4 Ocak 2009 Pazar

Reading Çayırı

Yıl 99' olmalı. F.A Cup'ın division elemeleri var o sıra. Ligde de eh işte, Ofis Boy bizim takım o sıralar, o takımı alıp ikinci, diğer takımı alıp dördüncü yapmalar falan, gerçi Türkiye'de asansör takımı diyorlar galiba bu duruma ya, neyse. Tek avuntumuz F.A anlayacağın. O da daha ilk 156'dayız ya da onun gibi birşey . Gerçi bir keresinde United'ın 83'de bize final maçında nanik çekmişliği var. Ötesi hikaye, hayalden de öte.

Dedim ya 83' yılında Manchaster'le Bir final var başka da başarı yok, o final maçını da kimse hatırlamıyor, takım finale yükselince millet heyecandan birbirini doğramış, Bolu beyi gözlerini dağlamış olsa gerek kimse hatırlamıyor.

Kasım ayı gibiydi tam hatırlamıyorum, F.A Cup'ı idi, lig maçı idi derken arkadaşlarla artık deplasman kavramı üzerinde paradokslara örnek olmak üzereyiz. Çünkü artık memleket bizim için deplasman haline gelmişti. Deplasmandan dönüşte bizim evin karşısına blok blok evler yapıldığını görüyordum, o derece. Cep telefonu yok o sıralar tabi, o Elazığ çayırı benim şu Piedra ırmağı senin dolaşsan kimse arkandan gelmez. Güzel yıllardı vesselam..

Kuralar çekiliyor bize Woking çıkıyor, Klüp; siz kendiniz gidersiniz artık gacılar, yakın yer ehehe tadında sote yapınca, bizde bizim bir elemanın pederinin dondurma kamyonetini alıyoruz. Yaklaşık 13-14 kişiyiz, kamyonete bir şekilde sığıyoruz. Ver elini Wokingham.

Üç saat boyunca tın-tın gidiyoruz bir şekilde, gece saat 04.00 civarı 2 saatlik yolumuz var daha. Bizim bir eleman tutturuyor karnım acıktı diye. Sandhurst diye şehir-kasaba arası bir yere giriyoruz. Meğerse herkes acıkmış, dağ ayısı gibi parçalıyoruz adam önümüze ne verirse. Çıkıyoruz lokantadan, Polis bizim arabanın önünde.
Gençler hayırdır diyor. 13 tane adam harami gibi lokantadan çıkınca bu işin pek de hayırlı olmadığını anlayor ve ekip çağırarak bizi Reading yakınlarındaki Shinfeld'deki gözetimevine postalıyor. Bu sefer 13 adam suçlu arabasına doluşuyoruz, dondurma kamyonunu bağlıyorlar. Lokanta sahibi bi b.k anlamadım bu işten bakışı atıyor bize, biz de keza öyle. Kamyoneti babasından alan arkadaş zırlıyor, seyyar satıcısı gibi. Babam s.kti olum benim belamı diyor, olum sadece seninki mi benimkisi şeyimden tavana asacak diyoruz, ha öyle mi diyor, rahatlıyor bizimkisi anlamsızca, burnundan fırt fırt çekiyor salya, sümüklerini.

Biz arabaya doluştuğumuzdan dolayı bizi içeri aldıklarını sanıyoruz, bizi suçlu kamyonuyla polis merkezine götüren adam "osuruktan maçlar için gece uykumdan oldum, bana ne Luton'undan Colchester'ından" deyince bizim jeton düşüyor. Meğerse Luton Reading'e geliyormuş, Colchester'da Wycombe'ye. Bunlar aralarında kanlı bıçaklı olduğu içinde polis alarm moduna geçmiş. Abi bir saniye biz Brighton'dan geliyoruz deyince, Adam sigarasından şöyle bir çekiyor; Belli ki ağız burun girecek bize. Yanımdakinin bacak zıngırtılarının momentumu bende çene titremesi yapıyor.

Bilmeyenler için bir not düşeyim; İngiltere'de Amerika gibi bir polis ülkesi değil, lakin özellikle taraftarlara karşı polisler çok sertdir,acımazlar. Örneğin, Milwall- Tottenham olayı filmlerde, masallarda anlatıldığı gibi değildir işin içinde polis vardır o olayların. Bu da başka bir post konusu olsun. Neyse.

Bu polisler bize çok pis burun dalıcaklar derken, inin la aşağı siee! deyince bizi bayram çocuğu havası alıyor, iniyoruz kurbanlık koyunlar gibi.

Aşağı atlıyoruz, ancak vakit sabahın altısı. Gök yeni yarılıyor, bizi bir ürperti alıyor, sanarsın Normandiya açıklarına saldıran askerler gibiyiz. Biz olum ne yapıcaz lan derken, Sütü seven kamyoncunun çocuğu hala zırlıyor, kamyonet gitti diyor. Haklı da. Ensesine iki pıt-pıt yapıyoruz susuyor.

Bir saat falan oyalanıyoruz çayırlıkta, yolun üzerinden bir tane araba geçmiyor. İşin garibi uzakta bir yerlerde tren sesi geliyor ama kestiremiyoruz. Derken biri ordan atlıyor; Çok uzaklaşmış olamazlar, külleri taze diyor. Çocuk korkudan sıyırmış, ıssız ada espirileri yapıyor, neyse ki dövüyoruz ayak üstü, kendine geliyor.

Saat sekiz gibi oluyor, uzaktan bir otobüs geliyor. Yırtıyoruz kendimizi, fren yapıyor otobüs. Bizi almıyor, ama yanımızdan geçerken eliyle arkayı gösteriyor. Arkaya bir bakıyoruz bir otobüs daha geliyor. Ona el kaldırıyoruz bu sefer, neyse ki duruyor bu sefer ki.

Gençler nereye diyor, abi Reading galiba buraya yakın, oraya bizi atar mısın? diyoruz. Atlayın diyor, atlıyoruz otobüse.

Otobüse binen ilk arkadaşı "Beyler Mahmut hoca burda gelmeyin" havası basıyor. Kafamda Sezen Aksu'nun işte biz o gün tükeneceğiz şarkısı loop'a sarıyor o sıra. Arkamda Dudullu- Hadımköy otobüsü 9.00-16.00 arası memur gibi çalışan fordçu gibi itikleyen arkadaşa itekleme olum derken kendimi otobüste buluyorum. Otobüs durudğu için gözlerini açmaya çalışan Lutonlular olayı anlamayı çalışıyorlar. Bu arada söylemeyi unuttum; Luton taraftar otobüsüne binmişiz, yani o anlık. Çünkü birazdan da Lutonlu arkadaşlar bize binecek yani mecazi anlamda, galiba.

Nasıl binmesinler bize! Çoğu daha üç hafta önce Brightondaydı, mesela o gün burnunu dağıttığım eleman 15-16 numaralı koltuğun cam kenarında oturuyor. Ve muhtemelen beyin nöronları sinapsislerinden benimle, bizimle ilgili fotoğrafik hafıza bilgilerini getiriyor, yalnız uyuyor mu gözleri açık mı fark edemiyorum o noktadan. Bir kaç tanesi kafasını kaldırıyor, belli henüz uyku mahmurluğundalar, utanmasak piş piş piş diyeceğiz. Danalar girmiş bostana tey tey çekeceğiz.

Herşey güzel giderken, Reading'e bilemedin 15 kilometre yaklaşmışken burdan kendisine kucak dolusu analı-bacılı küfürlerimi yolladığım otobüs şoförü sert bir fren yapınca fon müziğinin sesini yükseltti stüdyo şefi sanki. Disco Ball'dan sanki ışık süzmeleri vuruyordu hepimizin yüzüne. Ve söylüyordu sezen şarkısını;

Etrafımızı sarıverecek
Bir boşluk ki asla bitmeyecek
Herşey bir anda anlamsız gelecek
İşte biz o gün tükeneceğiz
İşte biz o gün tükeneceğiz.


Burnunu dağıttığım çocuk artık beni yeterince iyi tanıyordu, nitekim saatler 09.30'u gösteriyordu. Öndeki koltuktan birileri bağırdı; Hey bu şerefsizler ne arıyor burda!
.....

Size bu hikayenin sonunda oradan sadece dayak yiyip uzaklaştığımızı söylesem yalan söylerim. 13 kişinin Reading çayırında anadan doğma bir şekilde otoyolda bırakıldığını söylesem sanki doğruyu söylemiş gibi olurum. Gibi.

Yazı: Joe Jonese Ateşdağlı

Hiç yorum yok: