O kadar dalga geçtik meğer Agharta gerçekten "yeraltı"ymış, işte belgeleri! :)
Bu da örgütün gizli 1 numarası! Takaharu Matsumoto! Zincirlerinden boşanmış görünerek nasıl da düzene baş kaldırıyor işte belgesi!
p.s: Bilinçli bir şekilde sulandırıyormuşuz, evet..
24 Temmuz 2008 Perşembe
ALLAAAH Diye Narayı Bas!!
23 Temmuz 2008 Çarşamba
Tutarsız...
"Ecevit kişisel hırsından gitmiyor."
"Mesaisini yerine getirmekten aciz."
"Ülkeyi hastaneye çevirme!"
"Kendine zulmetme, çekil!"
"Millete kıyma, bırak!"
"Ölümün ertelenmesi, ötelenmesi, hayatın yaşandığı anlamına gelmez..."
"Mazereti var... Yaşlılık!"
"Çekilmesini bilmiyor."
"Ecevit görevinin başında olduğunu söylemiş... Ne olur güldürme bizi!"
"Fiziken çökmüş."
"Bitmiş bir insan."
"Topluma yararlı olmaya değil, anca kendini ayakta tutabilmeye çalışıyor."
"Git."
"Çekil."
"Yerinden ve merkezden olmak üzere, iki yönetim şekli vardır... Şimdi, hastaneden ve evden yönetim çıktı!"
"Anlaşılan o ki, insan yaşlanınca gerçekleri daha az görüyor, hırsı artıyor. Hastane raporları bile zoraki veriliyor."
"Her tarafı kırılıp dökülüyor."
"Çelik korselerle duruyorsun."
"Düş milletin yakasından."
Kime ait bu laflar?
Tayyip Erdoğan’a.
Ne yazıyorlar şimdi?
"Darbeci emekli generaller, Ecevit’e çekil baskısı yaptı."
Bari şu kurmaca operasyonunuzda bu ülkenin gelmiş geçmiş en demokrat siyaset adamının ismini kullanarak çıkar sağlayacak kadar tutarsızlık yapmayın!!
"Mesaisini yerine getirmekten aciz."
"Ülkeyi hastaneye çevirme!"
"Kendine zulmetme, çekil!"
"Millete kıyma, bırak!"
"Ölümün ertelenmesi, ötelenmesi, hayatın yaşandığı anlamına gelmez..."
"Mazereti var... Yaşlılık!"
"Çekilmesini bilmiyor."
"Ecevit görevinin başında olduğunu söylemiş... Ne olur güldürme bizi!"
"Fiziken çökmüş."
"Bitmiş bir insan."
"Topluma yararlı olmaya değil, anca kendini ayakta tutabilmeye çalışıyor."
"Git."
"Çekil."
"Yerinden ve merkezden olmak üzere, iki yönetim şekli vardır... Şimdi, hastaneden ve evden yönetim çıktı!"
"Anlaşılan o ki, insan yaşlanınca gerçekleri daha az görüyor, hırsı artıyor. Hastane raporları bile zoraki veriliyor."
"Her tarafı kırılıp dökülüyor."
"Çelik korselerle duruyorsun."
"Düş milletin yakasından."
Kime ait bu laflar?
Tayyip Erdoğan’a.
Ne yazıyorlar şimdi?
"Darbeci emekli generaller, Ecevit’e çekil baskısı yaptı."
Bari şu kurmaca operasyonunuzda bu ülkenin gelmiş geçmiş en demokrat siyaset adamının ismini kullanarak çıkar sağlayacak kadar tutarsızlık yapmayın!!
Ankara Çık Aradan
Mission Accomplished
"adliye'de, mülkiye'de veyahut bir başka hayati müessesedeki bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, gelecek adına bizim o üniterlerdeki garantimizdir. bunlar bizim varlığımızın teminatıdır. mevcut muhafaza edilmeli; katiyen zaiyata gidilmemelidir. müslümanların, belli bir kıvama gelecekleri ana kadar, bu şekilde hizmete devam etmeleri şarttır. huruç dediğim çıkışlar yaparlarsa, dünya başlarını ezer. bir yanlış, falso yaratır. falso ile yediğimiz mağlubiyeti telafi edemeyiz. bir daha belinizi doğrultmanıza fırsat vermezler. hem kanun ve kuralları kullanma, hem de kanun ve kural adamı olma imajı verilmeli. ileride daha özenli yerlere gelmenizin arkasında bu vardır."
1999, Fettullah Gülen
1999, Fettullah Gülen
21 Temmuz 2008 Pazartesi
20 Temmuz 2008 Pazar
Dış Borçlar
Bu yıl dış borçlar önceki yılların dış borç yapısına göre tersine döndü. Doğrudan yatırımlar azalmaya, özel sektörün dış kredileri hızla artmaya başladı. Aslına bakılırsa ülkeye giren her para bir anlamda borçtur. Fakat ne sıcak para ne de doğrudan yatırımlar dış borç kütüğüne yazılmaz. Sadece alınan krediler borç sayılır. İşte dış açığın dış borçları hızla artırmasının ardında da bu var.
Türkiye’nin dış borç rakamı 2001 yılında 113,6 milyar dolardı. 2008 yılının ilk 3 ayında bu 263 milyar dolara tırmanmış. Yani 2,3 kat artmış. Oysa bu dönemde milli gelir artışı sadece %48. Bu da gösteriyor ki, elde edilen büyüme borçlanarak sağlanmış.
Üstelik unutmayalım ki, uygulanan bu program sıkı mali disiplin ve esnek kurla ihracata dayalı büyümeyi amaçlıyordu. Böylece dış borçlar azalacaktı. Tam aksi olduğuna göre ortada bir başarısızlık var demektir.
2001’den bu yana kamu kesiminin yaptığı dış borçlanma %56 artmış. Yani milli gelir artışından yüksek. Fakat daha kötüsü, özel kesimin bu dönemde yaptığı dış borçlanmanın tam %380 artması! Toplam dış borçlar ise 2002-2007 döneminde ortalama olarak her yıl %14 artmış. “Buna can mı dayanır” demeyin, şimdiye kadar bizim ekonomi dayanmış.
Dış borçlanmada ortalama olarak vadelerin uzadığı safsatasına da inanmamak gerek. 2001 yılında dış borçların %14’ü kısa vadeliydi. 2005 yılında dış borçların %22’si kısa vadeli hale geldi. Neyse ki, bugün bu oran biraz daha olumlu bir düzeyde: %17! 2002-2007 döneminde kısa vadeli borçların her yıl ortalama yüzde %18 büyüdüğünü de ekleyelim.
Konuyu bir sorun olarak görmeyenler kimi zaman dış borçların ihracata oranına, kimi zaman dış borçların döviz rezervlerine oranına bakıyor. Bu açılardan bakılınca pek de iç karartıcı bir durum görünmeyebilir. Fakat bir ülkede borçlar sürekli milli gelirden daha hızlı artıyorsa uzun vadede mutlaka sorunlarla karşılaşılacaktır.
Türkiye’nin dış borç rakamı 2001 yılında 113,6 milyar dolardı. 2008 yılının ilk 3 ayında bu 263 milyar dolara tırmanmış. Yani 2,3 kat artmış. Oysa bu dönemde milli gelir artışı sadece %48. Bu da gösteriyor ki, elde edilen büyüme borçlanarak sağlanmış.
Üstelik unutmayalım ki, uygulanan bu program sıkı mali disiplin ve esnek kurla ihracata dayalı büyümeyi amaçlıyordu. Böylece dış borçlar azalacaktı. Tam aksi olduğuna göre ortada bir başarısızlık var demektir.
2001’den bu yana kamu kesiminin yaptığı dış borçlanma %56 artmış. Yani milli gelir artışından yüksek. Fakat daha kötüsü, özel kesimin bu dönemde yaptığı dış borçlanmanın tam %380 artması! Toplam dış borçlar ise 2002-2007 döneminde ortalama olarak her yıl %14 artmış. “Buna can mı dayanır” demeyin, şimdiye kadar bizim ekonomi dayanmış.
Dış borçlanmada ortalama olarak vadelerin uzadığı safsatasına da inanmamak gerek. 2001 yılında dış borçların %14’ü kısa vadeliydi. 2005 yılında dış borçların %22’si kısa vadeli hale geldi. Neyse ki, bugün bu oran biraz daha olumlu bir düzeyde: %17! 2002-2007 döneminde kısa vadeli borçların her yıl ortalama yüzde %18 büyüdüğünü de ekleyelim.
Konuyu bir sorun olarak görmeyenler kimi zaman dış borçların ihracata oranına, kimi zaman dış borçların döviz rezervlerine oranına bakıyor. Bu açılardan bakılınca pek de iç karartıcı bir durum görünmeyebilir. Fakat bir ülkede borçlar sürekli milli gelirden daha hızlı artıyorsa uzun vadede mutlaka sorunlarla karşılaşılacaktır.
Vay Darbeci Vay
Ünlü çizgiroman kahramanı dedektif Martin Mystere'nin Ergenekon çetesinin köklerinin dayandırıldığı Agarthalı olduğunu biliyor muydunuz? Yaa yaa görün işte darbeciler nerelerimize kadar sızmışlar, ne kadar kilit noktalardalar. Martin Mystere, sana laflar hazırladım: Dedektifsin dedik, hayranın olduk senin ama bize neler yaptın; çabuk dön ülkene bırak bu ülke demokrasisini yaşasın, pis darbeciii!
Nur Topu Gibi Bir Fare Doğdu vol.2
Ergenekon’un suyu çıktı. İddianame açıklandı. Ama, açıklana açıklana iddianamenin niye açıklanamayacağı açıklandı.
Başbakan 15 gün önce “İddianame yakında açıklanacak” derken bunu, yani açıklamanın yasak olduğunu bilmiyor muydu?
Hadi o bilmez diyelim, ama bilen hukukçular ona söylememiş miydi?
* * *
İddianamenin içeriğini başsavcı açıklamadı. İyi ama günlerdir iddianame parçaları sızdırılıyor ve gazetelerde yayımlanıyor.
Yani yasayı takan yok.
Ama başsavcı, yayımlananların çoğunun yalan olduğunu söylüyor. Peki bu yalanları uyduranlar, vatandaşları tedirgin edenler ceza görmeyecek mi?
Yasemin Çongar, Türkiye’ye gelerek yeni çıkan Taraf gazetesinde üst düzey görev üstlendi... Şimdi özellikle Ergenekon konusunda birbirinden ilginç yazılar yazıyor.. Dünkü yazısının başlığı şöyle:
“Ergenekon’da gelinen nokta, yeni dalgalar ve temizlik umudu...”
Yazı: “Ergenekon operasyonunda, en başından itibaren görev almış bir istihbaratçıyla konuşuyorduk” diye başlıyor... Bir başka paragrafın başlangıcı şöyle:
“Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla operasyonları gerçekleştiren polisleri dinleyince şunu açıkça görüyorsunuz...”
Bir başka paragraf başı: “Soruşturmayı yürütenlerden birinin aktardığına göre...”
Anlaşılıyor ki Yasemin Çongar’ın bir ayrıcalığı var... Ve yayın yasağına, soruşturmanın gizliliği ilkesine vs. rağmen ona sürekli bilgi aktarılıyor. Dünkü yazıda çarpıcı bir bölüm de şu:
“Ergenekon operasyonunu yürütenlerle konuşunca, muhtemel yedinci dalganın yargıya, üniversitelere, hatta Emniyet’e uzanabileceğini anlıyorsunuz.
Dahası, emekli ve muvazzaf subayları da kapsayacak bir sekizinci dalganın da mümkün olduğunu seziyorsunuz...”
Çongar’a, anlaşılan, yalnız iddianamede olanlar değil, olacaklar da sızdırılıyor... Belki o... Belki sadece korku imparatorluğunda korkuların artırılması amaçlanıyor. Daha dün ülkeye dönen bir gazeteci nasıl bu kadar çevre edinebiliyor?
* * *
Başsavcı diyor ki: “Bu iddianamede darbe günlükleri yok.”
Niye yok.
Kamuoyunda da yankılar yapan suçlamaların çoğu “darbe günlükleri”ne dayanmıyor muydu?
Başsavcı, “Ergenekon’un, ‘klasik terör örgütü’ olmadığını” da açıkladı.
Peki öyleyse tanıkların gizliliği niye?
Tanıkların gizli tanıklık etmesi hali klasik terör örgütleri yani bölücü ve ideolojik terör örgütleriyle ilgili değil miydi? Onlar söz konusu olunca gündeme gelmiyor muydu? Sırf gizli tanık uygulamasını gerçekleştirebilmek için mi suçlamalara "terör örgütü" ekleniyor? Bu yüzden mi yıllarca PKK ile savaşmış generaller, subaylar suçsuz yere terörist damgası yiyor?
İddianame gizli tanıklık hakkındaki kanun 7 Temmuzda yürürlüğe girdiği için mi bu kadar bekletiliyor? Tanıklar 7 Temmuzdan önce ifade verdikleri için ifadelerinin geçersiz olduğu neden gözardı edilmeye çalışılıyor?
* * *
İddianamede 11 suçlama var.
Ve başsavcı, bu suçlamaların mahkeme tarafından sabit görülmesi halinde sanıkların “ağırlaştırılmış müebbet” hapse kadar cezalandırılabileceğini söylüyor.
Evet ama o daha bunları söylerken gözaltındaki, yani hapisteki Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün serbest bırakılıyor. Bu ne biçim iddianame ki, daha mahkemeye sunulmadan hukuk, hakkaniyet onu deliyor?
* * *
Ergenekon iddianamesine temel olan kanıtların önemli bir bölümünü bilgisayar kayıtları oluşturuyor. CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan kötü bir haber veriyor:
- İşçi Partisi ve Ulusal Kanal’da yapılan aramalar sonrası götürülen bilgisayarlar ve bilgisayar CD’leri ile ilgili polis tutanaklarını gördüm. Eğer bütün tutanaklar böyleyse hukuken hiçbiri delil sayılamaz, mahkeme tarafından kaale alınmaz.
- Sebep?
- Gördüğüm tutanakta götürülen malzemeler şöyle ifade edilmiş; bir adet filanca marka bilgisayar, bir adet üstünde ispirto kalemle armagedon yazan beyaz CD, 6 adet falanca marka CD, üç adet üzerinde CDR yazan CD, vs. Hiçbir bilgisayar ve CD’nin etiket ismi, değiştirilmesi mümkün olmayan birim numarası ve dosya boyutu tutanaklara yazılmamış. Bu yazılmayınca o bilgisayar ve CD’lerin sanıklara ait olduğunu ispat edemezsiniz. Çünkü filanca marka bilgisayardan istediğiniz yerde istediğiniz kadar bulabilir... CD’leri kafanıza göre doldurduktan sonra da bunların filanca yerdeki aramada ele geçirdiğinizi, filanca şahsa ait olduğunu iddia edebilirsiniz. Sanıklar veya avukatları mahkemede “Bunlar bize ait değil” derse, aksini ispat edemezsiniz.
- Başka ne gibi hatalar var?
- El konulan evrak, bilgisayar kayıtları gibi delillerin incelenmesi amacıyla mühürleri açılırken sanık veya vekillerinin orada hazır bulunması gerekir. Bu da yapılmamış.
* * *
Darbeleri savunmak “ben demokratım” diyen hiç kimseye yakışmaz.
Darbeler aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile de bağdaşmaz.
Devleti, hükümeti darbeyle ortadan kaldırmak isteyen varsa kanunların gerekli gördüğü cezalara bağımsız yargıda çarptırılmalı, buna karşı çıkan olamaz.
Ama “darbe gelecek” diye de hiç kimse yargıya baskı yapamaz, bir korku ülkesi yaratamaz.
Vatandaşı, “zanlısın” diye 13 ay hapsedemez.
Özellikle hiç kimse Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerini değiştirmeye kalkamaz.
* * *
Uğur Mumcu, Sabancı, Dink, Danıştay suikastleriyle girdiler, sonra askeri darbeye döndüler; şimdi ise bir avuç insanla darbe yapacaklardı deyip ülkeye demokrasi getirdik havasındalar. Son gelişmelere göre ayrıca hiçbirşey bulunamadığı için sanki Susurluk davası ve çetesini bir daha piyasaya sürüp birşeyler başarmış gibi görünmek istiyorlar.Bu nasıl sürekli yön değiştiren bir soruşturmadır, yoksa rastgele ne çıkarsa bahtımıza mı denmektedir?
Agarta bugarta derken Ergenekon soruşturması bu bunaltıcı yaz günlerinde yabancı diplomatların kokteyl eğlencesi oldu. Ankara’da çalışan bir yabancı gazeteci ise önceki gün, “Gözden kaçmış bir Nazi varsa bu bir fırsattır, onu da iddianameye koymalı” diye dalgasını geçerken genel havayı yansıtıyordu.
* * *
Hadi diyelim ki soruşturma ve iddianame belli bir düzen ve intizama girdi, soruşturma muhalefeti ezmek yerine gerçekten faşist Gladio örgütlenmesine odaklanıp ülkenin geçmişinde yer alan pek çok karanlık olayı aydınlatıp sorumlularının cezalandırılmasını sağladı ve şuanda sadece hükümete muhalif oldukları için suçlanan pek çok ismin suçsuzluğu ispatlanıp beraat etti. Sonra ne olacak; demokrasi mi gelecek? Hayır, bu sefer de iktidar kendi gladiosunu kuracak. Ne yazıkki..
Başbakan 15 gün önce “İddianame yakında açıklanacak” derken bunu, yani açıklamanın yasak olduğunu bilmiyor muydu?
Hadi o bilmez diyelim, ama bilen hukukçular ona söylememiş miydi?
* * *
İddianamenin içeriğini başsavcı açıklamadı. İyi ama günlerdir iddianame parçaları sızdırılıyor ve gazetelerde yayımlanıyor.
Yani yasayı takan yok.
Ama başsavcı, yayımlananların çoğunun yalan olduğunu söylüyor. Peki bu yalanları uyduranlar, vatandaşları tedirgin edenler ceza görmeyecek mi?
Yasemin Çongar, Türkiye’ye gelerek yeni çıkan Taraf gazetesinde üst düzey görev üstlendi... Şimdi özellikle Ergenekon konusunda birbirinden ilginç yazılar yazıyor.. Dünkü yazısının başlığı şöyle:
“Ergenekon’da gelinen nokta, yeni dalgalar ve temizlik umudu...”
Yazı: “Ergenekon operasyonunda, en başından itibaren görev almış bir istihbaratçıyla konuşuyorduk” diye başlıyor... Bir başka paragrafın başlangıcı şöyle:
“Ergenekon soruşturmasını yürüten savcılarla operasyonları gerçekleştiren polisleri dinleyince şunu açıkça görüyorsunuz...”
Bir başka paragraf başı: “Soruşturmayı yürütenlerden birinin aktardığına göre...”
Anlaşılıyor ki Yasemin Çongar’ın bir ayrıcalığı var... Ve yayın yasağına, soruşturmanın gizliliği ilkesine vs. rağmen ona sürekli bilgi aktarılıyor. Dünkü yazıda çarpıcı bir bölüm de şu:
“Ergenekon operasyonunu yürütenlerle konuşunca, muhtemel yedinci dalganın yargıya, üniversitelere, hatta Emniyet’e uzanabileceğini anlıyorsunuz.
Dahası, emekli ve muvazzaf subayları da kapsayacak bir sekizinci dalganın da mümkün olduğunu seziyorsunuz...”
Çongar’a, anlaşılan, yalnız iddianamede olanlar değil, olacaklar da sızdırılıyor... Belki o... Belki sadece korku imparatorluğunda korkuların artırılması amaçlanıyor. Daha dün ülkeye dönen bir gazeteci nasıl bu kadar çevre edinebiliyor?
* * *
Başsavcı diyor ki: “Bu iddianamede darbe günlükleri yok.”
Niye yok.
Kamuoyunda da yankılar yapan suçlamaların çoğu “darbe günlükleri”ne dayanmıyor muydu?
Başsavcı, “Ergenekon’un, ‘klasik terör örgütü’ olmadığını” da açıkladı.
Peki öyleyse tanıkların gizliliği niye?
Tanıkların gizli tanıklık etmesi hali klasik terör örgütleri yani bölücü ve ideolojik terör örgütleriyle ilgili değil miydi? Onlar söz konusu olunca gündeme gelmiyor muydu? Sırf gizli tanık uygulamasını gerçekleştirebilmek için mi suçlamalara "terör örgütü" ekleniyor? Bu yüzden mi yıllarca PKK ile savaşmış generaller, subaylar suçsuz yere terörist damgası yiyor?
İddianame gizli tanıklık hakkındaki kanun 7 Temmuzda yürürlüğe girdiği için mi bu kadar bekletiliyor? Tanıklar 7 Temmuzdan önce ifade verdikleri için ifadelerinin geçersiz olduğu neden gözardı edilmeye çalışılıyor?
* * *
İddianamede 11 suçlama var.
Ve başsavcı, bu suçlamaların mahkeme tarafından sabit görülmesi halinde sanıkların “ağırlaştırılmış müebbet” hapse kadar cezalandırılabileceğini söylüyor.
Evet ama o daha bunları söylerken gözaltındaki, yani hapisteki Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün serbest bırakılıyor. Bu ne biçim iddianame ki, daha mahkemeye sunulmadan hukuk, hakkaniyet onu deliyor?
* * *
Ergenekon iddianamesine temel olan kanıtların önemli bir bölümünü bilgisayar kayıtları oluşturuyor. CHP Adana Milletvekili Tacidar Seyhan kötü bir haber veriyor:
- İşçi Partisi ve Ulusal Kanal’da yapılan aramalar sonrası götürülen bilgisayarlar ve bilgisayar CD’leri ile ilgili polis tutanaklarını gördüm. Eğer bütün tutanaklar böyleyse hukuken hiçbiri delil sayılamaz, mahkeme tarafından kaale alınmaz.
- Sebep?
- Gördüğüm tutanakta götürülen malzemeler şöyle ifade edilmiş; bir adet filanca marka bilgisayar, bir adet üstünde ispirto kalemle armagedon yazan beyaz CD, 6 adet falanca marka CD, üç adet üzerinde CDR yazan CD, vs. Hiçbir bilgisayar ve CD’nin etiket ismi, değiştirilmesi mümkün olmayan birim numarası ve dosya boyutu tutanaklara yazılmamış. Bu yazılmayınca o bilgisayar ve CD’lerin sanıklara ait olduğunu ispat edemezsiniz. Çünkü filanca marka bilgisayardan istediğiniz yerde istediğiniz kadar bulabilir... CD’leri kafanıza göre doldurduktan sonra da bunların filanca yerdeki aramada ele geçirdiğinizi, filanca şahsa ait olduğunu iddia edebilirsiniz. Sanıklar veya avukatları mahkemede “Bunlar bize ait değil” derse, aksini ispat edemezsiniz.
- Başka ne gibi hatalar var?
- El konulan evrak, bilgisayar kayıtları gibi delillerin incelenmesi amacıyla mühürleri açılırken sanık veya vekillerinin orada hazır bulunması gerekir. Bu da yapılmamış.
* * *
Darbeleri savunmak “ben demokratım” diyen hiç kimseye yakışmaz.
Darbeler aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile de bağdaşmaz.
Devleti, hükümeti darbeyle ortadan kaldırmak isteyen varsa kanunların gerekli gördüğü cezalara bağımsız yargıda çarptırılmalı, buna karşı çıkan olamaz.
Ama “darbe gelecek” diye de hiç kimse yargıya baskı yapamaz, bir korku ülkesi yaratamaz.
Vatandaşı, “zanlısın” diye 13 ay hapsedemez.
Özellikle hiç kimse Anayasa’nın değiştirilemez hükümlerini değiştirmeye kalkamaz.
* * *
Uğur Mumcu, Sabancı, Dink, Danıştay suikastleriyle girdiler, sonra askeri darbeye döndüler; şimdi ise bir avuç insanla darbe yapacaklardı deyip ülkeye demokrasi getirdik havasındalar. Son gelişmelere göre ayrıca hiçbirşey bulunamadığı için sanki Susurluk davası ve çetesini bir daha piyasaya sürüp birşeyler başarmış gibi görünmek istiyorlar.Bu nasıl sürekli yön değiştiren bir soruşturmadır, yoksa rastgele ne çıkarsa bahtımıza mı denmektedir?
Agarta bugarta derken Ergenekon soruşturması bu bunaltıcı yaz günlerinde yabancı diplomatların kokteyl eğlencesi oldu. Ankara’da çalışan bir yabancı gazeteci ise önceki gün, “Gözden kaçmış bir Nazi varsa bu bir fırsattır, onu da iddianameye koymalı” diye dalgasını geçerken genel havayı yansıtıyordu.
* * *
Hadi diyelim ki soruşturma ve iddianame belli bir düzen ve intizama girdi, soruşturma muhalefeti ezmek yerine gerçekten faşist Gladio örgütlenmesine odaklanıp ülkenin geçmişinde yer alan pek çok karanlık olayı aydınlatıp sorumlularının cezalandırılmasını sağladı ve şuanda sadece hükümete muhalif oldukları için suçlanan pek çok ismin suçsuzluğu ispatlanıp beraat etti. Sonra ne olacak; demokrasi mi gelecek? Hayır, bu sefer de iktidar kendi gladiosunu kuracak. Ne yazıkki..
Kadın Erkek Eşitliğinde Bir Arpa Boyu Yol Alınamadı
Dün moral bozucu bir toplantıdaydım. Aslında toplantıya giderken, duyacaklarımın pek iç açıcı olmayacağını tahmin edebiliyordum. Zira AKP’nin 6 yıllık iktidarında her fırsatta kadınlar üzerinden siyaset yapıldığı halde, kadınların toplum içindeki yerinde bir arpa boyu yol alınamadığını, hatta tam tersine kadının evde oturup bol çocuk doğurmasının, hükümet politikası olarak belirlendiğini biliyordum.
Dünkü toplantı, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği TÜSİAD ve Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER tarafından düzenlenmişti.
TÜSİAD 2000 yılında “Eğitimde, çalışma hayatında ve siyasette kadın-erkek eşitliğine doğru yürüyüş” başlıklı bir rapor yayınlamıştı. Bu raporun önemli bir özelliği, her biri kadın hakları savunucusu ve aktivist olan 3 kadın akademisyenimiz Prof. Mine Tan, Prof. Yıldız Ecevit ve Prof. Serpil Sancar tarafından hazırlanmış olmasıydı. KAGİDER, bu rapor sonrasında TÜSİAD içinde filizlenmiş ve 2002’de kurulmuştu.
Geçen yıl 5. doğum gününü kutlayan KAGİDER, TÜSİAD’ın raporunu güncelleyerek, kadın hakları konusunda son 5 yılda nasıl bir gelişme kaydedildiğini görmek istemişti. Ancak aynı akademisyenler tarafından yapılan bu güncelleme çalışması, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın deyişiyle maalesef, “ülkemizde kadın-erkek eşitliğinde alarm zillerinin çaldığını” ortaya koyuyor.
Rapordan birkaç rakam aktaracak olursam:
- 15-49 yaş arası herhangi bir eğitim almamış kadın oranı, 2 rapor arası dönemde % 16.7’den % 21.8’e yükseldi.
- 2006-07’de ilköğretim çağı nüfusunda olup da ilköğretime devam etmeyen 1 milyon 111 bin çocuğun 667 bini kız.
- Kentlerde kadın istihdamı % 19’a geriledi.
- İlk raporda karşılaştırmalara başlangıç yılı olarak alınan 1988’de % 34.3 olan kadınların işgücü piyasasına katılma oranı, 2006’da % 24.9’a düştü.
- 1988’de % 31 olan kadınların istihdam oranı, 2006’da % 22’ye geriledi.
- Kadın öğretmen çok, ama eğitimin yönetim kademelerinde erkeklerin egemenliği artıyor.
“Bir rapor kâğıt üzerinde kalmazsa anlam kazanır” diyen KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, rapora “anlam kazandırmaya” kararlı görünüyor.
Onanç’ın da dikkat çektiği gibi 2 rapor arasındaki dönemde Türkiye’de kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik önemli yasal düzenlemeler yapıldı; ‘cinsler arasındaki eşitlik’, temel bir norm olarak yeni hukuksal düzenlemelerde yer aldı. Ama gündelik hayatımızda 6 yılda bir arpa boyu yol gidemediğimiz de ortada.
KAGİDER’in, bir sonraki güncelleme çalışmasında benzeri üzücü bir tabloyla karşılaşılmaması için iddialı talepleri var:
“- Kadın politikalarının devlet politikası haline getirilmesi için bir seferberlik ilan edilmesini talep ediyoruz.
- Kadınlar için olduğu kadar erkekler için de cinsiyetçi stratejiler geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
- Avrupa Birliği için kadın eş başmüzakereci istiyoruz.”
KAGİDER’in bu raporu İngilizceye çevrilerek Avrupa Birliği’nin ilgili birimlerine gönderecek olması, AKP hükümetini toplumda cinsiyet eşitliğine yönelik önlemler almaya da zorlayacak. Zira kadın erkek eşitliği yönünde gelişme yoksa, AB’nin kapısından içeri giriş olmadığını, hükümet yetkilileri de gayet iyi biliyor.
Yazı: Meral Tamer
Dünkü toplantı, Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği TÜSİAD ve Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER tarafından düzenlenmişti.
TÜSİAD 2000 yılında “Eğitimde, çalışma hayatında ve siyasette kadın-erkek eşitliğine doğru yürüyüş” başlıklı bir rapor yayınlamıştı. Bu raporun önemli bir özelliği, her biri kadın hakları savunucusu ve aktivist olan 3 kadın akademisyenimiz Prof. Mine Tan, Prof. Yıldız Ecevit ve Prof. Serpil Sancar tarafından hazırlanmış olmasıydı. KAGİDER, bu rapor sonrasında TÜSİAD içinde filizlenmiş ve 2002’de kurulmuştu.
Geçen yıl 5. doğum gününü kutlayan KAGİDER, TÜSİAD’ın raporunu güncelleyerek, kadın hakları konusunda son 5 yılda nasıl bir gelişme kaydedildiğini görmek istemişti. Ancak aynı akademisyenler tarafından yapılan bu güncelleme çalışması, TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ’ın deyişiyle maalesef, “ülkemizde kadın-erkek eşitliğinde alarm zillerinin çaldığını” ortaya koyuyor.
Rapordan birkaç rakam aktaracak olursam:
- 15-49 yaş arası herhangi bir eğitim almamış kadın oranı, 2 rapor arası dönemde % 16.7’den % 21.8’e yükseldi.
- 2006-07’de ilköğretim çağı nüfusunda olup da ilköğretime devam etmeyen 1 milyon 111 bin çocuğun 667 bini kız.
- Kentlerde kadın istihdamı % 19’a geriledi.
- İlk raporda karşılaştırmalara başlangıç yılı olarak alınan 1988’de % 34.3 olan kadınların işgücü piyasasına katılma oranı, 2006’da % 24.9’a düştü.
- 1988’de % 31 olan kadınların istihdam oranı, 2006’da % 22’ye geriledi.
- Kadın öğretmen çok, ama eğitimin yönetim kademelerinde erkeklerin egemenliği artıyor.
“Bir rapor kâğıt üzerinde kalmazsa anlam kazanır” diyen KAGİDER Başkanı Gülseren Onanç, rapora “anlam kazandırmaya” kararlı görünüyor.
Onanç’ın da dikkat çektiği gibi 2 rapor arasındaki dönemde Türkiye’de kadın erkek eşitliğini sağlamaya yönelik önemli yasal düzenlemeler yapıldı; ‘cinsler arasındaki eşitlik’, temel bir norm olarak yeni hukuksal düzenlemelerde yer aldı. Ama gündelik hayatımızda 6 yılda bir arpa boyu yol gidemediğimiz de ortada.
KAGİDER’in, bir sonraki güncelleme çalışmasında benzeri üzücü bir tabloyla karşılaşılmaması için iddialı talepleri var:
“- Kadın politikalarının devlet politikası haline getirilmesi için bir seferberlik ilan edilmesini talep ediyoruz.
- Kadınlar için olduğu kadar erkekler için de cinsiyetçi stratejiler geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
- Avrupa Birliği için kadın eş başmüzakereci istiyoruz.”
KAGİDER’in bu raporu İngilizceye çevrilerek Avrupa Birliği’nin ilgili birimlerine gönderecek olması, AKP hükümetini toplumda cinsiyet eşitliğine yönelik önlemler almaya da zorlayacak. Zira kadın erkek eşitliği yönünde gelişme yoksa, AB’nin kapısından içeri giriş olmadığını, hükümet yetkilileri de gayet iyi biliyor.
Yazı: Meral Tamer
Yok Artık Ebesinin ...... Ali Sami
Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda Şampyonlar Ligi Çeyrek Final maçında Chelsea'yi izlemenin bedeli: 50 ytl
Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda Şampiyonlar Ligi Ön Eleme maçında MTK'yı izlemenin bedeli: 66 ytl
Temmuz ayının ortasında hafta içi oynanacak hazırlık maçının kale arkası bilet fiyatı 33 YTL. Yine Temmuz ayında dandik bir Avrupa maçının kale arkası bilet fiyatı 66 YTL.
Söylenecek tek kelime "YAZIK".
Bu fiyatların hiçbir şekilde mantıklı bir açıklaması olamaz. Transfer, bütçe geyiğide bir yere kadar.
Kadıköy Şükrü Saraçoğlu Stadyumunda Şampiyonlar Ligi Ön Eleme maçında MTK'yı izlemenin bedeli: 66 ytl
Temmuz ayının ortasında hafta içi oynanacak hazırlık maçının kale arkası bilet fiyatı 33 YTL. Yine Temmuz ayında dandik bir Avrupa maçının kale arkası bilet fiyatı 66 YTL.
Söylenecek tek kelime "YAZIK".
Bu fiyatların hiçbir şekilde mantıklı bir açıklaması olamaz. Transfer, bütçe geyiğide bir yere kadar.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)