22 Ağustos 2008 Cuma

Türkler Ne Doğar


eçtiğimiz günlerde uçağım gideceğim yönün tersine doğru havalanarak İstanbul'un üzerinde geniş bir tur yaptığında, bu güzel şehri bir kere daha gökyüzünden seyretme fırsatı buldum. Neler gördüğümü tahmin edebilirsiniz?

“Daha büyük” sloganıyla inşa edilmiş alışveriş merkezlerini. “Daha yüksek” sloganıyla gökyüzüne uzanan iş merkezlerini. “Daha pahalı” sloganıyla satılan, İngilizce adlandırılmış, sonu gelmeyen “yaşam” merkezlerini. “Daha çok” sloganıyla yükselen minareleri. Arada İlber Ortaylı'nın elinde makus talihini yenmeye başlayan Topkapı Sarayı'nı.

Unutuyordum; arada birkaç adet yeşil alan gördüm ki, iki tanesi İnönü ve Ali Sami Yen Stadı olsa gerekti. Bu bahsettiğim görüntü, Avrupa yakasının büyük bir kısmına aitti. Anadolu yakasında ise yeşil rengin ağırlığı (şimdilik) biraz daha yüksekti.

Nereye varmaya çalıştığımı anlamışsınızdır. Ülkeyi tüccar zihniyetiyle yönetmeye çalışan iktidarlar ve belediyeler, her metrekareyi getireceği para bazında değerlendiriyor, toplumun ruhsal sağlığının maddiyattan geçtiğini zannediyorlar. Bu nedenle, spor alanları için harcanacak alanları maddi kayıp olarak gören güdük bir bakış açısına sahipler.

İşte bu yüzden, Türkiye'nin en büyük şehri, ülke nüfusunun 5'te birini barındıran İstanbul'da bir spor branşıyla uğraşabilmek için gerçekten şanslı ve biraz da çılgın olmanız gerekiyor. Mesela, bisiklete binmeniz cesaret ister, çünkü sizi umursamaktan çok uzak psikopat/özenti/alkollü sürücülere karşı korunmasızsınız. Tenis oynamak için sizin ya da ailenizin belirli bir gelire sahip olması gerekir. Jimnastik çevrenizde saçma karşılanır; salon da bulamazsınız zaten. Ülkede spor deyince akla ilk gelen futbolu bile ancak sayılı halı sahalardan birinde kapatılmamış bir saat bulursanız oynayabilirsiniz.

İlerde profesyonel olmak için spora başlamanız gereken erken yaşlarda bir çocuk/ergenseniz aileniz belki sizi bir spor kursuna yazdırabilir, ki bu kurslar genellikle yazın 1-2 ay için düzenleniyor ve evinize yakın olması gerekiyor. Sonrasında ailenizin/okulunuzun/çevrenizin baskısıyla, her yıl girmek zorunda kaldığınız OKS/ÖSS sınavlarına çalışacağınız için sporu sadece TV'de seyretmek zorunda kalacaksınız. Spor derken futbolu ve biraz da basketbolu kastediyorum. Çünkü diğer sporları 4 yılda bir düzenlenen Olimpiyatlar dışında fazla izleme şansınız yok.

Olimpiyatlarda başarı ne demek?

Medyada sürekli aynı soruya cevap aranıyor: “Olimpiyatlarda neden başarısız olduk?” Aslında sorduğumuz soru bile konuya ne kadar yanlış yaklaştığımızı gösteriyor. Çünkü tek başarısızlık kriteri olarak madalya kazanamamayı alıyoruz. Hatta öyle ki, dün gece gümüş madalya alan bir sporcumuzu (kucaklaması gerekirken) teselli etmeye çalışan bir sunucu vardı TRT'deJ

Oysa başarısızlıklarımızı çok daha önce, Olimpiyat takımı netleştiğinde tartışmamız gerekiyordu. Şöyle ki;

· Branşların çoğuna (31 branşın 19'unda) tek bir sporcuyla bile katılmadığımız gibi, bunların da çoğundan haberdar bile değiliz;

· Katıldığımız 12 branşın 5'inde ise bayanlar ve/veya erkeklerde tek bir sporcuyla katılabiliyoruz;

· Masa Tenisi'nde tamamen Çin'den devşirdiğimiz 2 oyuncu ile mücadele veriyoruz;

· Toplam 68 sporcumuzun 11'i bu ülkede doğup büyümemiş, son birkaç yıl içinde Türkiye vatandaşlığına geçirilerek (ve isimleri değiştirilerek) Olimpiyatlara gönderilmiş sporcular.

· Bu 68 sporcudan birçoğu rakiplerinin seviyesinin (en iyi dereceler olarak) çok altında olup, son sıralara mahkum.

· Zaten 68 rakamı da sosyo-ekonomik-beşeri yapısı bizim ayarımızda olan ülkelerin sporcu sayısının yanında çok komik kalıyor.

Ayrıca zaten Olimpiyatlara bu ülkede yetişmiş 57 sporcuyla gidiyor olmanız demek, o ülkede 1-2 spor dalı hariç herhangi bir rekabet yaşanmadığını gösterir. Bu şartlarda o 57 sporcudan da kendilerini aşmalarını ve iyi dereceler almasını bekleyemezsiniz.

Hele başarının bile nasıl geldiğini anlayamadığınız bir spor dalından ya da sporcudan başarısızlığın nasıl geldiğini hiç anlayamazsınız.

Spor ve toplum sağlığı…

Yukarıdaki rakamlar gösteriyor ki, bu ülkede zaten geniş bir spor kültürü yaratılmamış. Olması için de herhangi bir çaba sarfedilmiyor. Spor kültürünün oluşmadığı bir ülkede olumsuz “spor politikalarından” bahsedemezsiniz. Madalya kazanmanın başarı olduğundan bahsedemezsiniz. Olimpiyatı bir reklam ve er meydanı olarak görmenizin bir anlamı yoktur. Çünkü sizin ülkenizde yaşayan insanlar öyle veya böyle sporu yaşamlarının bir parçası olarak göremezler. Sadece futbol herşeydir. Öyle ki, boksörünüzü kaybetmemek uğruna –hem de kafasına!- bir futbol takımının havlusunu atarsınız. (Genç bir çocuğun Olimpiyatlarda bu kadar trajikomik bir anıyla tarihe geçmesinin yaratacağı travmayı akıl edemezsiniz.)


Yazı: Kaan Tunçbilek

Hiç yorum yok: