3 Ocak 2009 Cumartesi

Hınc-Al

Arsenal'in Carling Cup'ta çeyrek finale yükselmek için Wigan karşısına çıkardığı ilk onbirin yaş ortalaması. 19. Arsene Wenger her geçen gün daha fazla dalga geçiyor bizle diye düşünmeye başladım. Kadroda bulunan Aaron Ramsey'i zaten biliyoruz ama başımıza bir de 16 yaşındaki Wilshere, Randall, 2 gol atan 20 yaşındaki Simpson, 18'lik Lansbury ve Wenger'in daha 17 yaşındayken Atalanta'ya 350,000 pound saydığı ve dün akşam Fabianski'nin yedeği olan 20 yaşındaki İtalyan Vito Mannone çıktı. Sahaya çıkan tüm oyuncu kadrosu aşağıda. 19 yaş ortalaması ile Premier Lig'de oynayan bir takımın karşısına çıkıp 3 tane salladı Arsenal. Bu yaş ortalamasından çok da yukarıda olmayan bir ortalama ile Fenerbahçe'ye 5 gol atmıştı. Hatırlatma amcımız şu. Hıncal Uluç buyuruyor. "Galatasaray gol yedi, takımı ateşleyecek bir tecrübeli oyuncu yok hepsi çoluk çocuk, Hasan Şaş ve Hakan Şükür gibi iki tecrübeli ismi yönetim kenara itti". Şimdi ben mi yanılıyorum, tablo şu. Yaş ortalaması 25'i bulmayan bir takımın aynı sahada 5 gol attığı takımdan (bu golleri atanların yaşları 24, 23, 21, 19, 17) 4 gol yiyen takımın, basında 40 yıldır görev yapan yazarı "sahada çoluk çocuk vardı, tecrübeli oyuncu yoktu" diye dert yanıp birisi 37 (futbolu bırakmış) diğeri 32 yaşındaki adamın eksikliğinden medet umuyor. Birisi bana bir tokat atabilir mi?

Fabianski, Hoyte, Song Billong, Djourou, Gibbs, Wilshere (Bischoff 76), Randall, Ramsey, Merida, Simpson (Lansbury 76), Vela (Fonte 84).

Yedekler: Mannone, Coquelin, Ogogo, Frimpong.

Douche & Turd

Stan Marsh: I think voting is great. I just didn't care this time because it was between a giant douche and a turd sandwich.

Man fom PETA: But Stan, don't you know, it's always between a giant douche and a turd sandwich. Nearly every election since the beginning of time has been between some douche and some turd. They're the only people who suck up enough to make it that far in politics.

Grand Opening

-Açılış gecesi ne zaman?
+3 Temmuz.
-Oraya şimdi gidiyor muyuz? Orası çoktan açık.
+Hayır, bu büyük açılıştan önce yeri test etmek için yapılmış bir ön açılış.
-Ön açılış? Büyük açılış? Flamingo'yu açtıklarında bir gün kapalı, ertesi gün açıktı.
+Biliyorum, oradaydım. Artık farklı.
-Öyleyse açılış gecesi ne zaman?
+3 Temmuz.

Obama'nın Kenya'daki Ailesi ABD'ye Taşınır

Tutarlı ve İlkeli Basın

Türk basınının kaostan, asparagas haberlerden ve sözüm ona transfer "bombalarından" beslenerek 2000'li yılların başlarından itibaren ayyuka çıkardığı bayağı yayıncılık anlayışının sonunun ne zaman geleceği hakkında ben düşünmeyi bıraktım. Zaten bıraktığımız için de futbol ve sporun diğer dallarının sevdalıları bu bloglara ve diğer mecralara açıldı ya. Basının bu yayıncılık anlayışını sürdürürken yaptığı işlerden birisi de, kafalarında kendi gazeteleri ile ilgili arşivleri silmeleri. Yani öyle haberler yapılıyor ki, sanki 4-5 yıldır kendi sayfalarında yer verdikleri haberlerden hiçbir sorumluluk duymadıklarını düşünüyorsunuz.

Arsenal Fenerbahçe karşısındaydı. 5-2 kazandı. Bugüne gelene kadar gazetelerin bir çoğunda şu tür bir haber gördüm. Arsene Wenger Arsenal'in 12 yıldır başındaymış, istikrar böyle sağlanırmış, zaten Arsenal kurulduğundan beri ortalama 6 yılda bir hoca değiştirmiş, Fenerbahçe ise ortalama yılda bir hoca değiştirmiş. Bu istikrarsızlıkla nasıl istikrar sembolü Arsenal karşısında başarılı olunurmuş. Şimdi bu haberleri yazanlar ya sayı saymayı bilmiyorlar ya da Alex Ferguson'dan küfür yememişler. Arsene Wenger 12 yıldır o takımın başında. Geçen sene de ordaydı. 5 sene önce de. Türk basınının varlığı ise Arsene Wenger'in varlığından daha eski. Bu istikrarı ancak uygulayandan 5 gol yeyince dile getirmenin basitliği ve olaya üstün körü bakış apayrı bir mesele. Asıl trajikomik olan basının yıllardır yaptıkları yayıncılık politikasından bihaber davranması ve sanki o haberleri yazanlar hiç kendileri değilmiş gibi davranmaları. Arsenal İngiliz futbolunun en büyük birkaç kulübünden birisi. Arsenal bu takımın başında kaldığı 12 yılda sadece 3 kez şampiyon olabildi. 9 kez unvanı başkasına kaptırdı. Herhangi bir Avrupa Kupası şampiyonluğu yok. Şampiyonluğu en çok kaptırdığı adam Alex Ferguson Manchester United'ın başındaki ilk bir kaç yılında şampiyonluğu bir kenara bırakın 13.lük yaşamış bir adam. 1986'da atandı. 7 yıl boyunca şampiyonluk göremedi. 1989 yılındaki FA Cup yarı finalini Nottingham Forest'e kaybetse idi ertesi gün kovulacaktı. Kaybetmedi, o sürenin üzerine 19 yıl koydu ve ilk şampiyonluğunu alması 1993 yılını buldu.

Şimdi gözünüzün önüne getirin, Galatasaray'ın başına geçip 7 sene şampiyon olamayan bir hoca, Fenerbahçe'nin başında 12 sene kalıp 3 kez şampiyon olabilmiş bir hoca. Böyle bir şeyi aklınız hayaliniz alıyor mu? Mümkün değil. Peki yine hayal edin. Daha göreve yeni gelmiş bir hoca hakkında 4., 5. haftada istifa söylentisini yayan, Skibbe'nin yerine en az 5, Aragones'in yerine en az 6, lig lideri olan Ertuğrul Sağlam'ın yerine 3-4 tane hoca adayı bulan ve hatta bu hocalarla anlaşıldığı haberini yapan Türk basını Alex Ferguson ve Arsene Wenger'i ne yapardı. 44 sene sonra bir ulusu şampiyon yapan adam için neler yazılıyor görüyorsunuz işte. Efendim Xavi, Iniesta İspanya'yı şampiyon yapmış, Aragones'in bu şampiyonlukta payı yokmuş. Sanki bu 2 futbolcu profesyonelliğe bu sene adım atmışlar gibi. Yıllardır bu oyuncular etraftaydı, onları bir araya getirip belirli bir taktikle oynatan "dede" idi başkası değil. Bu ne demek biliyor musunuz? Alex Ferguson Fenerbahçe'nin başına geçse şu sözlerin söyleneceğinin kesin olması demek. "Rooney ve Ronaldo ile şampiyon olmak marifet değil", "25 sene oldu senin süren doldu", "Kariyeri boyunca Britanya dışında çalışmamış hocayı getirirseniz böyle olur" ...Türkiye'de kariyerli kariyersiz hiçbir hocaya 3-4 hafta bile sabredemeyen, kaostan, istikrarsızlıktan, çalkantıdan beslenen, oyuncu, başkan, teknik adam farketmeksizin sürekli sirkülasyon yanlısı olup bunu destekleyen basının "Arsene Wenger ve istikrar Fenerbahçe'yi mağlup etti" demesi size de son derece içten pazarlıklı, bayağı, sığ ve yapmacık gelmiyor mu? Bana geliyor. Bu basınımızın bu yönde ilk icraatı değil. Bizi de görmüyor sanıyorlar, ama görüyoruz, kaydediyoruz. Tabi aynı anlayış türk futbol izleyicisinde yok mu? Var elbet. "Arsene Wenger 12, Alex Ferguson 25 senedir takımın başında" diye her yerde tellalık yapan bizlerin Michael Skibbe ve Aragones için "bavulunu toplasn defolsun" laflarını dağa taşa yazmamız ve aynısını ilginç şekilde Gerets, Zico, Daum, Del Bosque, Scala, Lucescu hatta hatta Galatasaray'ın ilk döneminde Fatih Terim için yapmış ve hiç ders almamış olmamız çok acı değil mi?

Kendi Kalesine Atılan En Güzel 10 Gol

10-Sergei Ostapenko (Sırbistan-Kazakistan): Şimdi yukarıda çok güzel gol dedik ama bu gole güzel dememizin tek sebebi var o da hummalı bir takım çalışması sonrası atılmış olması. Euro 2008 elemeleri A grubunun iki takım açısından son maçı olan karşılaşmasının 79. dakikasında Sırbistan sağ kanattan bir köşe vuruşu kullanır. Top Kazak ağlarına gidene kadar 3 Sırp ve 6 Kazak oyuncuyla temas eder. Golü izleyin bana hak vereceksiniz.

9-Klaus Augunthaler (Kızılyıldız-Bayern Munich): Bu golün güzellik açısından çok büyük bir önemi olmayabilir ama Kızılyıldız'ı efsane kadrosuyla finale çıkaran ve ardından penaltılarla galip gelmesini sağlayan goldür. Kaptan Augunthaler Yugoslavya'da oynanan rövanşa maçının uzatmalara gitmesi sonrası 120. dakikada Aumann'ı mağlup ederek attığı golle Kızılyıldız'ı toplamda 4-3'lük skorla finale taşımıştır.

8-Chris Brass (Bury-Darlington): Tamam topukla atanı göreceğiz, kafayla atanı gördük, ayağınızla atmak zaten normal. Ama ayağınıza gelen topu burnunuzdan sektirip kendi kalenize atabilir misiniz? Ronaldo ve Ronaldinho "biz top cambazıyız" diyorlarsa gelip Brass'tan öğrensinler.

7-Nobuhiro Sugawara (Japonya-Danimarka): Bu golü yeşil sahalardan değil buzlu sahalardan aldım. Kendi kalesine gol atan çok oyuncu görmüştüm ama attığı gole sevineni hiç görmemiştim. 2004 Nisanında Dünya Kupası'nda Danimarka ile Japonya'nın karşı karşıya geldiği ve normal süresi 3-3 biten maçın uzatmalarında Danimarka bir hücum yapar. Puck ortaya çevrilir arka direkte bekleyen Sugawara pozisyonunu alır ve fırsatçılığını konuşturarak puckı fileye yapıştırır, ardından da gol sevincini yaşar ama sevinç 1 saniye sürer çünkü attığı golün yanlış kaleye olduğunu anlamıştır. Japonlar mümkünse hokey oynamasın.

6-Jan Durica (Debrecen DVSC - Fehérvár): Penaltı vuruşundan sonra eğer top kaleciden dönmüşse genelde penaltıyı kullanan oyuncunun tekrar topa vurması çok kolay değildir zira henüz vuruş aksiyonunun tamamlamış kasların tekrar harekete geçişi belli bir süre alır. Sorun yok, çaresi Slovak Jan Durica'da. Macar Kupası çeyrek finalinde Fehérvár maçı 2-1 geride götürürken ev sahibi ekip bir de penaltı kazanır. Fehérvár kalecisi topu kurtarır ama penaltı noktasına yetişen Durica düzgün bir vuruşla topu kendi kalesinin ağlarına yapıştırır. 86. dakikada gelen bu golle de Fehérvár kupaya veda eder.

5-John Arne Riise (Liverpool-Chelsea): Geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi yarı finali. Liverpool tüm maçı Dirk Kuijt'ın golüyle önde götürdükten sonra 94.dakika gelir çatar. Malouda sağdan topu ortaya çevirir, John Arne Riise yerden 20 cm yüksekliğindeki topa uçan kafayı yapıştırarak Reina'nın kalesinin tepesine çakar. 1-1. Maç biter Liverpool rövanşta 4-2 ile kupaya veda eder. Liverpool taraftarları maç sonrası Riise'yi tribüne çağırarak teselli ederler.

4-Lee Dixon (Arsenal-Coventry City): 1991 yılındaki Premier Lig mücadelesinde Dixon Arsenal kendi sahasında oyun kurarken topu kendi sahasının ortasında alır. Bir kaleye bir Seaman'a bakar 30 metreden muhteşem bir aşırtmayla topu Arsenal ağlarına takar. Seaman'ın ömrü aşırtma gol yemekle geçmiştir zaten (bkz. Nayim, Ronaldinho) bunu da itiraz etmeden içeri alır.

3-Tony Popovic: Ben bu golü rakip kaleye atacak en fazla 5 oyuncu sayarım, Tony Popovic kendi kalesine atmayı başardı. Eylül 2004'te Portsmouth'un Crystal Palace'ı 3-1 mağlup ettiği maçın son golü sağ kanattan gelen ortayı kaleye arkası dönükken topuk darbesiyle uzak köşeye bırakan Avustralyalı'ya aitti. Enfes bir gol. Tek problem hedefinden 105 metre sapmış olması.

2-Jamie Pollock (Manchestr City-QPR)
: 1958 Dünya Kupası finalinde Pele'nin İsveç'e attığı golü düşünün. Hani rakibin üstünden aşırtıp köşeye bıraktığı. Şimdi son vuruşun kafa olduğunu düşünün ve kaleleri değiştirin. Manchester City forması giyen Jamie Pollock'ın 1999'da sondan ikinci hafta küme düşme mücadelesindeki rakip QPR ile oynanan maçta kendi kalecisi Martyn Margetson'a attığı bu enfes gol City'i 2.lige göndermiş QPR'ı ligde tutmuştur. Bunun ardından QPR'lı taraftarlar internette açılan bir ankette geçmiş 2000 yılın en ilham verici insanı olarak Pollock'ı zirveye taşımış ve Hz. İsa'nın üzerine yerleştirmişlerdir. Ama gol de ne gol. O ne alış, o ne dönüş, o ne aşırtma. Ercan Taner bu golü anlatsa kendinden geçerdi. Tabi Oscar Cordoba'nın şike yapmak için 94. dakikada ceza sahası dışından uzak şutları iyi olmayan bir oyuncunun vuracağı bir topa bel bağladığını ileri süren çeyrek akıllıların ülkesinde Pollock'ın kaderi talihsiz Escobar gibi olur muydu bilemem.

1-Recep Çetin (Malmö-Beşiktaş): Bu golden dünya futbolunu takip eden kaç kişinin haberi vardır bilmiyorum ama bizim için yeri çok ayrıdır. Açık söylüyorum ben bu golü yiyen Engin İpekoğlu'nun yerinde olsam yere yatar 2 dakika boyunca gülerdim. 19 Eylül 1990 tarihinde İsveç'te oynanan ve Beşiktaş'ın 3-2 kaybettiği maçın Malmö adına son golünü Recep Çetin sağ kanattan gelen ortaya mükemmel bir vole yapıştırarak atmıştır. Gol sonrası o an atağın gelişimine kadar sessiz kalan ve büyük ihtimal maç bitse de gitsek havasına giren spiker Levent Özçelik, ilk bir kaç saniye ne olduğunu anlayamamış ve olanları sonra idrak edebilmiştir.

İstanbul Büyükşehir Belediye Spor

Hafta sonu maç özetlerini izlerken, Şehr-i İstanbul’umuzun medari iftiharı Büyükşehir Belediye Spor’umuzun, tamamı tıklım tıklım “boş” tribünler önünde Antalyaspor karşısındaki zaferine tanık oldum. Sonrasında, bu “önemli galibiyetin” anlamını henüz idrak edememişken, aklıma yine o soru takıldı. Bu takımın bu ligde ne işi var?

Belediye kulüplerinin, özellikle profesyonel seviyede sporla iç içe olması, spor-siyaset ekseninde tartışıldı genelde. Oysa olayın, bir de ne zamandır aklımı kurcalayan maddi boyutu var tabi ki. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin, futbol kulübü için ayırdığı yıllık bütçe, internet verilerine dayanarak, 12-13 Milyon YTL. İki sezondur ligde olan ve gidişata göre büyük ihtimalle seneye de Süper lig’de olacak takımın, üç yıllık toplam harcamasını 30 Milyon YTL olarak öngörelim

Peki harcanan bu 30 milyon YTL’nin karşılığı nedir? Koca bir sıfır.

Her yılbaşı, büyük ikramiyenin tutarı ile ilgili yapılan o saçma hesaplama yöntemini kullanırsak, harcanan bu para ile ;

- Tanesi 500.000 ytl’den 60 adet okula kapalı spor salonu yapılabilir. Her bir salondan, farklı spor dallarında 150-200 çocuğun yararlanabildiğini düşünürsek, toplamda 12.000 çocuğun düzenli olarak spor yapması sağlanabilir.

- Tanesini 200 ytl’den hesaplayabileceğimiz, forma, eşofman ve ayakkabıdan oluşan 150.000 spor kıyafeti seti alınabilir.

- Tanesi 15.000 ytl’ye mal edilebilecek toplam 2.000 adet outdoor basketbol sahası yapılabilir.

- Aylık 2.500 ytl brüt maaş ile, 1.000 adet beden eğitimi öğretmeninin 1 yıllık istihdam maliyeti karşılanır. Böylece, her okulda 3 beden eğitimi öğretmeni görevlendirildiğini ve her okulun ortalama 450-500 kişilik olduğunu varsayarsak, toplamda yaklaşık 150.000 öğrenciyi, 1 öğretim yılı boyunca beden eğitimi dersine gelen coğrafya hocası zulmünden kurtarabiliriz.

- Tanesi 350.000 Euro’dan, 2009 Model, 40 adet Ferrari California’yı, eskrim, badminton, kano, atıcılık, okçuluk gibi ilginin nispeten daha düşük olduğu olimpik spor dallarından herhangi birinde uluslararası düzeyde şampiyon olan 40 sporcuya hediye olarak verilebiliriz.

- Her biri için 10 milyon dolar verilecek iki Hollywood yıldızıyla, mesela Charlize Theron ve Colin Farrell, konusu ata sporumuz olan güreş olan ve İstanbul‘da çekilecek olan bir filmi finanse edebiliriz.

Listeyi son iki örnekte olduğu gibi daha da absürd hale getirerek genişletmek mümkün tabi ki. Ancak verilecek en absürd örnek bile, bir sezon boyunca oynadığı maçlardaki toplam seyirci sayısı, oynadığı stadın kapasitesinin yarısını bile bulmayan ve hiçbir işe yaramayan bir takımdan daha absürd olamaz.

Eğer, 120 milyon dolara mal olmuş, yapılmasına kesinlikle karşı olmadığım, olimpiyat stadının boş kalmaması ve sürekli işlemesi gibi saçma sapan bir amaçları var ise, şehrin tüm billboard’ları zaten ellerinde. Tüm billboard’lara olimpiyat stadının resimlerini koyarlar, altına da “içinde spor yapacak sporcu, izleyecek seyirci yetiştiremediğimiz olimpiyat stadımız” yazarlar. Bir de turistik tur düzenlerler, emin olsunlar daha fazla insanı çekerler oraya.

İstanbul’a oranla daha küçük, özellikle sosyal imkanları kısıtlı olan şehirlerde spor-siyaset ilişkisinin daha etkili olmasını anlayabiliriz. Hatta büyük şehirlerde, belediyelerin amatör sporlara, basketbol ve voleybol dahil, destek vermesinin de ülkemiz şartlarında bir açıklaması olabilir. Peki, Büyükşehir Belediye’nin, Süper ligde mücadele etmesinin İstanbul halkına, belediyenin kendisine ve Türk sporuna ne gibi bir katkısı vardır?

Sussex Cehennemi

Paul Breitner

Yeşil sahaların Afro saçlı Maoisti

2 Ocak 2009 Cuma

Fırfır Yok Sergen

‘Bu Fenerbahçe şampiyon olsun yorumculuğu bırakırım’ Sergen Yalçın - NTVSpor yorumcusu.
Mayıs’ta görüşürüz’ Aragones - Fenerbahçe Teknik Direktörü

Beckham

Buonasera a tutti. Prima di tutto vorrei ringraziare di cuore Adriano Galliani e tutto l’A.C.Milan che mi hanno dato l’opportunità di essere qui. Mi piace molto il vostro paese e sono felicissimo di essere qui a Milano, è un vero onore per me. In passato ho giocato nelle principali squadre dell’Inghilterra, della Spagna e adesso ho l’occasione di poter giocare nel Club più titolato al Mondo, il Milan. Lavorerò duro e cercherò di dare ai miei colleghi quello che ho sempre dato nelle altre squadre. Sarà questa una grande opportunità di lavoro che mi permetterà anche di stare vicino alla mia famiglia.’

Aynı topraklarda yaşamak da varmış. :)

Başkan Görmesin !

Herkes Mağdur

Lige ara verdik. Maalesef akılda kalan tek şey hakem hatalarıydı. Ama bakıyorum da Fenerbahçe dışında bütün takımlar mağdur. Şu lige neredeyse havlu atıyorduk sezon başındaki bariz hakem hataları yüzünden. Antep maçında Guiza'ya yapılan biçme girişimini es geçen, Kadıköy'de Alex'le ilişkiye girmek isteyen oyuncuya “yürü koçum“ diyen zihniyete rağmen 10 maçta 8 galibiyet ile geri geldik.

Bu dönem hakem hataları açısından inanılmaz şansız geçti. Belki 3-4 sezon boyunca anca gerçekleşecek uç olaylar bir yarıya sığdı. Ben çizgiyi geçti mi geçmedi mi tartışmalarının bundan daha fazla yaşandığı tam bir sezon hatırlamıyorum ki ilk yarıda daha ne kadarı oldu. Bu olay hakemlerin de bütün kimyasını bozdu. Nitekim Deivid’in füzesini gol saymayan hakemde ben art niyet aramam. Arayamam. Çünkü bir hakeme maç öncesi para verseniz, bu takımı katledeceksin deseniz bile o hakem o golü verirdi. Bu tamamen geçmiş haftalarda olan olayların psikolojik olarak hakemleri ne kadar yıprattığının göstergesidir. Şanssızlık. Allah ikinci yarı hakemlerimize yardım etsin.

Şimdi başta neden şikayet ettim peki? O bir tepkiydi aslında. Bakıyorsunuz GS-BJK maçına, yabacı oyuncu derdini anlatamıyor diye kırmızı kart görüyor. Maçın kaderi etkileniyor. BJK’li yöneticilerden GS aleyhine bir tane açıklama yok. Üstelik orada bile Fenerbahçe’nin maçına atıfta bulunuluyor. Şu yorumu kendi köşe yazarlarından dinledim: “Bunun adı Fenerbahçe kompleksidir. Bizi küçültüyorsun. Yeter Demirören.” Hakikaten inanamıyorum. Bu kadar silik bir başkan profili ben hayatımda ilk kez görüyorum. Çok dalga geçtiğimiz Özhan Canaydın’ın bile bir duruşu vardı. Benim köy kahvemden Hakkı Dedem yapardı böyle. Maçı izlerken tek bir hatada “Bu hakem satılmış Fenerbahçe’yi şampiyon yapacak bunlar. Belli her şey” diye dert yanardı. Üstelik maç Fenerbahçe’nin maçı olmazdı.

Önce Kadıköy’deki GS maçına bakın. Maç öncesi bir anda GS hakem hatalarından mağdur takım haline geliverdi. Keza BJK maçından önce de Ankaragücü-Fenerbahçe maçının hakemi değişmişti. Fenerbahçe yönetiminin bunda parmağı var diye dedikodular bizzat BJK başkanı tarafından çıkarıldı. Mağdur bir anda yine “kutsal ittifak” temsilcileri oldu. Gelelim TS’ye. Daha geçen haftalarda başkanları Bursaspor-TS maçını kastederek “lige balans ayarı çekildi“dedi. Son Eskişehirspor maçında da karşılığını aldılar. Ama hala konuşuyorlar. Yani mağdurlar. Bir sonraki maçları kimle? Fenerbahçe. Fenerbahçe ile oynayacak herkes mağdur. Hele Saraçoğlu’na geliyorsa duble mağdur. Tabii, kolay değil her sene her sene avuç yalamak. Aşınıyor.

Biz istemez miyiz TS ve BJK sonuna kadar yarışın içinde bulunsunlar? BJK başkanının ligden kopar kopmaz ”kupa bizim lig onların” tarzı iğrenç açıklamalarını duymak istemiyoruz. İkisinin de ikinci yarı GS’yi ağırlayacağının düşünürsek Allah onları yarıştan koparmasın. Biz kendi işimizi zaten görüyoruz. Ama midemiz bulanıyor. Her zaman yeni Sergenler, Cordobalar bulunuyor İnönü’de BJK’yi GS’ye madara edecek. TS’yi söylemeye gerek yok, içeride dışarıda 4 4lük(!) futbol oynuyorlar GS’ye karşı. Belki yarışta kalırlarsa biraz utanırlar, en azından onlara gönül verenlere karşı.

Gary Numan - Cars


Here in my car
I feel safest of all
I can lock all my doors
It's the only way to live
In cars
Here in my car
I can only receive
I can listen to you
It keeps me stable for days
In cars
Here in my car
Where the image breaks down
Will you visit me please?
If I open my door
In cars
Here in my car
I know I've started to think
About leaving tonight
Although nothing seems right
In cars

Özgürlük






Gün gelir Türkiye'de de bu simgeler rahatça çizilebilir, bu gazeteler rahatça satılıp okunabilir ve bunları yapanlar "ölmeyince" Türkiye özgürdür denebilir.

Yorumsuz

Guiza = Boş Şişe ?

İtalya - Türkiye Arası Benzerlikler

İşte marka taklitçiliğinde benzerliğimiz: Giorgio Armani değil, Giorgio Limoni !
Türkiye'de herşeyin üzerinde görüp dalga geçtiğimiz örtü bakın İtalya'da da nasıl kullanılıyor.

31 Aralık 2008 Çarşamba

İyi Seneler

Havai fişek, torpil, füze, kız kaçıran, mantar tabancası...İstediğinizi patlatabilirsiniz. Yalnız bir kaç şeyi rica ediyorum, yapmayın. Madde madde sıralayacağım. Görmeyeyim.

1-İnsanlardan ayrılırken "seneye görüşürüz" esprisini yapana gördüğüm yerde yaş odunla girişirim. Etmeyin.

2-Aynı dayaklık espri ekolünden, 1 Ocak sabahı gördüklerinize "geçen seneden beri görüşmüyoruz yahu" esprisini yapana da kuru odunla girişirim. Eylemeyin.

3-Lütfen "yıla nasıl girersen öyle gidermiş, aaa hede hödö yaparken girsem hep onu mu yapıcam" türünden yıla giriş ve öyle devam ediş varyeteli esprilere girmeyin.

4-Yılbaşının ertesi günü ve bir kaç gün sonrası, "abi yılbaşı gecesi feci içtik"le başlayan ilk defa prile dokunan sünger gibi her yerde çığırtmayın.

5-Çiftlerden ricamdır, geri sayımın 3. saniyesinde öpüşmeye başlayıp, yeni yılın ilk 3 saniyesi boyunca öpüşüp yıla öpüşerek girmeyin. Aklınıza mukayyet olun.

6-Saat 1'de uykusu gelenlere saygı gösterin. Bırakın uyusunlar.

7-Üçüncü biradan sonra "bu kızları anlayamazsın abi" ya da "kimseye hakettiğinden fazla değer vermeyeceksin arkadaş" türünden yeni yıl aşk hayatı muhasebesine girmeyin.

8-Show Tv'yi saat 02:00'da erotik film hayaliyle açmayın son 3 senedir vermiyorlar artık.

9-Seneye görüşürüz. Yapmayın.