine bizim yeni açıktan elinde bayrakla biri daha atladı ve o da aynı hareketleri yaptı. bizim tribünler bu sefer " üç üç üç üç " diye bağırırken nihayet bu sefer 65 yeni açığından biri sahaya atladı fakat elinde bayrak yoktu. bizim tribünler küfür yağdırırken bu sefer GS tribünleri coşmuştu. fakat çocuk orta sahaya geldiğinde kazağının altından Fenerbahçe bayrağını çıkarınca bizim tribün adeta yıkıldı...
daha sonra da bunu hazmedemeyen GS taraftarları SİGMA lehine tezahürat yapmaya başladılar ve böylece ilk kez tüm tribünlerin katıldığı " Türk takımlarına karşı, yabancı takımları destekleme " doğmuş oldu. daha önce küçük grupların sağda solda açtığı pankartlar veya yaptığı tezahüratlar büyük çoğunluk tarafından kaale alınmıyordu bile...fakat o gün bardak taştı ve işte bu günlere de böyle geldik...

Esat Yağcı: bu maç bana hep adnan polat'ı anımsatır..
bu maçın oynadığı tarihte adnan polat gs'de yönetici idi ve maçtan sonra aynen şu demeci verdi.."fenerbahçe taraftarını anlamıyorum...biz frankfurtu eliyoruz,onlar sigmadan 7 yiyorlar,ancak halen bu maça bizden çok geliyorlar...bizim taraftarımız aynı durumda 3bin kişiyi geçmezdi..seneye mutlaka bu duruma çare bulacağız.."

ve bir sonraki yıl fenerbahçe taraftarı ilk kez numaralıya alınmadı...(1993-94 sezonu..2. maç gs:2-fb:1...kemalettinin 16 metreden hayrettine kafayla gol attığı maç)..

ayrıca resimdeki maçtan önce işyerimizde çalışan bir gs'li personele,fenerbahçenin 7 yiyip,gs'nin frankfurtu elemesi üzerine aynen şöyle demiştim."herhalde tarihinizde ilk kez bizden çok taraftarınız olur bu maçta..."..maç günü erenköyden otobüse binip stada giderken doğrusu ümitsizdim.."az oluruz" diye düşünüyordum,ardından otobüs yeni açığın önünden geçerken 8 kapıdan 6'sını fenerlilerin aldığını görünce kahkaha attğımı anımsıyorum...
zaten otobüs taraftar doluydu,bazı gs'li taraftarların,"ulan yine çin ordusu gibi herifler,kapmışlar her yeri" diye hayıflanmalarını anımsıyorum..

gerçekten efsanevi bir maçtır bu..

Çapraşık Durum

Komutanlar geçmişte sık sık laiklik ve cumhuriyeti kollayan mesajlar verdiler. Çok demokrat kimi yazar ve çevreler generallerin konuşmasını demokrasiye darbe olarak niteledi. Sonunda Anayasa Mahkemesi karar verdi... İktidar partisi anti laik eylemlerin odağı olarak hüküm giydi...
Şimdi görevi devralan komutanlar yine laiklik ve cumhuriyet vurgusu yapıyor...
Çok demokrat yazarlar yine askerleri demokrasiye müdahale etmekle suçluyor.
Oysa Anayasa Mahkemesi’nin kararından sonra ortaya çıkan tablo açık... Askerler demokratik sivil rejimin sürekliligini korumak icin hassas davranırken, sivil iktidar partisi demokrasi için bir tehdit durumunda...
Bir başka deyişle...
Demokrasinin temsilcisi olması gereken iktidar partisi, demokrasiyi tehdit ettiği öne sürülen generallere göre daha büyük tehlike oluşturuyor...

Bu tatsız ikilemi bir yana bırakalım...
Askerlerin ülke yönetimine ilişkin konulara karışması kabul edilemez.. Ancak askerler güvenlikle ilgili konularda öneri yapabilir bunları halkla paylaşabilirler...
Özetle; Askerlerin ve tüm güçlerin yerli yerlerine oturması için tek koşul var;
İktidarın demokrasiyi takiyesiz uygulaması...
Çağdaş demokrasinin önkoşulu budur...

Yaşantımdan Kime Ne!

Doğan’ın arka camında ay-yıldız. Kocaman. Ay-yıldızın üzerinde şöyle yazıyor:
“Yaşantımdan kime ne!”

Milliyetçiliğin kişisel özgürlüklerin güvencesi sayıldığı bu slogan size şizofrenik gelebilir. Faşizmin, Türkiye’deki yapış yapış Dubaileşme sürecine karşı tek sağlam mevzi sayılmasını tamamen üşütük bulabilirsiniz. Rakı içebilmek için (ki bu slogan muhtemelen rakıyla ilgili) bayrağın arkasına saklananları komik bulabilirsiniz.
Dalgalama potansiyelinizin elverdiği kadar dalga da geçebilirsiniz. Ama bütün bunları yapmadan önce size Kuzey Ege kıyılarında bir tatil tavsiye ederim. İnsanların nasıl bir elinde rakı bardağı tutmak için diğer elinde bayrak tutmak zorunda kaldığını ancak bu şekilde anlayabilirsiniz.

Denizin içine doğru uzunca bir iskele. Rabıta döşenmiş, zengin gösteriyor. Kuzey Ege kıyılarının kendi halinde kıyı hayatının ortasına ‘beach’ anlayışının kılıcı gibi yerleşmiş. Diğer derme-çatma iskelelerinin arasında bu iskele ‘Bana bakın’ der gibi. Oysa tam da tersine ‘bakılmamak’ için hazırlanmış bu ‘kendini parmakla gösteren’, havalı sahne.
İskelenin üzerinde de hanımların etleri görünmesin diye bir kabin. Hanımlar, iskeledeki kabine elbiseli yürüyor, kabinin altındaki boşluktan kendini denize bırakıyor, bir süre aynı noktada çimdikten sonra yukarı tırmanıyor. Kabinde tekrar giyiniyor, vesaire.
‘Tesettürün gizli dünyasına dikiz atma’ merakında değilim. Tesettürü pornografik bir kamaşmayla anlatan, ‘çağdaş köşe yazarı’ da değilim.
Ancak o kadar acayip bir çaba içinde debeleniyorlar ki doğal olarak insanın gözü takılıyor. Bu acayip, sekiz olmuş insanları ‘Bakalım başlarına ne gelecek?’ endişesiyle izliyorsun. Diğer motellerden insanlar da hakikaten fizik kurallarına dair bir merakla bakıyorlar:
‘Kadın o haşemayla boğulmadan o kabine girebilecek mi?’

Zaten mesele de burada başlıyor. Kadınlar ne kadar sıkıntılı ve mahcupsa erkekler o kadar ferah feza ve müdanaasız. Gruplar halinde toplanıp ‘Bakan var mı?’ diye motelleri tarıyorlar. Eğer şüphelendikleri biri olursa grup halinde yanına gidip tehditkâr bir hava yaratıyorlar.
Etraftaki motellerdeki insanlar basbayağı terörize olmuş. Başlarını kaldırırlar da gözleri kayar diye korkularından askeri bir nizam içinde hep Yunan adalarına doğru bakarak yüzüyorlar. Hani açılmaktan korkup ‘Paralel yüzeyim’ diyen varsa yüzemez, o derece.
Sen o tarafa gidemiyorsun ama tabii ki- o tarafın erkekleri bu tarafa gelebiliyorlar. Ağır ağır, kadınlara iyice baka baka etraftaki motellerin de ‘tadına bakıyorlar’. İşleri bitince de ağır ağır mütedeyyin motellerine geri dönüyorlar.
Fakat ‘çağdaş medeniyetler seviyesine ulaşmış’ motelden bir erkek kazara kulacını o tarafa doğrultmaya görsün, eller bellere gidiyor ve iskelenin tepesine dizilmiş İslamın askerleri Hawaii şortlarıyla aslan kesiliyor.

Aynı günlerde Keçiören’de Metin Şahin içki sattığı için dövülüyor. Savcılar bu olayla ilgili ancak Amerika Büyükelçiliği konuyla ilgilendikten sonra, lütfen, soruşturma açıyor.
Metin Şahin Allah’ın şanslı kuluymuş. Çünkü o, AKP dayağını, muhtemelen ‘ılımlı İslam projesinin’ ABD’de gözden geçirildiği bir dönemde ve Ankara’da yiyor. Kuzey Ege kasabasındaki bikinili kadın ne yapsın?
AKP’nin şeriatla filan ilgisi olduğuna hiç inanmadım. Ama bu yapış yapış Dubaileşme projesi kapsamında ‘ılımlı olur’ ümidiyle başlatılıp şimdi dizginlerinden boşanan İslamileşmeye karşı hiç olmadığı kadar korumasızız.
Bikini giydin, öpüştün, rakı içtin, erotik dergi aldın, şarkı söyledin, eteğinin boyu yeterince uzun değil, oruç tutmadın diye dövülsen, kime gideceksin? Hele faşizmin doğasını arabanın arka camına çıkartmalar yapıştırmayacak kadar biliyorsan ne yapacaksın?
Tatil bitti. Geri döndüm.

Yazı: Ece Temelkuran

Natalia Vodianova

Daria Werbowy

Signore Can Bartu


UEFA:"Bir gün içinde Fenerbahçe'ye hem basketbol hem de futbol maçı kazandıran adam"

Ne yapmadı ki,basketbolda skorer olup aynı gün futbolda gol atma başarısı,Basketbol ve Futbol Milli takım formalarını giymek,Milli maçta kaleye geçmek,Avrupa Kupalarında final oynamak...Bir yerden girelim;Fenerbahçe'de basketbol ile spor yaşantısına başlayan Can Bartu,Fikret Arıcan önderliğinde futbola geçiş yaptı.Fenerbahçe'de efsaneleşen ismin artık Avrupa'ya açılma zamanı gelmişti ve 61 yılında İtalya macerası(6 yıl) Mor Menekşeler ile başladı.Fiorentina'da oynarken Avrupa Kupalarında final maçı(Fiorentina-G.Rangers,1961) oynayan ilk Türk oldu.İtalyadan sonra 67'de tekrar Fenerbahçesine döndü.Fenerbahçe'de 326 maçta 162 gol attı.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Şimdi "çözülmez" gibi görünen sorunlar -büyük olasılıkla- birkaç yıl sonra "AKP'nin dikensiz gül bahçelerini" oluşturabilir.
Örneğin...
"Üniversitelerde türban..."
YÖK Başkanı AKP çizgisinde...
YÖK'ün önerisiyle Çankaya'ya sunulan ve atanan yeni üniversitelerin rektörlerinin net çoğunluğu da öyle.
Mevcut rektörler ise, önümüzdeki 2 yıl içinde sürelerinin dolması nedeniyle görevlerini yeni rektörlere devredecekler.
Herhalde bu "yeniler" de AKP zihniyetinin yansımalarını gösterecek.
Türban, artık fiili bir durum olacak.
Kapılardan -rektör emriyle- geri çevirme uygulamaları geçmişte kalacak.
Anayasa değişikliğine gerek bile kalmayabilir.

Siyaset literatüründe "postmodern darbe"nin "yargı" ile örtüştüğü iddiaları yoğun.
Yargıtay başsavcılarının Anayasa Mahkemesi'nde parti kapatma davaları açmalarıyla, Anayasa Mahkemesi'nin kararları da önümüzdeki birkaç yılda aşılmış olabilecek.
Anayasa Mahkemesi'nde süresini tamamlayan üyelerin yerine, Çankaya'dan yapılacak yeni üye atamaları, bu yüce mahkemedeki zihniyet ve oy dengesini tamamen değiştirerek, AKP çizgisine çekebilir.
Bu durumda, Anayasa Mahkemesi'ne açılabilecek davaların daha duruşma bile açılmadan reddedileceği günler çok uzak değil.
Zaman AKP'ye çalışıyor.
Kaldı ki MHP'nin 70 parlamenterinin oy desteği vereceğini açıkladığı anayasa değişikliği de siyaset gündemine ansızın düştü.
MHP'nin "parti kapatmayı daha da zorlaştıran, sadece şiddet kullanmaya endeksleyen ve Anayasa Mahkemesi yetkilerini budayan anayasa değişikliği" çağrısı, AKP'yi sıkıştırıyor gibi görünmekte ama kozlar hâlâ AKP'de...
Bu öneriyi cebine koyar, ancak işine geldiği zaman kullanmak üzere saklar.
Anayasa Mahkemesi'nin gerekçeli kararını açıkladığında "Türkiye'nin alacakaranlığa gireceği" ve "bunu önlemek için anayasa değişikliği" gerekçesi ciddi bir kaygıyı yansıtıyor olabilir ama yeterince açılmadığı için AKP'yi harekete geçirecek bir itici güç olabileceği hayli kuşkulu.
Hele bu değişiklikte "siyasi etik yasası, dokunulmazlıkların kaldırılması, servet bildirimi, siyasi partilerin değil, sorumlularının cezalandırılması" da önerildiğinden, zülfü yare dokunacağı için çok da olasılığı yok.

AKP zaten diğer hâkim tepelerin çoğunu ele geçirdiği için önümüzdeki birkaç yılı kazasız atlatmak şansına sahip. Ondan sonrası zaten cumhuriyetin "beyaz zambaklar ülkesinde" hayaline nokta...

Atatürk'ün "tercüme edilerek mutlaka basılmasını" istediği bu kitap, bir avuç aydının önderliğinde bir milletin yükselişini anlatır.
O dönemde, Kuran-ı Kerim'den sonra en çok satan ikinci yayın olmuştu.

Yazı: Güneri Cıvaoğlu

Memurlar

AB sürecinde demokratik hak ve özgürlükler alanında yapılan reformlar, “12 Eylül rejimi”nin yıktığı sendikal ve sosyal hakların restorasyonu konusunda emekçilerin kayıplarını karşılamaya yetmedi. 2.5 milyona yakın kamu çalışanından bugün ancak 900 bini sendikalı. Onlar adına yapılan görüşmelerde “son söz” hükümetin. AKP ise İslami geleneğin “yardım” kültüründen beslendiği için “Avrupa sosyal modeli”nin haklar bölümüyle barışık değil.

KESK Başkanı Sami Evren, sonucu önceden belli, tek taraflı, sendikaların iradesini teslim alan “toplu görüşmeler” yerine, grevli toplu sözleşme düzenine geçilmesi için AKP’yi, AB ve AİHM kararlarına, ILO standartlarına uymaya çağırıyor. Kapatılma davası sırasında temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerin esas alınacağı konusunda Anayasa’nın 90. maddesine sığınan hükümetin, KESK ile toplu sözleşme masasına oturması gerektiğini savunan Sami Evren, AİHM’nin Gaziantep Belediyesi ile ilgili kararını örnek gösteriyor.

Tuzla’da DİSK’e bağlı Limter-İş tersanelerdeki ölümlü iş kazalarını gündeme taşımasa, işçiler “köle gibi” çalıştırılmaya devam edilecekti. Hükümet, sendika devreye girene dek olayları seyretti, kapatma cezaları insanlar öldükten sonra akla gelebildi!

Sendikalar yardım değil, grev ve toplu sözleşme haklarını kullanmak istiyorlar.
255 YTL ile insanca yaşanamaz!

Dış Politikada Müthiş Başarı!

Dışişlerimiz bugünlerde Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığını tanıma konusunda kırım kırım kıvranıyor. Daha 6 ay önce Kosova benzer nedenlerle bağımsızlığını ilan ederken kraldan çok kralcı bir şekilde en önde bağımsızlığını tanıyan Türkiye, bugün aynı sebeplerle bağımsız olan Abhazya ve Güney Osetya için suya sabuna dokunmamaya çalışıyor. Neden? Bağımsızlıklarını kabul etse Kosova'ya yaptığı gibi, abileri kızacak. E kabul etmese bu sefer Rusya çıkacak "Kosova'yı ışık hızıyla tanıdın, bize neden böyle muamele" diyecek. Neyse canım bize ne, bunlar dış politikanın da daniskasını yaparlar zaten..

Takım Aşkı

Adam maça gitmiş... Aldığı bilet tribünün en uzak köşesinde... Yerine oturmuş, birinci devreyi güç bela seyretmiş. O arada ön tarafta tam ortada bir koltuğun boş olduğunu fark etmiş. Devre arasında sıralar arasından geçip o boş yere ulaşmış. Yan koltuktaki adama sormuş:
- Burası boş mu?
- Boş, demiş adam...
- Nasıl oluyor bu tıklım dolu stadda boş yer kalmış...
- Orası benim eşimin, demiş adam, aylar önce bu maç için almıştık. Ama eşim vefat etti...
- Çok üzüldüm, demiş bizimki, ama dost ve akrabalarınızdan birine neden vermediniz bileti?
- Onların hepsi şu anda cenazede, demiş adam...

En Daniskasından

Uluslararası değerlendirmeler AKP hükümeti döneminde Türkiye’nin bir çevre felaketi yaşadığını söylüyor...
Amerikan Yale Üniversitesi bu konuda titiz araştırmalar yapar...
Bu araştırmalarda ülkelerin hava temizliği, su temizliği, iklim değişikliği, toprak temizliği göz önüne alınıyor...
Yale bünyesinde yapılan bu araştırmaya göre, Türkiye 2008 yılında 150 dolayında ülke arasında 72. sırada yer alıyor...
2006 yılında 49. sırada imişiz...
2002 yılında ise 22. sırada...
AKP iktidarında Türkiye 22. sıradan 72. sıraya gerilemiş...
Bir ülkenin çevre performansı sıralamasında bu kadar gerilemesi inanılır gibi değil... Ama gerçek... Bu konuda bilgileri:
http://epi.yale.edu/Home” adresinde bulabilirsiniz.
Kimin çevreci kimin daniska olduğunun ötesinde... Ormanları yanan, suları kirlenen, yeşil örtüleri ortadan kalkan Türkiye’nin insanları yarınlarda nasıl yaşayacak?
Oturup acı acı bunu düşünmenin zamanı...

Bu arada son günlerde dillerden düşmeyen daniska sözcüğü, Almanca Danzig kentinin
adından Türkçeye halk ağzında daniska olarak geçmiştir. Eskiden Almanya’dan Danzig yoluyla gelen eşyanın üzerine Danzig markası vurulur, sağlam olan bu mallar, halk arasında beğenilir, tutulurdu...

Bekle Bizi Avrupa, Geliyoruz!!

28 Ağustos 2008 Perşembe

Kot Taşlama

Dünyada ve tabii Türkiye’de her zaman moda olan blue-jeans ya da kotu beyazlatmak-eskitmek için çalışanların, bu iş yüzünden öldüklerini biliyor musunuz? Dünyada makinelerle yapılan bu iş, Türkiye’de ucuz diye elle yapılıyor. Taşradan 15-25 yaş arasındaki gençler, bu iş için İstanbul’a geliyorlar. Bir işçinin anlatımıyla işin “geleceği” şöyle: “Kot kumlamaya gelirsin, sonra askere gidersin, çürüğe çıkarılınca öğrenirsin hastalığını, köyüne döner, ölürsün. Buna kumlama hastalığı derler.” Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Zeki Kılıçaslan, kot taşlama ya da kumlama işinin neden olduğu hastalığın ve ölümlerin tesadüfen teşhis edildiğini, fason çalışan atölyelerde çalışan onlarca gencin öldüğünü anlattı.

Bingöl’ün Karlıova Taşlıçay Köyü’nde neredeyse her evde bir “kumlama hastası” var. Bazı evlerde 3-5 hasta... Köylerinden kalkıp geldikleri İstanbul’da sigortasız, maskesiz, havalandırması bile olmayan kot taşlama atölyelerinde, çok değil 6 ay ile 2 yıl arasında çalıştıktan sonra, öleceklerini öğreniyorlar. Aslında bu maden işçilerinin “meslek hastalığı”... Ancak maden işçilerinin bir bölümü, 20-30 yıl çalıştıktan sonra yakalanıyor, kot taşlama işi yapanlar ise hemen...

İnsanlar bu ülkede çalıştıkları için ölürlerken neyleyim Avrupa tipi demokrasiyi falanı filanı..