8 Haziran 2008 Pazar

Fransa Türkiye Gerçeğiyle Yüzyüze Getirilmelidir

Türkiye iki adım ötesini göremeyecek kadar basiretten uzak politikacılar tarafından yönetiliyor olmasaydı... Şimdi bunların kışkırttığı yargı müdahalesini değil, Fransa’da iktidar partisinin, anayasaya sokuşturmak istediği referandum maddesi marifetiyle, Türkiye’nin AB üyeliğine engel olma teşebbüsünü tartışıyor olacaktık.
Ve belki de Türkiye, hükümeti, medyası ve toplumuyla sesini yükseltebilecekti bu girişime karşı. Ama mustarip olduğu liderlik sorunu bu ülkeyi sonunda, en kapsamlı ve tarihsel projesini yüksek sesle savunmaya mecalsiz ve daha önemlisi, isteksiz duruma düşürdü; içine kapattı.

O madde geçmemeli
Mesele şu: Nüfusu AB toplamının yüzde beşinden fazla olan ülkelerin Birlik’e üyeliğinin otomatikman referanduma götürülmesini emreden bir maddeyi de içeren anayasa değişikliği paketi geçen salı Fransa Ulusal Meclisi’nden geçti; önümüzdeki hafta içinde Fransa Senatosu’nda oylanacak. Referandum maddesinde adı zikredilmeden hedef alınan ülke, Türkiye... Türkiye’ye karşı özel olarak tasarlanmış bu madde, nüfusu AB toplamının yüzde 14’ü kadar olan Türkiye’nin AB’ye girişinin Fransız halkının onayına sunulmasını anayasal zorunluluk haline getiriyor.
Umudumuz, Fransa Senatosu’nun Türkiye’ye karşı bu ayrımcı ve tahkir edici hareketi engellemesidir.

Fransa’nın yarası acır mı?
Engellenmez ve paket temmuzda senato ve ulusal meclisten oluşan genel kurulun da onayından geçerek anayasaya girerse, zaten Ermeni yasa tasarısı yüzünden bunalımlı bir dönemden geçen Türk-Fransız ilişkileri onarılması güç bir yara alacaktır.
Ama açılacak olan yara Fransa’nın canını, Türkiye’nin canını yaktığı kadar yakar mı? Soru bu olmalı.
Herhalde Türkiye’de insanlar kendilerine soruyorlardır, “Bu Fransa nasıl oluyor da Türkiye’ye karşı hasmane politikalar gütmeyi ve neticesinde Türkiye’yi kaybetmeyi göze alabiliyor?” diye... Çünkü Fransa’nın, Türkiye’yi doğrudan karşısına alarak, Türkiye’nin taşıdığı büyük ekonomik potansiyelden faydalanmaktan da, Avrasya jeopolitiğindeki eşsiz konumundan yararlanmaktan da bu kadar kolay vazgeçebilmesini, basit bir mantıkla açıklamak mümkün değil.
Yoksa Türkiye sandığımız kadar önemli bir ülke değil mi?
Bence Türkiye’nin öneminin nasıl algılandığı Fransa bahsinde tayin edici değil. Fransa’nın sorunu Türkiye’yi kaybetmekte oluşu değildir, Türkiye’yi zaten hiç kazanmamış olmasıdır.

Soğuk Savaş sürüyor
Türkiye ve Fransa arasındaki sıkıntının güncel nedeni, ikili ilişkilerin bir türlü Soğuk Savaş dönemindeki formatının dışına çıkarılamamış olmasıdır.
De Gaulle’ün Amerikan tahakkümünü gerekçe göstererek ülkesiyle NATO arasına mesafe koymasından bu yana Fransa’nın gözünde Türkiye, Amerikan nüfuzu altındaki bir ülkedir. Fransa, Türkiye’yi kendi politik etkisine kapalı bir alan olarak algılamıştır. Bu bakışın, biraz da yarattığı alışkanlığın etkisiyle, Soğuk Savaş sonrasında da maalesef pek değişmediği anlaşılıyor.

‘Demir perde’ etkisi
Fransa’nın bu bölgedeki geleneksel etki alanları ise Türkiye’nin geçmişte çeşitli nedenlerle uzak durmak zorunda kaldığı ülkelerdir: Suriye, Lübnan, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi... Soğuk Savaş sonrasının Ermenistan’ını da unutmamalı.
Fransa ve Türkiye arasında aslında yıkılması gereken bir “demir perde” vardır.

Solda sıfır ticaret
Türkiye’nin Fransa’yla olan ticaret hacminin halen 10 milyar euro seviyelerinde geziniyor oluşu da işin başka yönü. 10 milyarın, 1 trilyon euro’luk Fransız dış ticaret hacmi içindeki yüzde birlik küçücük payının altını çizmek, Türkiye’nin Fransa üzerindeki ekonomik baskı potansiyelinin de caydırıcılıktan ne kadar uzak olduğunu göstermek için yeterli.
80’lerden bu yana Fransa’yla ticaret ve karşılıklı yatırımların önemli oranlarda artmasını sağlayacak stratejiler izlenmiş olsaydı, bugün daha büyük boyutlara ulaşmış bir ticaret hacmi, Fransa’nın, Türkiye’nin öyle ayaküstü harcanamayacağını kavramasına yardımcı olabilirdi.

Türkiye dersleri
İşin bir de jeopolitikle ilgili yönü var...
Bu alanda da Türkiye’nin hemen her yerde Fransa’nın karşısında varlık göstermesi gerekiyor ki, Fransa, Avrasya jeopolitiğinde Türkiye’nin dostluğu ve işbirliği olmadan dilediğini yapamayacağını kavrasın.
Örneğin, AKP iktidarının izlediği Ortadoğu politikası, esas amacı Fransa’yı rahatsız etmek olmasa da, Fransa’nın geleneksel nüfuz alanlarına elini attığı için Paris’te bakışların Türkiye’ye dönmesine neden oluyor. Türkiye’nin İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk misyonunu üstlenmesi ve Lübnan krizinde devreye girmesi bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Türkiye’nin Nabucco projesinde soykırım yasa tasarısına tepki olarak Gaz de France’ı veto etmesi, ekonomik olmaktan ziyade jeopolitik bir meydan okumadır.
Le Monde’da geçen perşembe yayımlanan “Paris Ankara’nın misillemelerinden ürküyor” başlıklı haberde, Fransa Dışişleri Bakanı Kouchner’in talebine rağmen Türkiye’nin 2007 başından beri Fransız askeri uçaklarının Afganistan için Türk hava sahasını kullanmalarına ve Fransız donanmasına bağlı gemilerin Türk limanlarında demirlemelerine getirdiği kısıtlamaları kaldırmadığını okuduk.
Türkiye’nin Akdeniz Birliği’ne katılımının henüz kesinleşmemiş olmasının Paris’te tedirginlik yarattığı da Fransız medyasına yansıyor. Çünkü Paris Türkiye’siz bir Akdeniz Birliği’nin olamayacağını kavramaktadır.
Bu eylemler Fransa’nın Türkiye dersini çalışmasına yardımcı olacaktır. Ama ders, daha da ağırlaştırılmalıdır.
Paris’e bu ülkenin kolay yutulur lokma olmadığının gösterilmesi gerekiyor.

Yazı: Kadri Gürsel

Hiç yorum yok: