13 Ağustos 2008 Çarşamba

Aman Edibe Sözen Duymasın!

Irak’ta Sünni halk içinde kök salmaya çalışan El Kaide terör örgütü, Afganistan’daki Taliban’ı bile geride bırakan “haram anlayışı”yla tepki toplamaya başladı. Koyduğu kurallara uymayanları katleden El Kaide, halkın gündelik yaşamına ilişkin düzenlemeler kapsamında kadınların pazardan salatalık almasını yasakladı.
Salatalığın şekil olarak erkek cinsel organına benzediğini savunan terör örgütü, domatesi de “dişi cinsten” saydı. Anbar’daki Sünni aşiret şeyhi Hamid El Hayyes, İngiliz Reuters ajansına yaptığı açıklamalarda, “Memeleri meydanda diye dişi keçileri dahi öldürüyorlar. Kuyruklarının yukarı doğru kıvrılması bile haram sayılıyor” diye konuştu.
El Kaide’nin yasaklar listesinde dondurma da yer alıyor. Dondurma alım satımını yasaklayan örgüt, gerekçe olarak dondurmanın Hz. Muhammed zamanında bulunmamasını gösterdi. Kuaförler ile kozmetik ürünleri satan dükkânlar öteden beri El Kaide’nin hedefleri arasında bulunuyor.
***
Korkumuz gençlerin bir numaralı(!) koruyucusu Edibe Sözen'in Almanya'ya(bahsedilen kanunlar Almanya'nın neresinde, hangi döneminde vardı o da ayrı muamma) özenerek dahiyane bir kanun teklifi yaptığı gibi bu konuda da Irak'a özenmesi..

Yıl: İkibinbilmemkaç


-Dede biz nasıl demokratikleştik?

-Herşey bir dava ile başladı evladım.

-Ne davası?

-Sen bilmezsin eskiden bu düzene düşman laik bir kesim vardı ülkemizde ,onların bizi yok etmek için açtıkları dava.

-Laikler evet, o resimlerini asmanın yasak oldugu adamın torunları değil mi?

-Evet putperestler işte ta kendileri. Neyse evladım anlatayım sana da öğren ne zorluklar çektik ;
arkamızda şu anda bağlı oldugumuz gücün desteği , fakir fukara halkı sonradan zam yaparak 2-3 katına satacagımız ürünlere boğarak kendi tarafımıza çekmemiz, ki zaten biliyorsun müslümanın fakiri-açı önemli değil iman eksiği olanı önemlidir, zaten geçmişten ideolojik bir tabanımızda vardı o ve en son olarak sonrasında aynı sektöre girdik diye sorun yaşayıp bize düşman olan putperest medyanın da desteğini alarak 2.defa başa geçtik.
Herşey demokratikleşirken denizlerimizde gemi(cik)lerimiz, topraklarımızda yabancılar çoook ucuza salınırken, birden bir yezid çıktı ortaya, namı da cumhuriyetin başsavcısı , şimdi soracaksın neden cumhuriyet diye eklemişler başına onu da anlatayım, o laiklerin başı bu ülkeyi dinsizleştirdiği sırada belki bu düzene en tepeden bir darbe gelir de laik cumhuriyet denilen yezid düzenin korunması icab ederse işte o kafir çıkıp bunlara dur desin diye.

-E ne yaptı o adam peki dede?

-Ne yapacak demokratikleşme sürecimizin başlarında daha annenler okullara burkaları bırak türbanla bile giremiyorken, kadınlar okul bitirmiş veya bitirmemiş heryerde çalışabiliyorken , etrafta türlü özgürlük kafirlikleri cirit atıyorken , bugünkü halimize gelmemizi engellemek için bizi onların demokrasi anlayışına göre dava etti.

-Kime?

-O yezidlerin taptıkları bir kitap vardı adı anayasa, devleti surelere göre değil de kendi buldukları, o topraklarımıza gelip satın alsınlar diye kanunlarımızı değiştirip önlerini açtığımız yabancıların , kendi kafir halkları için çıkarttıkları kanunlardan da yardım alarak oluşturdukları bir kitaptı bu. İşte bu kitaba uymayan gerçek müslümanları yargılayan bir mahkemeye şikayet etti bizi; adı da anayasa mahkemesi idi.

-Dava nasıl gelişti peki?

-Biz önceden istihareye yatıp önlemlerimizi almıştık evladım. Zaten bu süreç içinde bütün yabancı kafir dostlarımız ülkelerindeki bankalarına aracı kurumlarına falan davanın sonucunu 15 gün öncesinden net olarak şifreli halde yollamışlardı. E zaten onları kıracak halimiz de yoktu biliyorsun bizde ticaret sünnettir.

-Neydi o sonuç?

-Beklenilen gibi oldu evladım, o 10 tane kafirden 6 tanesi bizi suçlu buldu, ceza olarak kutsal partimizin kapanmasını istediler, 4 tanesi yeterince suçlu değiller az suçlular dedi ve zaten elimizdeki en büyük güc olan paranın yüzde 10'unu elimizden alarak bizi cezalandırmak istedi. Aa bunların içinde öyle birisi vardı ki o 10 tane yezidin göremediğini tek başına gördü ve suçsuz olduğumuza karar verdi. Kurtuluş mücadelemizin bu en büyük savaşının zafer konuşmasını da çıkıp tek başına tüm halkın önünde "bir daha bu tür davalarla gelmeyin, ben bu partiyi kapattırmam" dercesine coşku ve huşu içinde yaptı. Çok müslüman adamdı nur içinde yatsın..

-Amin demokrasi hatta değil mi dede

-Amin evladım amin...

Bizi Bitiremeyeceksiniz!

30 Temmuz 2008 Çarşamba günü kendi sahamızda oynadığımız Mtk maçı esnasında Maraton Üst E Blok'ta gerçekleşen ufak çaplı tartışmalar ve büyütülmeyecek olaylar sonucunda bugün itibariyle Sefa ağabeyimiz ve grubumuzdan bazı kardeşlerimize 1 yıl spor müsabakalarından men + para cezası getirilmiştir. İşin komik ve ilginç yanı ceza alan kardeşlerimizin içerisinde maçta olmayanlar, Migros Kale Arkası Tribünü'nde olanlar, olaylar esnasında koridorda namaz kılan ve daha henüz tribüne girememiş olanlar (Mtk maçına gelenler bilirler ki gişelerde ki yoğunluk yüzünden maça geç girenler olmuştu) yer almaktadır. Bu cezanın amacı GFB'ye karşı yapılan alışıla gelmiş ve ısmarlama oyunların son perdesidir. Fenerbahçe için yapmış olduğumuz her iyi işe bir gölge düşürmek amacıyla ve tribündeki varlığımızı sekteye uğratma amacıyla yapılmış bu tezgahlar artık maalesef kabak tadı vermiştir. Bu tarz hareketlerin ve yapılan bu yıpratma operasyonlarının artık GFB'den çok Fenerbahçe'ye ve tribünlerine zarar verdiğini görememek, göz yummak ve müdahale etmemek Fenerbahçe menfaatleriyle zıtlaşmaktadır. Amacı Fenerbahçe'ye hizmet eden bir grubu takdir etmek ve desteklemek yerine pasifize etmek Fenerbahçelilik'le ne derece bağdaşmaktadır?

Bizlere sahip çıkması gereken kişiler maalesef gerekli birimlerle iş birliği yaparak bu oyunları engellemek yerine bu oyunların başrolünde yer alarak bizleri hayal kırıklığına uğratmaktadırlar. Acaba bu oyunlar bizlere yapılan bazı teklifleri kabul etmediğimiz için mi olmaktadır? Aslında konuşmamız ve söylememiz gereken çok şey var ama yine de Fenerbahçe menfaatlerini göze alarak susmayı tercih ediyoruz ve takdiri kamuoyuna bırakıyoruz. Fenerbahçe camiasına yakın kişiler bu olayların iç yüzünü ve mağduriyetimizi bilmektedirler fakat kimse bu olaylara tepki verme cesaretini gösterememektedir. Aslında her zaman ki gibi üstümüze oynanan bu oyunlar bizleri birbirine daha çok kenetlemektedir.

Saygılarımızla,

Genç FENERBAHÇELİLER

12 Ağustos 2008 Salı

Kombine Fiyatları

Sezon öncesi şu kombine fiyatlarının bir listesini yapalım dedik. Her ülkeden 3 büyük takım, 1 ortalama takım ve 1 tane de düşme adayı takım seçtim. Bilet fiyatları ortalama fiyatlar. Yani fiyatları 150 euro yukarıya 150 euro aşağıya çekin. En pahalı ve en ucuz bilet fiyatları karşınıza çıkıyor işte. Biz ortalamalardan gidelim. Belirteyim İspanya'da Real Madrid gibi kulüplerin kombine biletini almak için mutlak surette kulübün üyesi olmak gerekiyor, ayrıca kombine bilet için başvurduğunuzda en az 2-3 yıl beklemek zorunda kalıyorsunuz. Her sene 65.000 civarı bilet satışa çıkıyor ve fiyat ortalama 600-700 euro arasında değişiyor. 450.000 üyesi olan bir kulübün 65.000 kombinesine talip olunca da her isteyenin sahip olamaması çok normal.

İngiltere: Manchester United: 896 EUR, Chelsea 980 EUR, 780 EUR, Blackburn Rovers 450 EUR, Wigan Athletic 350 EUR

Almanya: Bayern Munchen 530 EUR, Schalke 04 460 EUR, Hamburg 403 EUR, Borussia Dortmund 369 EUR, Hoffenheim 216 EUR

Hollanda: PSV Eindhoven: 405 EUR, Ajax 452 EUR, Feyenoord 337 EUR, Groningen 217 EUR, Heracles Almelo 190 EUR

Türkiye: Fenerbahçe 944 EUR, Galatasaray 906 EUR, Beşiktaş 561 EUR, Trabzonspor 275 EUR, Eskişehirspor 317 EUR

11 Ağustos 2008 Pazartesi

Türkiye’ye "Yenilenmiş Bir Sol ” Lazım

- AKP, uzlaşma, Anayasa, AB, demokratikleşme vs. için yeni bir başlangıçtan söz edilirken acaba bu arada sol adına da yeni bir sayfa açmak mümkün mü?
Gerekli ve mümkün, ama o kadar kolay değil.
- Neden gerekli?
Türkiye’de sol başlığı altında iki kanal var şu anda: Bir tanesi daha merkeziyetçi, daha otoriter ve AKP’yi sandıkta yeneceğine inanmayan, bu konuda kendine de halka da güvenmeyen, bilakis halkı çıkarlarını bir sepet uğruna satabilecek insanlar olarak gören ve hala “Solcuyum” diyen bir kanal. Diğeri de daha özgürlükçü, ama oy alamayan, yüzde 1’leri aşamayan bir kanal. Demek ki Türkiye’de solun kitlelerle buluşabilmesi ve bir seçim başarısı elde edebilmesi için mutlaka yenilenmesi, değişimden geçmesi şart.
- Peki neden kolay değil dediniz?
Çünkü yenilenme ancak bir partinin üst kadrosu bunu yapmaya çok kararlıysa kısa sürede olabilir, ama CHP’de böyle bir olasılık yok. Bu yenilenme CHP içinde gerçekleşebilecek bir yenilenme değil. Sol için yeni bir sayfa, ancak CHP dışında açılabilir.
- Birleşme formülü için ne diyorsunuz?
Birleşme sözcüğüyle yetinen bir formüle karşıyız, çünkü yenilenme olmazsa birleşmenin de bir anlamı olmaz. Eski anlayışa sahip küçük partileri bir araya getirip, eski anlayışa sahip büyük bir parti yaratmanın çok anlamı yok.
İnsanlara bu projemizi anlatacağız. Sosyal demokratlara… “Sosyalistim, ama bu programı beğendim” diyenlere… “Demokratım, ama ben de bu programa varım” diyenlere… Kararsızlara… “Elim kırılsaydı”cılara… CHP için “Halka tepeden bakıyor” diyenlere; “Çözüm önerileri karşısında tıkayıcı davranıyor”, “Ortaya somut projeler getirmiyor”, “Yeterince özgürlükçü davranmıyor”, “Darbelere yeteri kadar karşı çıkmıyor”, “Zaman zaman askerin arkasına saklanıyor” diyenlere…
Ayrıca biz AKP’ye oy veren yüzde 47’ye de talibiz. Pekâlâ, kendini sağda görüp, “Ama böyle bir yenilenme faydalı, Türkiye’nin ihtiyacı var” diyenlere… AKP’yi “Ekonomik olarak halkın yararını yeterince gözetmiyor” diye eleştirenlere… “AKP de kendi zenginlerini yaratıyor”, “Laiklik konusunda gayrisamimi davranıyor”, “Türkiye’de uzlaşmaya yeterince önem vermiyor” diyenlere...
Yeni sol tüm bu kesimlerin toplamından oluşmalı. Üstelik bunu yaparken kimseye de “Ben solum sen de sol ol” diye ısrar etmek gerekmez. “Ben sana şu şu politikalarda hizmet vereceğim, katkı yapacağım, senin sorunlarını çözeceğim diyebilmek” yeterlidir.
- Ya bu çabanızı çok romantik bulanlar çıkarsa?..
Herkes istediğini söyleyebilir, ancak Avrupa’daki sosyal demokrat partiler de 1970’lerin sonunda krize girdi ve çok uzun bir tartışma, yenilenme, kabuk değiştirme süreci yaşadı, ama ondan sonra da iktidara geldiler. Çok romantik bulacak olana ben şunu söylerim; sizin alternatifiniz ne? Eğer bu soruya daha az romantik, daha realist bir cevap verilirse ben şapkamı çıkartırım. Ama ben o cevabın ne olacağının garantisini de şimdiden verebilirim size: “Yüzde 20’ye talim eden bir CHP.”
- Bir de şöyle umutsuzlar çıkabilir, “Hocam çok güzel konuşuyorsun da arkanda maddi bir güç yoksa başaramazsın.”
Şimdi bizim arkamızda çok büyük bir para gücü olsaydı zaten bu kadar rahat güzel konuşuyor olamazdık. Kaldı ki Obama kampanyasının çok büyük bir bölümü de küçük küçük katkılara dayanıyordu.
- Bir öneriniz var mı böyle umutsuz vatandaşlara?
Şunu öneririm ben; Düşündüğünüz, özlediğiniz Türkiye için bir katkıda bulunmak istiyorsanız siyasi çalışmaların bir tarafından tutmanız şart. Evet, sivil toplum kuruluşları da, meslek odaları da çok değerlidir, ama ülke çapında bütünsel bir dönüşüm için siyasi parti şarttır. Dolayısıyla bu vatandaşlarımıza şunu derim: “Tut bir tarafından. Şu çorbada senin de tuzun bulunsun kardeşim!”
- Solun yenilenmeye ihtiyacı var da, peki Türkiye’nin gerçekten sola ihtiyacı var mı?
Tabii var, Türkiye’nin pek çok sorununu asıl bir sol parti çözebilir. Mesela laiklik ile ilgili tıkanmayı, kimsenin laiklik konusundaki tutumundan şüphe etmeyeceği, yabancılık duymayacağı bir sol çok daha kolay çözebilir.Başka her alanda… Mesela demokratikleşme konusunda Türkiye’nin öncü bir sola ihtiyacı var. Biraz evvel söylediğim şeyler bu kapsama girer. Aynı şekilde Kürtler ile ilgili sorunların çözümleri de bu kapsama girer. Kürtler ile ilgili mesele demokratik ve özgürlükçü bir sol tarafından kesinlikle daha hızlı çözülür. Mesela 301’inci madde... Öncü bir sol olsaydı 301’de AKP’den geride kalmayı asla içine sindiremezdi.
- “Ekonomiyi AKP’den daha iyi götürürüz” diyebiliyor musunuz?
Onu zaten en başta diyoruz. Evet, dünyada 1980’lerden itibaren muazzam bir neoliberal rüzgâr esti. Ama artık gerek literatürde, gerekse birçok yerdeki uygulamada bu neoliberal rüzgâr aşıldı. Fakat AKP henüz aşabilmiş değil, hâlâ aynı yerde. O yüzden de ekonomiyi dönüştüremiyor. Türkiye’yi 10 yıl sonra çok daha ileri bir noktaya getirecek teknoloji politikası, sanayi politikası AKP’de yok, çünkü piyasayı yönetmeye inanmıyor. Aynı şekilde sosyal politikası da çarpık. Sosyal politikadan anladığı vatandaşa ulufe dağıtma, hibe yapma, kendine bağımlı kılma anlayışı. Zaten ne anladığını 1 Mayıs’ta gördük, Tuzla’da gördük, belediye işçilerine biber gazı sıkarken gördük, Çay-Kur işçileri Hak-İş’e geçmeye zorlanırken gördük…
- Peki sizin piyasaya bakış açınız nedir?
Biz ne piyasa mekanizmasını her açıdan denetlemeye çalışan devletçi bir politika olmalı diyoruz, ne de AKP’nin 5-6 yıldır uyguladığı gibi kökten piyasacı bir politika… Sosyal demokrasi özelleştirmeye de, piyasa mekanizmasına da eleştirel bir bakış açısına sahiptir. Ama eleştirel bakış açısı derken piyasanın başarılarını veya pozitif taraflarını görmezden gelmez, “Piyasaya sonuna kadar karşıyım” tavrını benimsemez. Ancak şunu bilir: Müdahalesiz, denetimsiz bir piyasa mekanizması eşitsizlik, dezavantajlı sosyal kesimler, mağdurlar yaratıyor. Piyasa mekanizması işsizliğe ve yoksulluğa karşı çözüm üretmekten aciz. Çevrenin tahribine yol açıyor. Bütün bu nedenlerle piyasanın denetlenmesi ve yönlendirilmesi gerekli. Sadece sosyal açıdan değil, ekonomik açıdan da denetleme gerekir. Çünkü uluslararası rekabet gücüne sahip olabilmeniz, teknolojik yenilik yapabilmeniz ancak devletin rasyonel düzenlemesiyle mümkündür. Ama bu düzenleme de eski devletçi kafayla yapılamaz. Bu ancak bir yandan sendikalarla bir yandan iş çevreleriyle diyalog içerisinde yapılabilir.
Türkiye’de sol görevini sadece eleştiri yapmakla kısıtlıyor. Halbuki amaç eleştirmenin ötesinde geliştirmek ve dönüştürmek. Böyle bir sol Türkiye ekonomisini dönüştürebilir de…
- Peki liberallerden nerede farklısınız?
Farklıyız, çünkü insan özgürlükleri eşitlikle ve ekonomik sosyal olanakla hayata geçer. Aksi takdirde özgürlükler kâğıt üzerinde kalır. İnsanların 5 kilometre gidecek paraları yoksa seyahat özgürlüğü bir şey ifade etmez. Biz iş, konut, sağlık, eğitim alanlarında piyasa yasaklanmalı demiyoruz, ama devlet bu alanlarda vatandaşının önünü açmakla görevlidir.
- “Yüzde 47 almış olan bir partinin tepesinde de Demokles’in kılıcının olması ayıp değil mi Hocam” dersek?
Şöyle söyleyeyim; mesela Avusturya’da Jörg Haider’in frenlenmesi AB’nin müdahalesiyle oldu. Avusturya’nın içişlerine müdahaleydi o aslında. Zaten AKP’nin esas hatası da aslında tam bu konuyla ilişkili, AKP’nin demokrasiye bakışıyla… Zaten Türkiye’deki merkez sağın bakışı hep böyle olmuştur; sandıkla sınırlıdır. Yani demokrasiyi sadece bir çoğunluk rejimi olarak görürler. O nedenledir ki “çoğunluk rejiminden çoğulcu bir anlayışa geçemediği sürece” AKP’nin tökezlemesi ihtimali var. Şimdi eğer o Demokles’in kılıcı eğer bir yargı kararına dayanıyorsa veya insan hakları evrensel bildirgesine dayanıyorsa veya AB’deki insan hakları anlayışına dayanıyorsa o kılıç orada durur.
***
Yazının tamamı için tıklayın.

Başbakan'ın Başka Bir Adrese Yönelmesi Gerekiyor

...
Bu belgeler arasında ciddiye alınması gereken ve doğrudan bir suç örgütlenmesine işaret eden çok önemli, inandırıcı deliler var. Üstelik bunların bir bölümü , Susurluk gibi geçmişteki skandallara yeni baştan bakmamızı , hatta yeni soruşturmalar açılmasını zorunlu kılacak ciddiyette.
Bu belgelerin gün ışığına çıkması Türkiye’nin önünün açılması açısından bir şans olmuştur. Savcı Zekeriya Öz, bu belgelere ulaşarak büyük bir hizmet yapmıştır.
Belgeler arasında ikinci bir kategoride doğrudan ya da dolaylı bir şekilde hiçbir suça işaret etmeyen, dolayısıyla hukuken delil niteliği tartışmalı olanlar da var. Bu bölümde , kişiler arasında yapılan ve tümüyle vatandaşların özel hayatlarını ilgilendiren ve Anayasa’nın güvence altına almış olduğu haberleşme hürriyeti açısından problemli bir durum yaratan özel telefon konuşmaları da yer alıyor.
Örneğin bu bölümde Cumhuriyet başyazarı İlhan Selçuk’un gazetenin Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Yıldız ile yaptığı ve ikisinin Rio karnavalı hakkındaki fikir teatisinde bulundukları konuşmaları da okuyabiliyorsunuz. Bu konuşmalarda yüzlerce kişinin ismi geçiyor.
...
Üçüncü bir kategoride ulusalcı oluşumlara mensup şahısların kendi başlarına yazdıkları raporlar bulunuyor. Bunlar şahısların hazırladığı, hiçbir resmi niteliği olmayan, her tür iddianın hiçbir sınır tanınmaksızın dile getirilebildiği belgeler.
...
Savcı Öz, belli ki , eline geçen bütün belgeleri herhangi bir ayıklamaya tabi tutmaksızın iddianamenin içine serpiştirmekte, ayrıca hepsinin orijinal metinlerini üç DVD’de toplayıp ek halinde soruşturma dosyasına dahil etmekte herhangi bir sakınca görmemiş.
Sonuçta, yüzlerce insan Türk kamuoyuna Ergenekon örgütlenmesiyle ilişkileri varmış gibi tanıtılıyor, bu arada sahte belgeler üzerinden çok sayıda insanın kişilik hakları zarar görüyor. Bu durumun yol açtığı hukuki sorunlar ve muhtemel sonuçları ayrı bir yazı ya da yazı dizisinin konusudur.
...
Bu uygulamanın en son iki kurbanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt oldu.
Çünkü, iddianamenin ekindeki üçüncü DVD’nin 313’üncü klasörünün 33’üncü sayfasında Ergenekon tutuklusu emekli Albay Fikri Karadağ’ın evinde ele geçirilen “Kuvay-ı Milliye” antetli bir belgede ikisi arasında geçtiği ileri sürülen bir konuşma yer alıyor.
Asgari mantık ve izan sahibi herkesin kurmaca olduğunu kolaylıkla anlayacağı bir metin bu. Erdoğan Büyükanıt’a “Sizinle anlaşalım, BOP’a evet deyin , Rockefeller bizi ihya eder”önerisinde bulunuyor. Büyükanıt ise “Siz bir faciasınız. Bu ihanetiniz cezasız kalamaz. Bu iğrenç ortamdan çıkıyorum” yanıtını veriyor.
Milliyet, bu haberi birinci sayfadan “Hayali Konuşma” başlığı ile verdi, içeride verilen haberde belgenin kurmaca olduğu da özellikle vurgulandı.
...
Anlaşılamadık olan, Başbakanlık tarafından önceki gün yapılan açıklama. Günlerdir onlarca kişinin kişilik hakları iddianamenin içinden ya da eklerinden yayılan kurmaca belgeler nedeniyle zarar görürken buna sessiz kalan Başbakan Erdoğan, işin kendisine dokunduğu noktada birden tepki gösterme ihtiyacını duyuyor ve bunu yayımlayan gazeteyi “ciddiyetsizlik” ve “sorumsuzlukla” suçluyor.
Bu suçlamayı kabul etmiyoruz Sayın Başbakan.
Bir sorun var gibi gözüküyor ama galiba bir başka adrese yönelmeniz gerekiyor.

Yazı: Sedat Ergin (yazının tamamına linkten ulaşabilirsiniz)

Anna Lynne McCord