insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Temmuz 2009 Perşembe

Top 10 İğrenç EMO Klişesi

1-Acıların Kadını Bergen Modu: "Hani ışığın etrafına kümeleşen ve ampüle çarparak yalpalanan kelebekler ve ateş böcekleri olur ya, öyle yalpalanmıştım ben de ışığınla, ama kapattın ışığımı, karanlığa gömdün beni, nerden bulacağım ben şimdi senin elektrik düğmeni, Edison nefret ediyorum nerden elektriği buldun"... İnternette hangi blogu açsam, hangi "emo" imzalı yazıyı okusam aha bu mod var hepsinde. Simsiyah bir sayfa. 4 paragraflık bir yazı. Her paragrafa mümkünse aynı harf veya kelimeyle başlama, sonunu hüzünle bitirme...Sanırsın yazıyı bitirmiş ondan sonra da kafasına sıkmış revolver'la. Ertesi gün bakıyorum, devam ediyor yazmaya. Yahu Küçük Emrah'ın hadi her filmde anasına bacısına tecavüz ediliyordu, Bergen'in suratına kezzap atmıştı kocası, sana ne oldu? Saint Joseph'ten mezun olup Galatasaray Üniversitesi'nde okuyorsun, oturduğun yer Levent, haftada bir Mojo'ya gidiyorsun, yazları Bodrum'daki yazlıktasın...Be zirzop nedir bu havalar o zaman? Neymiş sevgilisi terketmiş, kimse bunu anlamıyormuş, hayat ne kadar karamsarmış, insanoğlu neden böyleymiş. Bunu alıp Etiyopya'daki kabilenin çadırına koyacaksın, 2 gün sonra o siyah göz kalemini yemezse adam değilim.

2-Beko-Hitachi Sevenler Derneği: Eskiden, rahat uyusun yerinde, dedemin bir Beko-Hitachi televizyonu vardı, üzerindeki 8 tane tuşla kanalı değiştirirdin, siyah-beyazdı. Önüne oturup "ajansı izliycem susun" derdi. Ajans dediği de haber bülteni işte. Yıllar geçti, dedem vefat etti, sonra "emo" denen bu yaratıklar çıktığında gözümde kar tanesi iriliğinde yaşlar birikti. Beko-hitachi ruhu geri dönmüştü. Her genç siyah-beyaz giyiniyor, her birisi, sokakta gördüğü kedinin, mendil satan çocuğun, eski binanın siyah beyaz resmini çekiyor, bunları siyah beyaz temalı blog sayfasına koyup, bir Ara Güler olmak için can atıyordu. Şimdi ben bu ekibe sormak istiyorum. Afedersin Cumhuriyet Meyhanesi'nin önündeki kedinin balık bekleyen halini çekip, resmi siyah-beyaz yapıp, altına da "herkesin bir yalnızlığı vardır, en fazla da kalabalıklar içinde" yazınca ne oluyor? August Comte'un mezarından çıkıp "yıllarca götümü yırttım sosyoloji uğruna böyle tespit görmedim" demesini mi? O kedi 2 dakika sonra balığını yiyip yalanmaya başlayacak. Bir de bunların kendi siyah-beyaz resimlerini çıkarıp profillerine koymaları meşhur. Resim mutlaka havadan çekilecek ve yukarı bakılacak ama. Yoksa Milli Eğitim Bakanlığı kabul etmiyor.

3-Notaların Katilleri: Herhangi bir Placebo, Rasmus ya da Tokio Hotel konserine gidin, kalabalığı yararak en ön sıraya ilerleyin. En öne geldiğinizde siyah ojeli tırnakları takip edin, işte dünya müziğinin önünde Ferhat Güzel ve Nihat Doğan'la beraber duran en büyük tehditi görmüş bulunuyorsunuz. Emo gençliği asla neşeli müzik dinlemez. Katrina and The Waves'den Walking On Sunshine dinlemek onlar için davaya ihanettir. We Are The World'u dinleyen bir emo görülürse arkadaş çevresi tarafından dışlanır, çene piercingi tahrip edilir. İyi bir emo olmak için Placebo'dan Without You I am Nothing, Radiohead'den Creep, Nick Cave'den As I Sadly Sat By Her Side şarkılarını ezbere bilmek gerekmektedir. Ayrıca ismini sadece sizin bildiğiniz bazı grupları dinlemeniz lazımdır. Reservoir Death, Endless Pain and Misery, Bütün Köyü Eşekle Gezen Bendim gibi....Emo gençliği arasında enstrüman çalanlar ayrıca üst mertebelere yükselirler. Genelde çaldıkları alet keman, klasik gitar gibi melankolik aletlerdir. Kanun çalan bir emoya rastlamanız imkansızdır, bir de kendi şarkınızı yazarsanız of ki ne of....Ona da izleyen maddede geleceğiz.

4-Emo'dan Bütün Şiirleri: Voodoo Girl'den geliyor aşağıdaki mısralar. Kendisi 10 saniyede yarattı bu eseri.

Dün hayatımın üzerini kaplayan simsiyah bulutları
Dağıtamadım üzerimden, ellerim küçücüktü
Yüreğimi sıkan ellerin gibi, üzerimize yağan yağmur gibi
Yeni doğmuş bir kedi yavrusu gibi
Ama sen yoktun elimden tutmuyordun ki

Dikkat ettiyseniz her emo gencinin günlüğünde, bilgisayarında, kendi sayfasında, kitabının bir köşesinde, okul defterinde böyle bir şiir bulunur. Anlamsız, karamsar, ne idüğü belirsiz dörtlükler. Dikkat ederseniz bir çoğunda bazı kelimeler 2-3 kez yinelenmektedir, ama benim asıl dikkatimi çeken "küçüklüğe" yapılan vurgudur. Küçük eller, küçük kalp, küçük beden, küçük ayaklar....Okuyan da bunların hepsini Kylie Minogue boyutlarında sanar. Halbuki bir bakıyorsun ki orkların dişisi gibi bir dolu tip. Kilo 90, şiir yazıyor, "küçücüktü ellerim tutmuyordun ki". Ulan ayı kadar eli adam nasıl tutsun, ne küçüğü. Sonra da çok yalnızım, hayat beni yoruyorsun, zayıfla yahu. Erkek olanlarda da bir yüreğini avucuna almak, yüreğini sıkmak, yüreğini ısıtmak gibi bir metafor var. Dana yürek: kilosu 3.75 TL. Yürekle başka işim de olmaz. Kalp deyin lan şuna....

5-Emo ile Moda Günleri: Saç rengi: Turuncu, fosforlu mavi, jet siyah, neon....Saç stili: Tek göz mutlaka saçla kapanmalı ki bu kokuşmuş dünyayı görmek istemediğiniz ve onların da sizi görmesiniz istemediğinizi belli edin. T-shirt: Anlamsız logolu veya grup isminin bulunduğu, hırpani, rengi solmuş bir parça, mümkünse, enine çizgili. Pantolon: En az 2 beden küçük, mümkünse küçük kızkardeşin giydiği, kıçınızı zar zor soktuğunuz, bacaklarınızı saracak, sizi daha da zirzop gösterecek şekil. Ayakkabı: Koleksiyonda bağları çizgili bir Converse mutlaka bulunmalı ve kemer takılmalı. Makyaj: Göz kalemi siyah olmalı ve bir sıra da göz kapağının içine çekilmeli, yüz beyazlaştırılmalı, mümkünse kırmızı, mavi veya siyah ruj kullanılmalı, saçlar spreylenmeli. Tasma türü bileklik, ilginç sembollü küpeler ve acaip yerlere piercing ile seriyi tamamladık. İşte mükemmel bir emo oldunuz. İstiklal Caddesi'nin arka sokaklarındaki "küçük ve sıcacık" ortamlarda hayatın karamsarlığını yaşayabilirsiniz. Sonuç... Pazartesi giy kareli eteği, giy gri pantolonu git okula. Hadi orda da giysene çizgili gömlek. Verirler eline disiplinde....

6-Ben büyüdüm anne modu: -"Devedikeni gibi hayatım, büyüttün beni anne, ama bak o büyüttüğün kuş çamura battı bak, üstüne bastılar, her erkeği baba kucağı gibi şefkatli bildim bak, meğer onlar bizim üstümüzde tepinen fillermiş meğer....ne yapayım şimdi...hangi dikenle yüzümü kanatayım..........what the hell am I doing here, I don't belong here". Bu arkadaşların yaşları daha 20-21 iken tüm dünyadaki kadın erkek ilişkilerini çözmüş havaları yok mu öldürüyor beni. Yahu takıldığın adam "you taught me to break hearts" yazılı t-shirt giyiyor. Ne bekliyorsun bu dangozdan. Emo'dan emo'ya hayır gelmez zaten. Bunun bir de erkek versiyonu var, bakın 6 madde yazdım, bu türün kadını mı erkeği mi daha sakıncalı çözemedim. Hepsinde var olan o "ben artık büyüdüm, yuvadan uçmaya hazır kuşum" havasından tiksinmiş durumdayım ama. Bazısı işi azıtıp "eeeöööee aşk aslında bizim yarattığımız bir kavram, aslında biz kendimize aşık oluyoruz" diye Dr. Phil moduna da giriyor. Oprah'ın emo versiyonu. Zaten seni beğenen çıkarsa, buyurun gelsin, seni beğenen bunu da beğendi, in aşağıya.

7-Barların yalnız adamı: Hani Top 10 İğrenç Türk Clubber Klişesi yazısı vardı ya. İşte oradaki Bunalım Adam gençliğinde bir emo'dur arkadaşlar. Büyüyünce bu adam emoluktan arkadaş çevresinin yağcılık derecesine göre ya "cool" ya "kereste" statüsüne terfi eder. Hani barlarda (ki genelde alternatif rock çalan barlarda) kalabalıktan uzak, elinde şişeyle (asla bardakla değil) sütunlardan birine dayanmış, sigarasından periyodik nefesler çekerek, gözlerini kısıp sahneye bakan, sırt çantalı, "hayat çok acımasız değil mi, hepimiz birer ölüyüz aslında değil mi, donnie darko güzel filmdi... evet...bakıyo musunuz lan" adamları var ya işte onlar. Yalnız bunların bir talihsiz durumu vardır ki ışıklar altında yiyişmek istemeyen çiftler de karanlığa kaçarlar ve emo ordusunun yanında mercimeği fırına verirler. Tabi bizimki de % 99 ihtimalle sap olduğundan tüm gece bu erotik filmi izler ve hayata daha da nefretle bakar. Eve gelir, açar interneti ve yazar, "mutlu çiftler size gıcık oluyorum, sahte mutluluğunuzu silmek istiyorum yeryüzünden.....neyse nerde benim Briana Banks klasörü...."

8-Çakma Amazon Modu: "Erkekler....neden böylesiniz..neden bu kadar bayağı ve beyin kıvrımlarınızı penisinize bağlamışsınız, neden bu derece zavallı olduğunuzu göremiyorsunuz, o kokuşmuş bedenlerde attığınız turdan sonra varacağınız yer kendi hiçliğiniz olacak anlayın artık". Bu mod da kusura bakmayın dişi emo'ya özgü. Gören de 2 hafta önce adama "hayatım eczaneye uğramayı unutma gelirken" diyen bu değil sanır. Hal böyleyken çıkıp bütün erkek cinsine nefret kusan, göstermelik çıkışlar yapıyorlar, gülerek dinliyorum, okuyorum. 2 hafta geçiyor. Bir bakıyorsun "güzel sanatlarda bir çocuk var, inanılmaz tatlı, ay benim bacaklarım da kalın ve kıllıydı o zaman beğenmedi mi ne?"....Beğenmedi tabi. Erkekler 1 ay önce kokuşmuştu, pislikti, dünyanın en rezil yaratığıydı, afedersin su katılmamış orospu çocuğuydu, şimdi ne oldu? "Ay çocuğu kaçırdık mı ne?"....Kaçırdın tabi. Bir de bunların erkek cinsini küçümserken argo konuşmaları var. Misal yukarıdaki ilk satıda "penis" demiyor da "skinizin kıvrımları" deyince daha egzantrik, daha isyankar, daha tespitçi olduğunu sanıyor. Değişiklik yok güzelim, mal aynı mal.

9-Bir Özlemdir Kapıkule: Türk gençliği arasnda bu söylem giderek yükselmeye başladı. Bu gençliğin içinde, lafı en fazla dile getirenler ve neredeyse hayat felsefesi haline getirenler de bu emo tayfası. "Abi bu ülkeden gitmenin zamanı geldi artık?", "Yaşanmaz ya bu ülkede, yurt dışına gitmek lazım bir an önce?". Sebep de şu? Bu arkadaşların yaşam şekli Türkiye'ye fazla geliyor. Hepsi çok marjinal yaşıyorlar ya. O derece sınırları aşmışlar çoktan. Sığamıyorlar ülkeye. Bak canımın içi, kapı Edirne'de, havalimanı Yeşilköy'de, konoslosluk Taksim'de, bavulcu Laleli'de, git başvur, sonra da topla bavulu nereye gidip "kurtuluyorsan" git. Nedir bu ülkeyle ilgili her olumsuz gelişmede Türkiye'den gideceğim havası. Gittikleri her yerde de sanki "vay vay vay kimleri görirem, bizim duygusal, kırılgan gençler degel mi bunlar" diye karşılanıp hayat boyu saç spreyi, indie rock ve renkli bağcıklarla muhattap olacaklarını sanıyorlar. Tabi işin hikayesi bu, bir yere gidecekleri yok, en fazla TCDD'nin inter-rail sayfasına giderler, onun da sonu malum. "Avrupa bu aralar çok opportunist çok pozitivist seneye yapalım bunu....."

10-Rebel Forces: Luke Skywalker asilerin başıydı koskoca Darth Vader'a kılıç salladı, Guy Fawkes Parlemento Binası'nı yakacağım dedi ama ele geçti, Che Guevera halkın düştüğü kötü duruma başkaldırdı, hadi onları anlayacağım da sizin bu asiliğiniz neye karşı hala anlamış değilim. Bir emo için başına gelebilecek en kötü şey, evde aynı anda misafirin olması ve "oğlum-kızım ayıp gel misafirlere hoşgeldin de" lafıyla karşılaşmaktır. Zira misafir eski tiptir, gelenekçiliktir, göz boyamacılıktır onlara göre ve bunlar bu kokuşmuş dünyanın orta oyunlarıdır. İsyan eder bizim emo. Eve geç gelmesine izin verilmemesine isyan eder, elde bira ile rock konserinde etrafta dolanır, lütfen değil ltf, merhaba değil mrb, hahahaha değil asdasdasd yazar, bazısı Öküzgözü'nü çok fazla kaçırıp bayılır, arada bir kendi etrafındaki konformist Nişantaşı kızlarını aşağılar, Türk dizilerini asla izlemez, Ankara'da Sakarya'dan, İstanbul'da Galata'dan aşağı inmez, hayatı ona göre bir başkaldırıdır. Peki sonra? Coğrafya'dan yarın sözlü var, anlat bakıyim isyankarlığını, başkaldırını. Obruk Platosu'nun alüvyonlarını yedirirler adama.

Yazı: Flying Dutchman

3 Şubat 2009 Salı

2 Şubat 2009 Pazartesi

Türkiye - İtalya Arası Benzerlikler

Adamlar da bizim gibi resimlere sakal-bıyık çiziyorlar.

1 Şubat 2009 Pazar

Deformasyon

önce..

sonra..


Ian Thorpe'un yüzmeyi bırakmasından üç yıl sonra geldiği nokta..

4 Ocak 2009 Pazar

2 Ocak 2009 Cuma

İtalya - Türkiye Arası Benzerlikler

İşte marka taklitçiliğinde benzerliğimiz: Giorgio Armani değil, Giorgio Limoni !
Türkiye'de herşeyin üzerinde görüp dalga geçtiğimiz örtü bakın İtalya'da da nasıl kullanılıyor.

31 Aralık 2008 Çarşamba

İyi Seneler

Havai fişek, torpil, füze, kız kaçıran, mantar tabancası...İstediğinizi patlatabilirsiniz. Yalnız bir kaç şeyi rica ediyorum, yapmayın. Madde madde sıralayacağım. Görmeyeyim.

1-İnsanlardan ayrılırken "seneye görüşürüz" esprisini yapana gördüğüm yerde yaş odunla girişirim. Etmeyin.

2-Aynı dayaklık espri ekolünden, 1 Ocak sabahı gördüklerinize "geçen seneden beri görüşmüyoruz yahu" esprisini yapana da kuru odunla girişirim. Eylemeyin.

3-Lütfen "yıla nasıl girersen öyle gidermiş, aaa hede hödö yaparken girsem hep onu mu yapıcam" türünden yıla giriş ve öyle devam ediş varyeteli esprilere girmeyin.

4-Yılbaşının ertesi günü ve bir kaç gün sonrası, "abi yılbaşı gecesi feci içtik"le başlayan ilk defa prile dokunan sünger gibi her yerde çığırtmayın.

5-Çiftlerden ricamdır, geri sayımın 3. saniyesinde öpüşmeye başlayıp, yeni yılın ilk 3 saniyesi boyunca öpüşüp yıla öpüşerek girmeyin. Aklınıza mukayyet olun.

6-Saat 1'de uykusu gelenlere saygı gösterin. Bırakın uyusunlar.

7-Üçüncü biradan sonra "bu kızları anlayamazsın abi" ya da "kimseye hakettiğinden fazla değer vermeyeceksin arkadaş" türünden yeni yıl aşk hayatı muhasebesine girmeyin.

8-Show Tv'yi saat 02:00'da erotik film hayaliyle açmayın son 3 senedir vermiyorlar artık.

9-Seneye görüşürüz. Yapmayın.

21 Aralık 2008 Pazar

16 Aralık 2008 Salı

Yaşar Alptekin


80’li yıllarda podyumların en gözde erkek mankenlerinden biriydi... Mankenlikle gelen şöhret onu sinema filmleri ve dizilerin başrol oyuncusu da yaptı. Sonrasında ise onun için müthiş hızlı bir hayat başladı.
O artık gecelerin ve kadınların da gözdesiydi...
Geçen yıl çıkan “Namazla Yeniden Doğdum” kitabında yazdığı gibi artık “Büyük bir rüzgâra kapılmış yaprak gibiydi...”
Sonra o rüzgâr onu yalnızlığa sürükledi.
80’li, 90’lı yılların playboyu Yaşar Alptekin, geçen yıl karşımıza “Hidayete ermiş bir adam” olarak döndü.
“Namazla Yeniden Doğdum” kitabının her satırı, geçmişini çöpe atan adam Yaşar Alptekin’deki değişim ve dönüşümü anlatıyordu.
O Yaşar şimdi hacı oldu ve havaalanında ilginç açıklamalar yaptı. Alptekin’in, ‘hacı’dan çok bir meczubu andıran görüntüsü kadar söyledikleri de bir hayli ilginçti. Hacı Yaşar neler mi söyledi? İşte söyledikleri:
“Uzun süredir hacca veya umreye gitmeyi çok istiyordum. Ancak vergi borçlarım nedeniyle yurtdışına çıkış yasağım vardı, o nedenle gidemiyordum. Bu yıl da yasağım olmasına rağmen hacca gitmek için yazıldım ve kurada çıktım. Sonrasında çıkan vergi affından yararlanıp hacca gittim. İnsanların hakkını yememek için beş yıl hacca gitmeyeceğim ama ilk fırsatta umreye gideceğim.”
Hacı Yaşar’daki şu hassasiyete bakar mısınız? Beş yıl daha başka insanların hakkını yememek için hacca gitmeyecekmiş. Kim söylüyor bunu?
Kazandığı paranın vergisini ödemediği için devletin yurtdışına çıkış yasağı koyduğu biri...
İnsan biraz utanır değil mi?
Hac sonrası hayat felsefesinde bir değişiklik olacağını ama sosyal hayatının devam edeceğini ifade eden Alptekin, “Dizi film çalışmalarım helal dairesinde olacak. Mankenlik, katalog - broşür çekimleri olursa onlar da devam edecek. Daha iyi şartlarda daha bilinçli şekilde hayatımı yaşayacağım” dedi.
Aslında bunu şöyle de deşifre etmek mümkün:
“Ey benim Müslüman tekstilci kardeşlerim... Size dini bütün bir manken, model mi lazım? İşte size Hacı Yaşar... Başkası sizi bozar...”
Alptekin’den bir bomba daha:
“Hac’da dünyanın en güzel ressamının paletinde renktik. Siyahı, beyazı, sarı tenlisi. Renklerden bir tablo oluşturduk. Kabe’de tavaf ettik. Dünyanın en güzel avını yaptık. Şeytan taşladık. Şeytan taşlarken kendi içimizdeki şeytanı taşladık.”
Oysa Alptekin, 2007 yılında çıkan kitabında içindeki şeytanı çoktan öldürdüğünü yazmıştı. Alptekin’in içindeki şeytan ölmemiş demek ki!
Hacı Yaşar’ın havaalanından ekranlara yansıyan görüntülerini kaçırdıysanız, izlemenizi öneririm.
Çünkü Hacı Yaşar’ın görüntüsü ve söylemleri, günümüzde dini siyasete, dini ticarete alet edenlerin karikatürü gibiydi...
Alptekin, boynundaki tespih sorulunca da şunları söyledi:
“Bunlar hac kıyafetlerim. Bu nedenle tespihim dışarıda gözüküyor. Bir iki gün içinde kıyafetlerimi değiştireceğim ve yine tespihim boynumda olacak ama elbiselerimin içerisinde. Normal kıyafetlerime dönerken sakallarımı da keseceğim.”
Hacı Yaşar’ın açıklamalarını, kendi deyimiyle “Hep uçlarda yaşayan Tekirdağ Şarköy’lü Deli Yaşar”ın hezeyanları olarak görmemek lazım.
Çünkü günümüzde bu Yaşar’lar çok...
Hem de hepsi iktidar sahibi...
Şimdi sıra Hacı Yaşar’da...
Ey benim “Yalnız ve güzel ülkem”in saf insanları...
Yarın öbür gün Hacı Yaşar, belediye başkanı da olursa hiç şaşırma...
Zira bize böyle yöneticiler lazım!

Laz Mısın? :)

Trabzon’dan gelerek Van’ın bir köyüne yerleşen ve bölgede "mucit Dursun" diye tanınan Dursun Beytaçoğlu’nun icatlarını Van halkı ilgiyle izliyor. Özelikle büyük şehirlerdeki trafik yoğunluğunu çok düşünen mucit Dursun, eline geçirdiği jeneratör motoruyla tek kişilik helikopter yapma projesini hayata geçirmek için çalışmaya başladı. Jeneratör motorunu beline sıkı bir şekilde bağlayan mucit Dursun, jeneratöre bağlı bir pervaneyi de başının üst kısmına taktı.
Teçhizatlı bir şekilde köyün hemen karşısındaki yüksek dağa çıkan Dursun Beytaçoğlu, beline bağlı jeneratörü çalıştırdı. Jeneratörün çalışmasıyla birlikte, başındaki pervane de dönmeye başladı.
Mucit Dursun, arkadaşı TEDAŞ Özalp şefi olan İhsan Akyüz’ün dağdan aşağı itmesiyle havalandı. Köylünün şaşkın bakışları arasında köyün üzerinde dolaşan Dursun Beytaçoğlu, inmek isteyince iniş için herhangi bir yöntem geliştirmediğini fark etti.
Köyün üzerinde dönüp duran mucit Dursun, mazot bitince köyün üstüne düştü. Köylüler tarafından Van Devlet Hastanesine kaldırılan Dursun Beytaçoğlu, çenesi ve ayağı kırıldığı için 17 gün hastanede yattı.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Karabela Hüsnü

Polonya polisine "Karabela" deniyormuş, kelimenin aslı da büyük olasılıkla Osmanlı kılıcı karabeladan gelmekteymiş. Gerçekten karabelalar ama :)

10 Eylül 2008 Çarşamba

Paranoyak Milletiz Vesselam


RİZE’nin Çamlıhemşin ilçesinde ortaya atılan bir iddia ortalığı karıştırdı. Büyük bölümü Ladin ormanları ile kaplı Kaçkar Dağları'nda görülen ve ağaçlara zarar veren kabuk böceğinin, İsrailli turistler tarafından getirilerek ormanların kurutulmaya çalışıldığı iddiası ortaya atıldı.

Konuya ilişkin olarak Rize Vayliliği'nden yapılan yazılı açıklamada, Kaçkar Dağları'nın yer aldığı Çamlıhemşin İlçesi'nde, bölgeye turist olarak gelen İsraillilerin yanlarında böcek getirerek ormanları kurutmaya çalıştığı yönünde bir iddianın dilden dile dolaştığı hatırlatıldı. Açıklamada, bazı İsrailli turistlerin 3937 metre yükseklikteki Kaçkar Dağı zirvesindeki Türk bayrağını indirerek yerine İsrail bayrağı çektiği de söylentiler arasında yer aldığı kaydedildi. İddiaların doğru olmadığını açıklayan Valilik, Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Orman Fakültesi ile ortaklaşa yaptırdıkları araştırmada, Kaçkar Dağları'ndaki Ladin ormanlarına zarar veren kabuk böceğinin İsrailli turistler tarafından değil, 1960’lı yıllarda Gürcistan üzerinden bölgeye geldiğini bildirdi.

8 Eylül 2008 Pazartesi

Dedenin Merakı

Doğu Karadeniz’de bir grup politikacı halkın nabzını tutmaktadır. Adamlar bir köy kahvesinde halkla sohbet ederken o zamana kadar susan bir emice sorar:
- Uşağum de bakayim, siz içki içer misinuz?
Siyasetçiler ezberlemiş gibi hep bir ağızdan:
- Yok dede, Allah korusun, biz içkiyi ağzımıza bile sürmeyiz..
- Sigaraniz var midur?
- Dede biz sigaraya karşıyız, her yerde yasakladık zaten...
- Peki kumarinuz var midur?
- O da günahtır dede, bizim öyle şeylerle ilgimiz olmaz.
- Kari kiz işleriyle yani aşna fişne ile araniz nasildur?
- Dede hiç olur mu, sümme haşa, biz harama uçkur çözmeyiz, yan bile bakmayız.
Dede durmuş biraz düşünmüş... Sonra da merakını dile getirmiş:
- Peki la uşşağum, sizin hiç masrafinuz yoktur madem... Neden pu kadar çalaysunuz?

6 Eylül 2008 Cumartesi

Ne İçtiysen Aynısından Bana da Bir Tane


“Bir defa daha şahit olduk ki, mübarek Ramazan bereketiyle beraber geliyor... Geliyor, heybesindeki bereketi bizim üzerimize saçıyor... İki zeytin bir çorba yeter diyerek kurmaya başladığımız sofralarımız bir bakıyoruz ki pek zenginleşmiş. Aritmetik bile şaşkına döner duysa, görse, bilse. Beş liralık masrafla onbeş liralık sofra kuruluyor, nasıl şaşırmasın!”

Yeni Şafak yazarı Mehmet Şeker

4 Eylül 2008 Perşembe

Petrol Rezervleri Haritası

"Hani lan Türkiye hani?" mi demek isterseniz yoksa "Oğlum bor rezervleri haritası çıksa hepsinin canına okuruz!" mu demek istersiniz?

Dur ya, hem zaten Amerikalılar boru çıkarmamıza izin vermiyor. Zati bizde boru işleme teknolojisi yok. Zati bizde beyin bile yok.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Bir Bilim Adamı, Bir Bilim Adamını Anlatıyor...

BUGÜN size bir bilim adamını tanıtacağız; daha doğrusu, bir bilim adamını yine bir bilim adamından naklen anlatacağız.
Tanıtacağımız bilim adamı tıp doktoru Prof. Dr. Alper Demirbaş. Onu bize tanıtan da hukuk doktoru Prof. Dr. Çetin Yetkin...
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş 40 yaşında profesör olmuş bir bilim adamı. Şu anda 44 yaşında.
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra aynı fakültede genel cerrahi uzmanı oldu.
ABD’de Miami Üniversitesi’nde organ nakli ihtisası yaptı. Bunu izleyen yıllarda İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde ve Japonya’da Kyoto Üniversitesi’nde organ nakli üzerine çalışmalarını sürdürdü. Hemen belirteyim ki, bu üç üniversite de organ nakli konusunda dünyanın en önemli merkezleri.
Türkiye’de çeşitli dernekler tarafından tam 12 kere “Yılın Tıp Adamı” seçildi.
* * *
2004-2008 yılları arasında da Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi müdürlüğü yaptı. Prof. Dr. Alper Demirbaş, Akdeniz Üniversitesi’nde de ilk karaciğer naklini gerçekleştirdi. Türkiye’de ilk defa böbrek-pankreas nakli programını başlattı.
Doku uyumsuz böbrek nakli programını ilk başlatan yine Prof. Dr. Demirbaş oldu. Kan grubu uyumsuz böbrek nakli programını ilk defa başlatan da bu genç profesör. Müdürlüğünü yaptığı Akdeniz Üniversitesi Organ Nakli Merkezi, geçtiğimiz yıl ABD de dahil olmak üzere tüm dünyada en çok başarılı böbrek nakli yapan merkez oldu.
* * *
AKDENİZ Üniversitesi’nde 2000 yılından bu yana 1800 böbrek-pankreas, karaciğer nakli ameliyatı yaptı.
Her yıl bir önceki yıldan daha çok organ nakli ameliyatı gerçekleştirdi.
Almanya, Hollanda, Kanada başta olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinden hastalar Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ın müdürlüğünü yaptığı Organ Nakli Merkezi’nde ameliyat olmak üzere Antalya’ya geldi.
Yurtdışında en son çalıştığı ABD’de kalsaydı yıllık alacağı ücret 200.000 (iki yüz bin) Amerikan doları olacaktı ama ülkesinde hizmet vermeyi yeğledi.
* * *
PROF. Dr. Alper Demirbaş, gerçekten özverili bir hekim. Öylesine ki tam üç defa, kanamalı hastalara uygun kan bulunamadığı için, kendi kanını bu hastalara vererek ameliyatlarını yaptı ve onları sağlıklarına kavuşturdu. Kendisine hem kan vermek ve hem de aynı hastanın aynı anda ameliyatını yapmak zor olmadı mı diye sorduğumda. “Tabii güç. Ama beni asıl işin psikolojik yönü sarstı, bir yandan ameliyatı yaparken, aynı anda insanın kendi kanının hastaya verildiğini görmek çok şok edici bir şey...” diyecekti.
O dünyada tanınan ve takdir edilen bir hekim, bir bilim adamı.
* * *
HERHALDE bu bilim adamını yeteri kadar tanıdınız değil mi?
Sonra ne oldu?
Şimdi onu anlatalım...
Biliyorsunuz, Üniversitelerarası Kurul Başkanı ve Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Akaydın, YÖK’ün gönderdiği listede de birinci aday olmasına rağmen, Cumhurbaşkanı Gül tarafından seçilmedi, yerine bir tarihçi, Prof. İsrafil Kurtcephe getirildi.
Yeni rektör, Prof. Dr. Alper Demirbaş‘ı makamına çağırdı. Organ Nakli Merkezi müdürlüğünden istifasını istedi; çok da nazikti, kâğıdı ve kalemini uzatarak istifasını yazmasını bekledi.
Peki, niçin?
Tarihçi rektör, Organ Nakli Merkezi’nde kendi ekibiyle çalışmak istiyordu, nasıl çalışacaksa!!!
* * *
ÖYLE mi?
Prof. Alper Demirbaş da istifa etti, ama Organ Nakli Merkezi’ndeki görevinden değil, üniversiteden...
Olan kime olacak?
Hastalara!
Ve Sayın Cumhurbaşkanı “Ben herkesin Cumhurbaşkanıyım!” diyor, takdirleri ortada...

Yazı: Hasan Pulur

30 Ağustos 2008 Cumartesi